Seance 5

5.6K 714 117
                                    


Geçen haftaki seansı bittirdikten sonra köşedeki kafeye uğradım. Girişinde kocaman bir broşür asılıydı. İlk başta ne düşünmem gerektiğini bilemesem de " Japonya'ya iki kişilik bilet kazanmak ister misiniz? " yazısını görünce dayanamadım ve gidip çekilişe katıldım. Bilin bakalım ne oldu doktor? Kazandım. Çekilişten bir kaç gün sonra cep telefonumdan arayarak -ki bu benim aylar sonra bir yabancıyla ilk konuşmam- biletleri gelip almamı söylediler. Bu seansı bitirince gidip biletleri alacağım. Sonra da yırtıp çöpe atarım sanırsam.

Bu arada her zaman taktığınız şu kocaman gümüş takılar hoşuma gidiyor. Saçlarınızla uyumlu ve size şık bir ajumma havası veriyor. Hani, şu hala erkeklere meraklı ve bundan zevk alan ajummalar.

Endişelenmeyin, ağzınızı aradığım falan yok. Deli doktorlarının kendi hayatlarından söz etmekten hoşlamadıklarını biliyorum. Hem bu günlerde başkasının dertlerini dinlemeyecek kadar kafam dağınık. 

Belki de takılarınızdan hoşlanmamın sebebi, bana gerçek babamı hatırlatmasıdır. Kafamın dağınık olmasının nedeni de bu olabilir. Babam o tür şeyler taktığından değil ama ona ailesinden kalan kocaman bir gümüş yüzüğü vardı. Sevgi, sadakat ve arkadaşlığı temsil eden geleneksel bir yüzükmüş. Onu, gelecekte her zaman takacağımı düşünürdüm ama evimizde çıkan yangın sonucunda annem yüzüğü kurtarma gereği bile duymamış. Bazen durup babamın, kemiklerinin sızladığını düşünürüm. Ufacık bir çocukken bunları düşünmek bile zordur. 

*** 

Her gün aynı şeyleri yapıyorduk. Belirli saatlerde yemek yiyor, belirli saatlerde sohbet ediyor ve belirli saatlerde kıyafetlerimizi uyum içerisinde olacak şekilde değiştiyorduk.

Bir gün Chanyeol, iki günlüğüne merkeze gitmesi gerektiğini söyleyerek ayrıldı.  Bana da bu sırada kocaman siyah bir bavul verip, gardıroptaki kıyafetleri onun içine doldurmamı emretmişti. İlk gün kıyafetleri ellemedim. Kıyafetleri bavulu doldurduğumda ne yapacağını düşündüm ve buna ek olarak kaçmak için bir delik aradım. Ama bir şey bulamayınca ikinci gün pes ederek kıyafetleri bavula doldurdum. Özenle yaptım. Ufak bir katlama bozukluğunda bile bana dengesizce kızacağına emindim. 

Neredeyse iki haftadır klübedeydim, ne beni soran ne de arayan var mıdır diye kendi kendime düşünüyordum. Kris? Hala yemek getirmeye devam ediyor mudur? Clean? Zavallı köpeğim, sokak köşelerinde çöplerin içinde yemek mi arıyordur? Annem? İçki içip sabahlara kadar ağlıyor muydu? Annem konusunda yanılsamda Kris ve köpeğim için endişe duyuyordum.

Kıyafetleri bavula yerleştirmeyi bitirdiğim sırada dış kapının klidinin döndüğünü duydum. Hızla bavulun fermuarını çektim ve yatağın kenarına oturdum.

Gülümseyerek içeriye girdi. " Baekkie, hazırlandın mı? " 

Hazırlanmış bavulu görünce yüzündeki gülümseme bütün suratına yayıldı. Elinde tuttuğu siyah deri çantayı açarak içinden iki tane yeşil, ufak defterler çıkardı. Elime aldığımda sonradan pasaport olduğunu anladım. 

Pasaportlardan birini açtığımda kendi resmimi gördüm ama adım farklıydı. Park Chanhyun. Sahte pasaportlar. " Neden bana güveniyorsun? "

Cevap vermedi. Üzerindeki beyaz tişörtü çıkartıp bir kenara attı. Yüzüme kaçamak bir bakış attıktan sonra mutfağa ilerledi.

Peşinden gittim. " Sana bir soru sordum Chanyeol. Ayrıca şu pasaporttaki Chanhyun olayıda ne? " Artık ona hesap sormaktan korkmuyordum. 

Elinde tuttuğu bıçağı kenara atttı. Bir kaç saniye içerisinde yanıma gelip bileğimden kavradı. 

" Çünkü senin kaçmayacağını biliyorum. Benden kaçacak kadar cesaretli değilsin Baekhyun. " Bileğimi daha sıkı kavradı. " Seni bıraksam bile özgür olamayacaksın. " Tırnaklarını etime bastırdığında acıyla kıvrandım. 

Obsesionante // ChanBaekWhere stories live. Discover now