Seance 18

3.8K 516 94
                                    

                  

Buraya gelirken, bir reklam panosunun önünden geçtim ve bir konser posteri dikkatimi çekti. Reklamı inceleyip tam kahvemden bir yudum alacakken, posterin altında daha farklı bir el ilanı gördüm. Bir şey bana tanıdık gelince, ilanı aldım. İnanamayacaksınız, doktor. Chanyeol'ün beni Japonya'ya götürdüğü zaman, gördüğüm ilanın aynısıydı.  Elime bir gözyaşı düşene dek ağladığımı bile fark etmedim. Belki de kendi el ilanlarımı bastırmalıydım; Hala kayıp.

***  

Kanlar, omuzlarının arasından kuru toprağa pıt, pıt, pıt diye sesler çıkararak aktı, hızla bir birikinti oluşturdu ve sesler kesildi.

Ayağa kalkıp bana vurmasını bekledim ama saniyeler dakikalara dönüşürken, kalp atışlarım düzene girdi ve içime birkaç derin nefes çekebildim. İndirdiğim darbe başına değil, omuzlarına gelmişti ve derin kesikler açmıştı.

Titreyen bacaklarla kulübeye geri gittikten sonra, kollarımı sarsılan bedenime sardım. Gözlerim havaya yükselen baltanın sapıyla büyülenmiş gibiydi.

Kulübede kendimi güvende hissedince, terli elbisemi çıkardım ve suyu derimi yakacak kadar sıcak bir dereceye ayarlayıp açtım. Şiddetle sarsılarak, küvetin arka kısmına oturdum, dizlerimi çenemin altına çektim ve kaslarımın kasılmasını engellemek için sıkıca etrafıma sardım. İleri geri sallanıp ne yaptığımı idrak etmeye çalışırken, su eğdiğim başıma alev alev yağıyordu. Zihnim bunu gerçekten yaptığımı kabullenemiyordu. Onun gibi birisini öldürmek için kalbine gümüş bir mermi, bir haç ya da bir kazık sokmak gerekirdi. Ya ölmemişse diye düşündüm. Sıcak suya rağmen titredim.

Aniden içeri dalmasını bekleyerek, yavaşça banyonun kapısını açtım ve boş kulübenin buharla kaplanmasına neden oldum. Yerden elbisemi alıp ağır ağır başımdan geçirdim. Yavaşça kapıya yürüdüm ve kulağımı soğuk metala dayadım. Sessizlik.

Kapı kolunu denedim ve arkamdan kilitlenmemiş olması için dua ettim. Dönüyordu. Kapıyı azıcık araladım ve dışarı baktım. Bedeni açıklık alanın ortasında bıraktığım gibi duruyordu ama güneş yer değiştirmişti ve baltanın sapı güneş saati gibi bir gölge oluşturmuştu.

Her an koşmam gerekebilir diye bacaklarım kasılmış bir halde, sessizce yanına gittim. Her birkaç adımda bir duruyor ve etraftan ses geliyor mu, ya da en ufak bir kıpırtı görecek miyim diye dikkat kesiliyordum. Nihayet yanına vardığımda, nabzını yoklamak için elimi uzattım ama bir engele takılmış, ona dokunsam elim kopacakmışçasına yavaş yavaş geriye gittim. Sonra verandadaki sallanan sandalyelerden birine oturup ne yapacağımı düşünmeye başladım. Sandalyenin çıkardığı gıcırtıların ritmiyle birlikte, zihnim şu sözleri tekrar ediyordu: Kaç buradan. Kaç buradan. Kaç buradan.

Özgürdüm ama kendimi öyle hissetmiyordum. Onu görebildiğim sürece, hala vardı. Ceset konusunda bir şeyler yapmalıydım, ama ne? Hoş, öldüğünü de bilmiyordum.

Onu orada bırakıp, kaçmak için işime yarayacak şeyleri bulabileceğimi düşünerek kulübeye girdim. Mutfak dolaplarını hızla karıştırdım. İşime yarayacak bir bıçak ve çakı bulabildim. Dolapları öylece bırakarak üzerime bir hırka aldım ve dışarıya çıktım. Bakmam gereken son yer barakaydı. Anahtarlarını bulmak için tekrar kulübeye girdim ama anahtarları hiçbir yerde bulamadım.

Tekrar cesedin yanına gittim, hafifçe yana çevirip ön ceplerinde anahtarı aradım. Ellerim titriyordu, hızlı davranmak için anahtarlığı dişlerimde tutup barakaya yöneldim.

Titreyen ellerle, zemindeki bir kapağın altında, bir yeraltı mahzenine inen basamaklar buldum. Aşağıda konserve yiyeceklerden, temizlik malzemelerinden, bir ilkyardım setinden, birkaç kutudan ve içinde rulo edilmiş, bir lastikle bağlanmış paraların bulunduğu eski bir kahve kavanozundan başka bir şey yoktu. Lastik bandın Chanyeol'ün incittiği bir kıza ait olmadığını umdum. Fazla para yoktu, parasını başka yere gizlemiş olmalıydı. Cüzdanını hala bulamamıştım. Anahtarları aldığım cebinde veya kulübedeki dolapların hiçbirinde yoktu ama zaten bir cüzdanı olduğunu hiç görmemiştim. Anahtarlardan biri henüz hiçbir kilide uymamıştı ve bunun cüzdanıyla kamyonetine ait olduğunu düşünüyordum.

Ahşap bir sandıktan, bir tüfek, bir tabanca ve birazda mermi buldum. Beni kaçırdığı gün tehdit ettiği silahı o güne dek görmemiştim, sadece sırtımda hissetmiştim. Elimi bir anlığına tabancayı sırtıma dayadığı noktaya götürdüm. Sandığı kapattım ve diğerinin ardına ittim.

Son sandıkta, beni kaçırdığı gün giydiğim kıyafetlerim, bütün fotoğraflarım ve sınavlarda aldığım başarı belgeleri vardı. Bunu açtığımda, burnuma belli belirsin kendi parfümümün kokusu geldi ve yumuşak giysileri burnuma tuttum. Tişörtü üzerime geçirdim ama bunu yapmak yanlış geldi. Ölü bir çocuğun giysilerini giymiş gibi hissettim. Kıyafetleri sandığın içine bıraktım ve sadece sınıfımda çekildiğini tahmin ettiğim fotoğraflarımı alıp, yukarı çıktım.

Aramadığım tek yer,  kulübenin etrafını çevreleyen oramdı. Biraz soğuk su içtikten sonra, sandıkların yanında bulduğum eski bir sırt çantasına birkaç atıştırmalık, ilk yardım seti ve bir termos su koydum. Son kez kulübeye ve yerde yatan, belki de çoktan ölmüş, Chanyeol'e baktım ve kulübenin sağ tarafında kalan ormanlık alana adım attım.

*** 

-

Bir önceki bölümde galiba birazcık, azıcık dehteşe düştünüz. Beklemiyordunuz sanırım.. Aslında bende beklemiyordum ama sona yaklaştıkça bir yerlere bağlamam gerekiyordu. Bundan sonrası olayları açıklığa kavuşturacak kısım. O yüzden Chanyeol yok diye okumamazlık etmeyin, bence.

Oy ve yorumları unutmayın. *-*

Obsesionante // ChanBaekWhere stories live. Discover now