Bu kadar yüksek bir hızla böyle bir viraja girerseniz ne olur biliyor musunuz? O virajı alamazsınız ve takla atmaya başlarsınız. O bir saniye geçtiğinde araba büyük bir hızla takla atmaya başladı. O kadar takla attı ki, o kazadan sonra yaşıyor olmamızın tek sebebi biraz şans, iyi bir dost ve virajla uçurumun arasında ki geniş pistti.

Büyük bir hızla takla atarken bir engele takıldık, bir şeye çarptık. Bu bizi fazlasıyla yavaşlattı ve uçurumun kenarında durduk. Sonrasında kendimden geçtim. Bilincim yerine geldiğinde vücudumda bir ağrı vardı ama nerede olduğunu bir türlü anlayamadım. Çok keskin ve ağır bir ağrıydı. Yavaşça gözlerimi açtığımda kısa bir süre etrafımı net bir şekilde göremedim. Her şey daha net, daha görünür olduğunda arabanın ters dönmüş olduğunu ve her şeyin ters olduğunu gördüm. Natalie yanımda yoktu ama çığlıklarını duyabiliyordum.

" İmdaaat! Yardım edin! Ömer dayanın ne olur, dayanın." Sanırım iyiydi, en azından benden daha iyi olsa gerek. Çünkü müthiş bir ağrı hissediyordum ve bu ağrının kaynağını bir türlü anlayamıyordum. Tam karşımda ters dönmüş başka bir araba ilgimi çekti. Tanıdıktı ama en az bizimki kadar hurdaya döndüğü için çıkaramadım. Sonra şoför koltuğuna baktım ve o anda tek bir kelime döküldü ağzımdan.

" Bora."

Günümüz

SIRMA

" Nasıl yani Bora yanınızdan geçip gitmemiş miydi?" dediğimde başını salladı.

" Geçmişti ama bir terslik olduğunu anlamış olsa gerek geri dönmüş. Biz takla atmaya başlayınca da arabasıyla önümüze siper olmuş ve uçurumdan düşmemizi engellemiş." derken dolan gözleriyle başını kaldırıp bana baktı ve burukça gülümseyerek konuşmaya devam etti.

" Halbu ki hiç kimse beklemezdi böyle bir şeyi ondan. Bora gibi serseri bir çocuk, böyle bir şey yapsın. İmkansız." dediğinde uzanıp elini tuttum.

" Ama yapmış."

" Yaptı, canı pahasına beni kurtardı." dediğinde gözlerinde ki o yaşlar akmaya başladı. İlk defa karşımda ağlayan bir erkek görmenin ve bu kişinin Ömer olmasının şaşkınlığıyla öylece kaldım. 

" Arabası uçurumun hemen ucundaydı azıcık kıpırdasa düşecek gibi. O ağır acıya rağmen son bir gayret kıpırdamaması için bağırdım. Sonrasını hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde iki hafta sonra bir hastane odasındaydım. Bora hastaneye kaldırıldıktan bir kaç saat sonra ölmüş. İki gün sonra İzmirde gömülmüş. Natalie ise çok ucuz atlatmış, sadece bir kaç kırık ve ufak tefek yaraları varmış." derken yüzünü kuruladı. Uzanıp kucağında duran elini tuttum ve bir cesaretle kucağına yan oturdum. Yüzünde kalan yaşları silerken konuştum.

" Peki ya sen? Sana ne oldu?" dediğimde gözlerimin içine baktı ve bu güne kadar büyük bir ustalıkla içinde sakladığı bütün acıyı gördüm.

" Canım yandı, çok fazla." deyip derin bir nefes aldı ve ellerini belime dolayıp devam etti.

" Hastaneye kaldırıldığımda vücudumda 35 tane kırık varmış. Bunların biri omuriliğimde, biri de bel kemiğimde olduğu için büyük tehlike arz ediyormuş. Doktorlar sinirlerimin zedelenmemiş olmasını büyük bir şans olarak nitelendiriyorlardı. Ama o anda en yakın arkadaşımı kaybetmenin verdiği üzüntüyle bununla ilgilenmedim pek.

İki ay sonra ailemin kararı ve benimde onayımla İsvçreye gittim. Oraya benimle birlikte babam, abim ve Serhat amcam geldi. Diğerlerinin gelmesini ben istememiştim. Annem gelmek için ısrar edince tedaviyi reddedeceğimi söyledim ve vazgeçti. Babam işi, abimde okulu nedeniyle Türkiye ile İsviçre arasında mekik dokurken Serhat amcam beni bir an bile yalnız bırakmadı. Aslında annemin oraya gelişini engelleyen tek şey Serhat amcamın orada oluşuydu. Annem çocukları konusunda babamdan ve kendinden daha çok Serhat amcama güveniyor." deyip sustuğunda uzun bir sessizlik oluştu aramızda.

Hayat Seninle GüzelWhere stories live. Discover now