İkimizin Yerine (Bölüm 3)

1.4K 111 93
                                    

Mert boynu düşmüş vaziyette elindeki pansuman tepsisi kucağında uyuya kalmıştı. Kendimi hem çok mutlu hem çok tuhaf hem de çok mahcup hissediyordum. Gecenin bir yarısı ağır çekim süren hayatlarının ortasına atom bombası misali düşmüştüm. Benim düşüşüme sanki bünyeleri nükleer reaksiyon göstermiş gibi bir sürü olay olmuş hepsini başımda asker etmiştim. Kendi çaplarında her saniye önümde üstün bir oyunculuk sergileyerek rol yapıyor ve yaşanan her şeyden habersiz olduğumu sanıyorlardı üstelik. İlaçların etkisiyle derin uykuda olduğumu düşünerek konuşmuşlardı yanımda tüm olan biteni. Pelin'in öldüğünü de benim yüzümden Mert'in neredeyse hapse mahkûm olacağını da biliyordum. Dokunduğu her şeyi taşa döndüren lanetli bir ucube gibiydim işte. On günün sonunda bulduğum huzur, bir dizi aksiyon içerikli olayla korku filmine dönmüştü. Yeşilçam filmlerinde küçük Ceylan'ın canlandırdığı o öksüz, yetim, acıların çocuğu kızdan ne farkım vardı ki benim? Hayat on günlük mutluluğu bana fazla görmüş, yine aba altından sopasını sallamış, kır kıçını otur demişti. Başka zamanlarda olduğu gibi kaçma şansım da yoktu. Kaçmayı bırak çenemi oynatmaktan aciz olduğum için bir bardak suya hasret vaziyetteydim. Elbette bu gitmeyeceğim anlamına gelmiyordu. Sadece biraz daha toparlanmam gerekiyordu. Tek başıma ayağa kalkmayı başardığım an sessiz sedasız ortalıktan kaybolacak, bu üç meleğin üstüne benim yüzümden çöken karabulutları da beraberimde götürecektim. Biraz daha zaman gerekiyordu sadece o kadar. Ben, Aylin! Neleri atlatmış, önüme çıkan ne engellerle uzuneşek oynamıştım. Uzuneşek oynarken yastık hep ben olmuştum, ama olsundu. Bunu da atlatacaktım hem de sonsuza kadar. Eskiden olsa savaşabilirdim belki. Umut edebilirdim. Ne olursa olsun başaracağıma ve yeni bir hayat kuracağıma kendimi inandırabilirdim. Sanırım içimdeki Pollyanna'yı dağa kaldırmışlardı. Çünkü artık kendime pembe yalanlar söyleyerek her şeyin daha güzel olacağına kendimi inandırmaya çalışmıyordum.

Kaya, Mert ve Burak'ı tanımak, kısacık da olsa onlardan biri gibi hissetmek tüm bakış açımı değiştirmişti. Eğer onları tanımamış olsaydım bugün ne olacak ya da ben nerede olacaktım ki? Gazetelerin üçüncü sayfasında bir köşede minicik bir haber olarak kalacak, cesedim sahiplenen olmadığı için belediye tarafından kimsesizler mezarlığına gömülmüş olacaktı. Bir yanım onlarla kalmaya devam et işte dese de kalamazdım. Nasıl olduğuna anlam veremediğim bir şekilde Kaya'nın gözlerine her bakışımda bir yay gibi gerilen bedenime söz geçirmeyi beceremiyordum. Zümrüt yeşili gözleri bir buz dağının arkasından bakıyordu sanki bana. Son yaşananlardan sonra bana küçüğüm deyip kollarının arasında sarıp saklayan adam, Pelin ile mezara girmiş gibiyken ne buna katlanabilir ne de onun yanında daha fazla kalabilirdim. Sonuçta davul bile dengi dengine dememiş miydi atalar? Ben kimsesiz, acıların kadını, o genç kızların sevgilisi, sahnelerin parlayan yıldızıydı. Bana acıdığı için yanımda olduğu o kadar belliydi ki. Zaten gecenin bir yarısı beni fahişe sanıp sonra halime acıyıp bana sahip çıkmamış mıydı? Kaç para kazandığımı sohbet arasında öğrenip iki katı maaş yazmıştı bana. Bir not bırakıp İstanbul'a çekip gitmişti.

Acıyordu işte bana...

Tabii ki acımıyordu. Hatta üçü de bana bir prensese davranır gibi davranıyor, koruyor ve kolluyordu. Hele Burak, hiç sahip olmadığım bir abi gibi sahip çıkıyordu. Onlardan uzak kaldığım o on gün boyunca hem görüntülü hem sesli aramaları ile sabah kalktığım andan gece uyuduğum ana kadar bir an olsun yalnız kalmama izin vermemişti. Tek derdi yıllardır kalabalıkların içinde mahkûm kaldığım yalnızlığımı biraz olsun unutturmaktı. Anlatıldığında kulağa çılgınca gelen ama tamamı gerçek olan!
Bir uyuşturucu bağımlısı gibi onların ilgisine bağımlı hale gelmişken onlardan kaçıp uzaklara gitmek için durmadan kendi kendime yalanlar söylüyordum. Uyuduğumu sandıkları, yanımda olmadıkları ya da başımda sırayla nöbet tuttukları her an onlardan nefret edebilmek için bir bahane arıyordum. Oysa onlardan nefret etmeye çalıştıkça onlara biraz daha hayran kalıyor ve bağlanıyordum. Gitmek en doğrusuydu. Gidecek yerim olmamasına rağmen gitmek. Belki de en doğrusu ebediyete gitmekti. Böylelikle herkesi, en önemlisi kendimi acı çekmekten kurtarmış olurdum. İşin en tirajikomik yanıysa gidebilmek için iyileşmem gerekiyordu. Bu da bana hayatın yaptığı son şakaydı belki de.

Ölebilmem için iyileşmem gerekiyordu...

CEBİMDEKİ GÖZYAŞLARI ( RAFLARDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin