9

487 88 14
                                    

Bölüm parçaları »»

Apocalyptica - Hope

Madrugada - Majesty

Apocalyptica - Nothing Else Matters (live olanını dinleyin)

Panic! At The Disco - Memories

~

Barlas ve Nilüfer.

İki yalnız insan, iki eksik insan, iki incitilmiş insan aynı bankta oturuyordu.

İkisi de sessizdi ve aralarında birinin Beyaz Diş birinin de Alf adını verdiği köpek vardı. Hava hâlâ soğuktu ve Nilüfer düşüncesizce hareket ettiği için kendinden nefret ediyordu, çıkmadan önce üzerini değiştirmediği ya da en azından uzun kollu bir şeyler almadığı için pişmandı.

Gözyaşları kurumuştu ama hâlâ ağırlığını yanaklarında hissediyordu, açık kalan kolları, boynu ve bacakları titremeye başlamış, ellerini köpeğin tüylerine daha derin daldırmıştı. En azından elleri, Beyaz Diş ve tüyleri sayesinde ısınıyordu.

"Ceketimi ister misin?"

Yanından duyduğu sesle birlikte başını çevirdi ve sesini ilk kez duyduğu bu adamı incelemeye başladı.

Tanrılara yakışır bir vücut ve gözleri... Denizin en derinlerine yakışır bir mavi ve insanda, içinde kaybolma hissi uyandıran bakışlar.

Nilüfer, bir yabancıyla ilk defa bu kadar uzun süre yan yana geliyordu. O tanıdığı insanlarla bile oturup bir iki çift laf etmezdi ki! Ancak bu sefer vücudunun istediğini yapacak, onu sıcak tutacak bir şeylere hayır demeyecekti. Eğer adamın kötü bir niyeti olsaydı zaten en başında yapardı yapacağını. Uzun süren bir iç hesaplaşmanın sonunda konuşmaya başladı.

"Evet, teşekkür ederim."

Adam her ne kadar 'ceket' dese de, uzattığı şey eskimiş siyah bir kapşonluydu. Ama şu an seçici olmanın hiç sırası değildi, bu yüzden kapşonluyu alıp üzerine giydi ve kendine uzun gelen kollarını kıvırmak yerine eldiven olarak kullanıp boşta kalan elini yeniden Beyaz Diş'in tüylerinin arasına soktu.

Biraz olsun ısındıktan sonra bu defa adamın yüzü dışında kalan yerleri süzdü. Siyah ve dar bir uzun kollu tişört, gri renkli ve en az üzerindeki kapşonlu kadar eski bir eşofman altı vardı üstünde.

Kıyafetleri, kaslarının birazını belli edecek kadar dardı. Göz altları mor ve içe çökük, ayağındaki spor ayakkabı biraz çamura bulanmıştı. Yoldan gelip geçen bir insan ne kadar normâl olabilirse, bu adam da o kadar normâldi.

Birkaç dakika daha geçti, Beyaz Diş havlayarak banktan indi ve gerinerek yürümeye başladı. İlgi çekmek istiyor gibiydi.

"Alf ile daha önceden tanışmış gibisin..."

Nilüfer kendisiyle konuşulduğunu fark edince kendi ellerine diktiği bakışlarını yukarı, önce adama daha sonra da Beyaz Diş adını verdiği köpeğe çevirdi. Düşünceleri değişiyor, babası ve söyledikleri yerine şimdiye, şu ana odaklanıyordu.

"Demek adı buymuş... Ben Beyaz Diş demiştim aslında."

Adamın meraklı bakışlarını görünce konuşmaya devam etti.

"Evet, buraya bir önceki gelişimde tanıştık. Adını bilmiyordum ve Beyaz Diş uygun gibi gelmişti, bu yüzden ona böyle seslendim. Umarım sakıncası yoktur..."

Barlas kafasını 'hayır' anlamında salladı ve konuşmaya başladı.

"Bu arada ben Barlas, sen de..." Devam etmesini ister gibi bir ses tonu vardı.

"Nilüfer. Memnun oldum."

Gerçekten de mutlu olmuştu Barlas ile tanıştığına, aklındakileri biraz olsun atmasını sağlıyordu karşısındaki kişi.

"Bizimle küçük bir yürüyüş yapmak ister misin? Deniz havası yalnızlığa iyi gelir."

Barlas bir yalancıydı, deniz havası ne yalnızlığa ne de mutsuzluğa iyi geliyordu. Eğer gelseydi, bu iki insan çoktan mutlu olmanın formülünü bulmuş olurlardı. Geceleri kimse duymazken gizlice ağlamazlardı.

"Tabii, belki... Acaba saatiniz var mı?"

Ona, henüz yeni tanıştığı bu adama nasıl hitap edeceğini bilememişti Nilüfer. Üstelik isimlerini öğrenmeleri haricinde tanışmış bile sayılmazlardı.

"Hayır, yanımda saat taşımam ama ilerdeki simitçiye sorabiliriz."

Hafif bir baş hareketiyle kabul etti onu, başka tek bir lâf etmeden yürümeye başladılar.

Nilüfer sabah olanları ve şu anda yaşadığı şeyleri düşünmeden duramıyordu. Babasına karşı nefret doluyken bir anda bunu unutmuş ve yanındaki adama, Barlas'a dönmüştü düşünceleri. Kimdi bu adam?

Barlas'ın söylediği simitçiye geldiklerinde Barlas, adamın yanına gidip bir şeyler söyledi, Nilüfer saati sorduğunu tahmin ediyordu.

"Dokuza on beş var."

Nilüfer, adamın cevabını duyunca dışarı derin bir nefes verdi, ne ara nefesini tuttuğunu bilmiyordu bile. Kaç saattir buradaydı? Babasının, buraya geldiğinden haberi bile yoktu.

Dikkatini, bacaklarına sürtünen Beyaz Diş'e vermişti, Barlas ve adamın ne konuştuğunu duyamadı.

"İstersen biraz daha oturabiliriz, simitler taze ve sorunları tanımadığın birine anlatmak, yakınındakilere anlatmaktan daha kolaydır."

Nilüfer ilk önce bir şey söylemedi, hâlâ yabancıyı anlamaya, onu çözmeye çalışıyordu. Neden kendisine böyle... İyi davranıyordu, çıkarı neydi?

Belki de anlatmalıydı, yaşadıklarını. yaşayamadıklarını ve yaşamak istediklerini... Ama o kadar uzun zamandır susuyordu ki şimdi nasıl konuşacağını, derdini nasıl birine anlatacağını, birinden yardım isteyeceğini bilmiyordu.

Kafasını salladı. Yalnız kalmak istiyordu.

"Ceket ve saat için teşekkür ederim."

Üzerindekini çıkardı ve Barlas'ın eline uzattı, tam o anda esen rüzgâr saçlarının yüzüne düşmesine sebep olmuştu.

Elleriyle saçını düzelttikten sonra zorla gülümsedi ve arkasını dönüp evine doğru yürümeye başladı.

O gülümsemede çok büyük bir acı saklıydı, yalnızlık saklıydı ve bu, Barlas'ın duraklamasına neden olmuştu.

Barlas ilk defa, kendisi kadar yardıma ihtiyacı olan biriyle karşılaşıyordu. İçindeki, o yıkılmaz dediği duvarda bir çatlak oluştuğunu hissetti.

Ölü Ruhun ÇığlığıWhere stories live. Discover now