"Selam, yengesinin gülü."

Kerem arkaya doğru bir bakış attı. Dünkü sohbetimize dahil olmadığı için şaşırmıştı.

"Öf, Zeynep. Ben size küsüm."

Arabayı çalıştırdı. Biraz doğrulup, öne yaklaştım.

"Pardon? O neden?

"Balayına gidiyorsunuz. Bilmem nereye? Sıcacık yerler. Burada Can diye bir kardeşimiz var o da gelsin diye düşünmüyorsunuz hiç? Üvey miyim ben?"

"Aa, seni ne diye götürelim canım? Balayı bu adı üstünde. Düğünden sonra çiftlerin gittiği şey."

"İngilizceden salak salak çevrilen bir şey o. O kadar takmaya ne gerek var? Tatil diye beni de alsanız yanınıza, ne olurdu?"

"Yavrum ya, üzülüyorum ben sana. Zor bu yalnızlık."

Sırıttım.

"Hem de çok."

"Ee, bul sende birini."

"Elimi sallasam ellisi, bilirsin ama ben yeğenimle birlikte olmak istiyorum bu tatilde."

"Tabii tabii. Ufak at da civcivler yesin."

"Aman be. İstenmediğimiz yerde durmayız biz."

Uzanıp yanağını sıktım.

"Ne yapıyorsun Zeynep? Karizmamı çiziyorsun?"

"Senin karizmanı yesinler."

"Yiyorlardır zaten."

"Bak bak?"

"Yaa."

Kerem'e bir bakış attım. Sakince yolu izliyordu.

"Ee, sen neden götürüyorsun bizi havaalanına?"

"Kerem'le birlikteydik, gitmeden kendimi hatırlatayım dedim. 

"Aman ne iyi yaptın?"

"İnsan biraz anaç olur, kol açar Zeynep, bu nedir? Kovmaktan beter ettin beni."

"Takılıyorum be. Özleyeceğim seni."

"Şahsen ben özlemeyeceğim. Beni tatile bile götürmeyen insanları neden özleyeyim?"

"Öyle olsun."

Devamında trafikte haddinden uzun süren bir yolculuk geçirdik. Bol atışmalı.

Uçağın kalkışına yirmi dakika kala ancak havaalanına varmıştık. Bu İstanbul trafiği cidden berbattı. Kısa sürede geçiş işlemlerini de hallettikten sonra Can'la vedalaştık.

"Yokluğunuzda evinize gözüm gibi bakarım."

Kerem tek kaşını kaldırıp ona baktı.

"Yok ya? Ev sana mı muhtaç?"

"Kalbimi kırma Kerem. Nedir sizdeki bu havalar?"

"Havamız batsın Cancığım. Ne yapalım?"

"Bence de."

Sonra da Can'a ben sarıldım.

"Ee, artık bebeklerin de bana emanet Kerem?"

Ne diyor ki diye baktım.

"Derken?"

"Arabalarımı diyor güzelim. Ama rüyanda görürsün Can."

Elini montunun cebine atıp, bir kart çıkardı. Kredi kartı olmadığı kesindi.

"Belki de görmem."

Kerem Can'a doğru atıldı.

"Lan, nereden aldın onu?"

Can kahkaha atarken bir adım geriledi.

"Götünü kolla derim ben Kerem?"

"Hırsız piç."

"O ne Kerem?"

"Kerem'in garajının kartı Zeynep.  Yakında Can'ın altında ağlayacak olan arabalarının evi."

Kerem öfkeyle Can'a baktı. Fırsat buldukça değiştirdiği arabalarına değer verdiğini elbette biliyordum. Zaten öyle arabalara kim değer vermezdi ki! 

Can'ın da dalga amaçlı bunu yaptığını görüyordum ama eğlenceliydi.

"Adi ya."

Kahkaha attım. 

"Nereden aldın ki sen onu?"

"Kerem'in cüzdanından."

"Oha."

Uçağımızın anonsu yapıldı. Biz hâlâ ortada dikiliyorduk. 

Can geri çekilip reverans yaptıktan sonra konuştu.

"Merak etme. Onlar güvende Kerem. Hem Can'a geleceğine mala gelsin değil mi?"

Yüzümü buruşturdum. O da gülerek yanımızan ayrıldı. Son anda dönüp bağırmıştı. Etraftan da birkaç meraklı insan bize dönmüştü.

"İntikam budur! Beni de götürecektiniz."

Sonra el ele uçağımıza yürüdük. Bavullarımızı görevli çoktan yerleştirmişti.  Biletlerimiz de VIP kısmındandı. İçerideki konforla gözlerimi büyüttüm.

"Bunlar beni şımartacak, demedi deme?"

"Sen her şeyin en iyisini hak ediyorsan, şımarabilirsin?"

"Vay vay vay! Bunları senden duymak. Güzel."

Dudaklarına bir öpücük kondurdum. Sonra da yerimize oturduk. Paran varsa yaşıyordun abi!

Rahat koltuklarımız, insana evinde gibi hissettiriyordu. Yan yana oturduktan bir kaç dakika sonra da uçak kalkışa geçti. İçim bir garip olunca gülümsedim. Ciddi anlamda yolculuğa başlamıştık. Devamında birkaç hostes, ki hiç de yollu gibi gözükmüyorlardı kıyafetleri düzgündü ve bunu beğenmiştim, bize hizmet etti. Birkaç kokteyl, yemek çeşitleri ve balayına gittiğimizi bildikleri için ufak bir pastayla bizi şımarttılar. Yolculuğumuzun bir kısmı böyle geçmişti. Kalanında da saatten dolayı uyudum. Yine de uçaktan birkaç fotoğraf bile çekebilmiştim. Yarı yarıyaydı. Sarsıntıyla uyandığımda uçak iniş yapıyordu.

Gözlerimi ovuşturup Kerem'e baktım. Aslında çişim gelmişti ama uçakta girmeyi hiç sevmiyordum. Kerem'e döndüm.

"Nerede kalacağız?"

"Sürpriz?"

"Uzak mı buraya?"

"Çok değil, ne oldu?"

"Tuvaletim geldi."

"Ee, gir."

"İstemiyorum."

"Mızmız!"

Uçak piste indi, biz de dışarı çıktık. Oradaki taksilerden birini kiraladıktan sonra da yola koyulduk.

Hava aşırı sıcaktı ve ben pişmeye başlamıştım. Üzerimde çok da kalın kıyafetler yoktu ama etrafta açık saçık gezenlere göre kalın giyinmiştim. Zaten bir adadaydık, ne bekliyordum. Kısa süren taksi yolculuğumuzla adanın kenarında yüzen otel diye adlandırılan küçük evlerden oluşan yere geldik. Burası resmen doğayla baş başa kalabileceğimiz bir yerdi.

Yan yana dizilen küçük kulübelerden(?) üçüncü sıradaki bizimdi. Kerem orayla ilgilenen bir görevliyle konuşmuştu. Ve rezervasyonu da önceden yaptırdığını biliyordum. Etraf da kalabalık sayılırdı. Demek ki sürekli dolu olan bir yerdi burası. 

Okyanus havası yüzümüze çarparken derin bir nefes aldım. Yenilenmek için buradan daha güzel bir yer olamazdı sanki. Suyun berraklığına şimdiden kapılmamak için kendimi zor tutuyordum. Üstelik havuz da vardı. Tercih meselesiydi resmen. Kendi yerimize girdik. Gayet şık ve konforlu, içinde lazım olabilecek her şeyi bulunduran küçük bir yerdi. 

Ee, o zaman gelsin balayı, gelsin tatil!

Dengesiz [ZeyKer]Where stories live. Discover now