Hadi Lo ( Part 3)

690 77 74
                                    

Bu kadar şanslı olabilir miydim gerçekten? Odaya giren Kaya sayesinde Mert nöbeti ona devretmişti. Gitmeden önce şakayla karışık takılmış, "Şampiyon, bana sözün var unutma! Bir an evvel iyileş ki seni tavlada mars edeyim." demişti. Mert ile yaptığımız ilk telefon konuşmasında önce mobil olarak check-upımı yapmış ardından da sorduğu ilk şey tavla oynamayı bilip bilmediğim olmuştu. Benden olumlu yanıt alınca, "Bu iki kazmayı yenmekten sıkıldım. Umarım bileğin kuvvetlidir. Yine de seni yenmek bana inanılmaz bir zevk verecek!" demişti. O yüzden ne zaman onunla konuşsak belki de sorduğu ilk şey, "Ne zaman mars olmak istersin?" oluyordu. Normal şartlar altında bir erkeğin şu tutumuna, "Öküze bak! Adam dediğin az centilmen olur." diyerek tepki verecek olsam da aynı tepkiyi Mert'e veremiyordum. Mert bugüne kadar tanıdığım ya da gördüğüm hiçbir erkeğe benzemiyordu. Tamam, öyle çok fazla insan tanımışlığım ya da kişisel gelişim dalında uzmanlığım da yoktu ama o farklıydı işte. Tüm umarsız, deli dolu tavırlarının altında yumuşacık bir kalbe ev sahibi olan bir adamdı. Belki de bana olan tavrından dolayı ben böyle hissediyordum, bilemiyordum. Burak ile yakaladığımız enerjinin bir farklı modelini de Mert ile yakalamıştık. Ancak öyle bir şey vardı ki sadece Mert'in değil benim de canımı yakıyordu. Hâlâ gözlerimin içine rahat rahat bakamıyor, baktığında ise bir şekilde gözlerini benden kaçırıyordu yaşadığı utançtan dolayı. Aslında onun utanıyor olması beni mutlu ediyordu. Utanabilmek günümüzde öyle büyük bir erdemdi ki! O gecenin bir saatinde kafası bir milyonken bana karşı yaptığı densizliğin altında ezilip utanıyorken, evine gitmeye çalışan kıza tecavüz edip, elini ayağını kesip hatta onları yakıp, üstüne yakalandıklarında kameralara hiç utanmadan poz verenler ile aynı havayı soluyorduk biz bu hayatta. Pişkince bir anlık zaafım diyorlardı bir de... Evet, Mert'in yaptığı da büyük bir densizlik, terbiyesizlikti ama o gece, o yolda benim yerime duran gerçekten bir fahişe olsa bile sadece Mert'in Nergis yüzünden yaşadığı hayal kırıklığının bir patlamasının yansımaları olduğunu en ince detayına kadar anlatmıştı Burak. Onun adına benden özür dileye dileye bir hâl olmuştu. Bir şekilde de ailem olmuşlardı işte. Yıllardır sahip olamadığım hasret kaldığım can yoldaşlarım olmuşlardı. Levent'in sokak ortasına fırlatıp attığı enkazı toplamaya çalışıyorlardı günlerdir. Tamam, kabul ediyorum o enkazın üstüne benzin döküp çakmakla ateşe veren Pelin isimli bir psikopat da geçmişti üstümden. Hayatımda hiçbir şey kolay olmamıştı ki bu olsundu. Yaşadığım ve mutlu olduğum bu kadar az zaman için değer miydi? Sonuna kadar değerdi galiba. Bu hayattaki tek pişmanlığım yetimhanede beni iğfal eden şerefsize kardeşim demiş olmaktan başka bir şey değildi. Tüm hayallerimi, geleceğimi, genç kızlığımı ve bu günümü çalmıştı benden. Eğer yetimhaneden kaçmak zorunda kalmasam belki okulumu bitirebilir hatta çalışarak bir üniversitede bile okuyor olabilirdim. Ben gecenin ayazında parklarda, ağaç diplerinde saklanarak uyurken o yetimhanedeki yatağında mışıl mışıl uyuyabiliyordu işte! Adaletine yandığımın dünyası aslında canı yanan benken, kanayan yaralarımın üstüne kezzap atıyor, beni bu hale getiren şerefsize de şeref madalyası takıyordu. Tinercilerin arasında tiner koklamadan kendimi sıcak tutmayı, pisliğe bulaşmadan ayakta kalmayı başarmıştım ben. Başarmıştım da işte bundan sonra aynı başarı ortalamasını tutturabileceğime ihtimal vermiyordum. Çünkü yirmi yıllık hayatımda tanımadığım ve tatmadığım bir şeyle tanışmış ve ona âşık olmuştum ben. Koşulsuz sevgi ve sadakat...

Etrafımı çevreleyen üç tane iyilik meleği vardı. Birbirlerine sergiledikleri koşulsuz sevgi ile şimdi beni sarıp sarmalıyorlardı. Ancak benim onların hayatındaki varlığım hayatlarını mahvetmekten başka bir şeye yaramıyordu. Hem bir yanım da Levent hayvanının paranın kokusunu alıp peşime düşmesinden, beni bulup onlara zarar vermesinden deli gibi korkuyordu. En güzeli en temizi çekip gitmekti işte...

Kaya yanıma geleli çok fazla olmamıştı. Siyah tişörtünün üzerindeki lekenin kan lekesi olduğunu ancak yanıma yaklaştığında kolundaki dövmenin yanına sıçramış olan kanlar sayesinde anlamıştım. Çenem şu lanet olası teller ile bağlı olmasa kolundaki dudak şeklindeki dövmenin hikâyesini öğrenene kadar başının etini yiyebilir, onu milyon tane soru ile canından bezdirebilirdim. O kadar gerçekçi duruyordu ki... Bir erkeğin kolunun tam o noktasına öyle bir dövmeyi yaptırması için o dövmenin çok sağlam bir hikâyesi ya da çok büyük bir anlam taşıyor olması lazımdı. O saçlarımı usul usul okşarken anlattığı her kelime ninni gibi geliyor, vücudumu esir alan üşüme hissinden tir tir titriyordum. Nefes almam her geçen dakika zor geliyordu sanki. Bir terslik vardı. Kaya bir anda anlayamadığım bir şekilde paniklemiş ve odadan koşarak dışarı çıkmıştı. Birkaç dakika içinde yanında bir sürü doktor ile odaya dönmüş, gözleri şaşkınlıktan açılmış vaziyette olan biteni izliyordu. Doktor, elindeki bilmediğim aleti kaburgalarımın üzerinde dolaştırırken dudaklarının arasından, "Lanet olsun!" diyerek mırıldanmıştı. Dualarım kabul olmuş olabilir miydi? Sanırım artık ölmem için iyileşmem gerekmiyordu...

CEBİMDEKİ GÖZYAŞLARI ( RAFLARDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin