8

543 83 13
                                    

Bölüm parçaları »»

Scorpions - Lorelei

Arctic Monkeys - 505

Mor ve Ötesi - 1945

~

Nilüfer, vücuduna değen rüzgârla birlikte gözlerini açtığında henüz güneş doğmamıştı. Gecenin en karanlığı üzerindeydi, elini uzatsa dokunabilecek gibiydi karanlığa.

Kulaklığı hâlâ kulağındaydı ve bu, kulağındaki ağrıyı açıklıyordu. Telefonundan bir melodi yükseliyordu, kulaklığı telefondan ayrılmış ve bileğine dolanmıştı.

Nefes nefese kalmıştı, elleri titriyordu. Kabus gördüğünü içten içe biliyordu ama ne gördüğü hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Tek hatırladığı bir çığlıktı, kendi sesine benzeyen bir çığlık. Belki de ikizinin çığlığı. Söylediği sözü yıllar geçse de unutamayacaktı.

"Katil!"

Yarı uykulu bir şekilde yerinden kalktı ve telefonuna uzandı.

Bir sürü cevapsız arama ve bir o kadar mesaj vardı. Hepsi aynı numaradandı, babasının tanıdık numarasını görünce vakit kaybetmeden geri aradı onu.

Telefon, ikici kez çalmadan hızlıca açıldı. Nilüfer'in iki kelime etmesine izin bile vermemişti babası.

"Nilüfer! Neredesin sen? Akşamdan beri ne halde olduğumu biliyor musun?"

Uykudan boğuklaşan sesiyle yanıt verdi.

"Baba... Ne oldu?"

Tam olarak duyamadığı bir cümle söyledi karşısındaki, daha sonra da 'keşke duymasaydım' diyeceği şeylerdi bunlar.

"Gece kalktığımda yerinde yoktun! Kimi arayacağımı bilemedim, saatlerdir seni arıyorum. Binlerce şey düşündüm, aklıma bir sürü şey geldi. Neredesin?"

Öyle bir dalmıştı ki, bir an nerede olduğunu unuttu Nilüfer. Etrafına baktı yavaşça ve anladı. Derin bir nefes aldı.

"Ben çatıdayım..." Aldığı nefesi geri verdi. "Üst katta, bizim binada."

Ses, biraz öncekinden daha kızgındı şimdi.

"Bu kadar sorumsuz olmayı nasıl başarıyorsun? Ben ne hâldeydim... Neler düşündüm... Biraz daha cevap vermeseydin polise gidecektim!"

Nasıl bu kadar kırıcı olabiliyordu babası? Görmüyor muydu kızının çaresizliğini? Duymuyor muydu, farkında değil miydi?

Yutkundu ve zorlukla konuştu. Sanki bir anda dünyası başına yıkılmıştı, ufak ufak bulduğu ve biriktirdiği tüm umutlar yerle bir olmuştu.

"B-ben... Ben birazdan geleceğim."

"Hayır küçük hanım! Seni hemen yanında görmek istiyorum. Hemen şimdi!"

Bilinçsizce telefonu kapattı ve yanına hiçbir şey almadan, üzerindeki kıyafetlerle aşağı, evine indi.

Babası koltuktaydı, yüzünde de o nefret ettiği ifadesi vardı. Biraz yorgun, biraz kızgın ve karşısındakini kırmaya hazır.

Yıllar, Nilüfer'in babasına adil davranmamıştı. Yüzündeki kırışıklıklar kesinlikle çok gülmekten değildi, sevdiği birisini kaybetmiş ve hayata güçlükle tutunan birine aitti.

"Nilüfer... Bak kızım."

Birazdan söylenecek olanlara kesinlikle hazır değildi Nilüfer. Kalkanlarını hazırlamamıştı, cephanesi ve göz yaşlarını tutma sınırı yetersizdi.

"Biliyorum, zor günler geçirdik. Hâlâ geçiriyoruz ama sen çok umutsuzsun. Duvarların var ve beni onların içine almıyorsun, sana bir türlü ulaşamıyorum. Okulu dondurmak istediğini söyledin, biraz kafa dinlemen gerektiğini. Ne dediysen yapmaya çalıştım. Yoruldum kızım, ben de yoruldum, her gün özlemekten ve yanında olan kişiye ulaşamamaktan çok yoruldum."

Biraz daha devam etti söylediklerine, Nilüfer de ağzını açıp tek kelime edemedi. Sustu sadece.

Gözleri doldu, boğazı düğümlendi, oturduğu yerde biraz biraz öldü. Kimse görmedi, hissetmedi. Zaten her ölünün bir mezarı yoktu.

Babası işe gittikten sonra hissizce yerinden kalktı ve kapıya doğru ilerledi. Saatin kaç olduğunu bilmiyordu ama kulağına gelen sabah ezanı ona bir ip ucu veriyordu, hâlâ çok erkendi.

İlk defa yanında hiçbir şeyi olmadan yürüdü yolda, anahtarının bile yanında olduğundan şüpheliydi, telefonunu çatıda bırakmıştı.

Çok kısa bir an kendini özgür hissetti, kısacık bir mutluluk anı... Ama ardından gözyaşları usulca geldi.

Her sabah gittiği sahil yoluna çıktı, ara sokakları avcunun içi gibi biliyordu artık.

Ayağındaki ayakkabılar tabanlarını ağrıtıyordu, sabah rüzgarı gözyaşlarını dondurmak ister gibi esiyor, şortunun ve kısa kollu tişörtünün açıkta bıraktığı teninin üzerinden geçiyordu.

Şu an biri, kötü niyetli biri ona saldırsa, elini kaldırıp karşı koyacak gücü bile yoktu.

Her zamanki bankını bulup üzerine oturdu, etrafta tek bir insan bile yoktu. Her nasılsa, tüm gece burada oturup içki içen ayyaşlar bile kaybolmuştu.

Tamamen sessiz bir ortamdı ve babasının sesini, daha net bir şekilde duyuyordu. Aklından çıkmıyordu söyledikleri.

Müzik dinlemeyi isterdi, tam şu anda, babasının sesini bastıracak bir şeyler iyi olurdu.

Ne telefonu ne de müzik çaları yanındaydı, kendisi bir şeyler mırıldanmaya başladı ama düz bir şekilde okuyordu şarkı sözlerini. Melodileri yoktu, duyulmuyordu.

"Onlar biraz terkedilmiş, biraz küskün, biraz çocuktular.
Sanki biraz incitilmiş, sanki yetersiz sevilmiş, sanki utandılar kavgadan ve sustular.
Öp, incilenen göz yaşları kurusun inançlarında sene bin dokuz yüz kırk beş.
Onlar da hep insandılar ve sevgiye inandılar ve saygıya inandılar senin gibi benim gibi..."

Şarkının bu kısmına katılmıyordu, sevgiye inanmayı uzun zaman önce bırakmıştı. Gözyaşları yanaklarından süzülürken sesi değişti, yabancılaştı ama bırakmadı söylemeyi.

Bankın üzerinde bacaklarını kırdı ve kendine çekti, kollarını etrafına doladı ve göz yaşlarını ilk defa özgürce akıttı.

Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu, belli bir saat, belki bir iki dakika... Ama bir süre sonra, yanında bir hareketlilik oldu ve havlama sesi duydu.

Kafasını kaldırmadı ama köpek, bir şekilde yanına oturdu ve başını karnına koydu. Nilüfer kafasını kaldırıp tanıdığı köpeğe sıkıca sarıldı.

"Bence senin adın Beyaz Diş olmalı, eminim Jack London'ın yazdığı karakter kadar cesursun. Öyle değil mi?"

Beyaz Diş adını verdiği köpek cevap olarak havladı ve Nilüfer bunu bir onaylama olarak kabul etti.

Gözyaşlarını silip biraz daha oturdu ve ancak o zaman yanında olan adamı fark edebildi.

Uzun, küllü sarı saçları olan ve yapılı bir adamdı. Gözlerindeki acı tanıdıktı ve merakla bakıyordu. Sanki köpeği ile bu yabancı kız arasında ne olduğunu çözmeye çalıyordu.

Ve sonra Nilüfer'in içinden bir ses fısıldadı. Uzun zamandır duymadığı bir cümleydi ve belki de yanılıyordu ama yine de duydu kız.

"Ona güvenebilirsin." diyordu.

Ölü Ruhun ÇığlığıWhere stories live. Discover now