12

496 70 16
                                    

Bölüm parçaları »»

Amy Winehouse - You Know I'm No Good

Nick Cave & The Bad Seeds - O Children

Frank Sinatra - Strangers In The Night

~

Elindeki kağıda bakıp numaraların yerini değiştirmek istedi Barlas, aynı gecede belki bininci kez.

Elinde, ablası Yesra'nın telefon numarası vardı. Oturma odasında, koltuğa uzanmış ve ayaklarını uzatmıştı. Üzerinde sadece siyah bir eşofman altı vardı, koltuğun yanındaki masada da rakı şişesi ve çay bardağı duruyordu. Şişe daha şimdiden yarıya inmişti.

Kağıt ona nereden gelmişti, bunu hatırlamıyordu. Muhtemelen ablası yola çıkmadan önce bavuluna gizlice koymuştu, numarasını hatırlamayacağını biliyor gibiydi.

Haklıydı da, Barlas eski telefonunu evinde bırakmış ve İstanbul'a o şekilde gelmişti. Şimdi ise onca zamanın ardından ilk defa ablasını aramak istiyordu, onun sesini duymak, gittiğinden beri nelerin değiştiğini öğrenmek istiyordu ve kendisinin de daha iyi olduğu hakkında yalan söylemek...

Onları merak etmişti ve uzun zamandır bu günü beklediğini de yeni yeni anlıyordu. O kız, bankta yalnız başına ağlayan kız, çoktandır bastırdığı duygularının açığa çıkmasına neden olmuştu ve onun yanından ayrılır ayrılmaz kendini ikinci el telefon satan bir yerin önünde bulmuştu.

Daha önce kullandığı telefonlarla şimdini kıyaslayınca aradaki fark gülünçtü ama olabildiğince dikkat çekmeyen bir şeye ihtiyacı vardı, sadece haberleşme aracı olan bir şeye.

Cesaret almak için masadan aldığı çay bardağının içindeki rakıyı tek seferde içti ve daha sonra elini yüzüne kapattı.

'Ya şimdi ya hiç.'

Diye düşünerek parmaklarını eskimiş tuşların üzerinde gezdirdi ve ekranda beliren numarayı kontrol ettikten sonra derin bir nefes alarak arama tuşuna bastı.

Saniyeler geçip telefonun açılmasını beklerken Barlas istemsizce tırnağının yanındaki ölü deriyi yemeye başlamıştı.

"Alo?"

Altıncı çalışın sonunda, tanıdık ve içini bayram sabahı için erkenden kalkan bir çocuğun hissettiği bir mutlulukla dolmasını sağlayan sesi duydu.

Ablası Yesra, onun nazını her zaman çekmiş, gözlerindeki parıltıyı asla kaybetmemiş olan güzel kız, telefonun diğer ucundaydı. Barlas özlemle konuştu. Elinde olsa onu kollarının arasına hapsederdi, öylesine özlemişti.

Hatırlıyordu, sevdiği kadını kaybettiğinde içinde bulunduğu ruh hâlini ve ölmek istediğini... Deneyecekti, bir dönem aşırıya kaçtığı içkilerin şişelerinden birini kırıp kalbine saplayacaktı ama Yesra onu bulmuş ve yemin ettirmişti. Eğer dünyadan gidecek olursa hemen peşinden geleceğini ve bunu tereddütsüz yapacağını söylemişti, Barlas'ın dayanmasının bir sebebi de ablasına verdiği sözdü.

"Abla..."

Sesinin fazlaca hırıltılı çıktığını fark edince boğazını temizledi ve dilini dudaklarının üzerinde dolaştırdıktan sonra yutkundu. Şimdi sesi daha anlaşılırdı.

"Yesra? Benim, Barlas."

On iki saniye daha geçti -Barlas saymıştı- ve on üçüncü saniyede, Yesra şaşkınlığını üzerinden atmış bir şekilde konuştu. Sesinin titremesini gizleyemememişti, Barlas ağladığına emindi ve birazdan ona katılacaktı.

"Barlas, değerlim? Nasılsın? Oraya geleyim mi, biliyorsun söylemen yeterli, yarın sabah orada olabilirim. Merak ediyorum seni."

Başta söyleyeceği yalandan vazgeçerek başka bir şey söyledi, gerçeğe yakındı ama sahteye daha yakındı.

"İyi olmaya çalışıyorum."

Çalışmıyordu. Başarılı değildi.

O, acısını sonuna kadar yaşamanın derdindeydi. Hak ettiği gibi acı işinde ölmeliydi.

"Gerçekten, sadece sesini duymak istedim. Nasılsın? Annem ve babam nasıllar? Çocuklar büyüdü mü?"

Yesra'nın ikiz çocukları vardı.

Çağatay ve Buse. Şimdi ikinci sınıfta olmalıydılar, eskiden onlarla sabaha kadar oyunlar oynar, Yesra'ya yardım eder ve onları uyuturdu.

"Biz iyiyiz, burada her şey aynı ama seni çok merak ediyoruz. Hele annem! Sürekli gözü telefonda, onu aramanı bekliyor."

Barlas'ın kalbi suçluluk duygusuyla sıkıştı, bedenine sığmayan ruhu dışarı çıkmak, özgür kalmak için çırpınıyordu.

Bazı ruhlar hep farklıdır diğerlerinden.

"B-bilmiyorum Yesra, çok uzun zaman oldu..."

Korkuyordu annesiyle konuşmaktan. Sesini duymaya bile yüzü yoktu, geliştirmekle yetindi. Biraz daha cesaret toplamalıydı.

"Belki sonra, şimdi sadece seninle konuşmaya ihtiyacım var."

Telefonda kısa bir an sessizlik oldu, daha sonra ablası -muhtemelen çocuklardan biri ile konuşuyordu- "Siz gidin ben sonra gelirim!" diye bağırdı. Sesini duyurmaya çalışıyordu.

"Normâlliğe ihtiyacım var, lütfen..." Sesi yalvarır gibi çıkmıştı ama ablasının da bir şeylerin farkına varmasına sebep olmuştu.

"Şimdilik soru sormuyorum, zamanı gelince anlatırsın. Biz iyiyiz, çocuklar anasınıfına başladılar. Evi görmen gerek, her yer el işi kağıtları ve boya kalemleri ile doldu. Tam bir curcuna!" Sesi bazı yerlerde yükselirken bazı yerlerde kısılıyordu. Barlas'ın ne istediğini anlamıştı, sadece konuştu.

Evden bahsetti, çocukların okulundan ve eşi Arda'nın yeni işinden... Başka zaman olsa dikkat bile etmeyeceği şeyleri anlattı ve soru sormadı, kardeşinin zor durumda olduğunu biliyordu ve aklına İstanbul'a gitme fikri yerleşiyordu yavaş yavaş. Kısa bir ziyaret ikisine de iyi gelecekti.

Dakikalar su gibi geçti ve konuşma bitip, Barlas telefonu kapattı ve koltuktan kalktıktan sonra ekranda elli dakikayı geçmiş zaman sayacını gördü.

Sevdiği biriyle konuşmak Barlas'a iyi gelmişti, hâlâ annesi hakkında kendini kötü hissetse de düne, hatta iki saat öncesine göre daha iyiydi. Bunda ablasının payı büyüktü ancak içten içe biliyordu ki o kız, ruhunda, hiç bilmediği yerlere dokunmuş ve en onarılamayacak yerleri sarmaya başlamıştı.

Henüz Barlas bunun farkında olmasa da hayatında çok büyük değişiklikler olacaktı, sadece sabretmesi gerekiyordu. Sadece beklemesi...

Ölü Ruhun ÇığlığıOnde as histórias ganham vida. Descobre agora