otuz dört

79 13 103
                                    

Babamın yıllar önce annemden, Knightsbridge'deki boğucu düzeninden kaçmak için bir sığınak olarak aldığı Kensington'daki dairesinde, özel bir misafir geldiği zaman kullanılan büyük salonda oturuyorduk. Geniş, kumaşı yumuşacık ve kahverengi deri ile kaplamalı kanepede Moira ile diz dizeydik. Perdeler yarı yarıya kapalı idi. Dışarıda yeniden yağmur yağmaya başlamıştı ve bu kez daha şiddetli, çok daha asi bir yağış hızına sahipti. Sanki binanın tepesinden aşağıyla kova kova su dökülüyormuş gibi camlar yağmur suyuyla yıkanıyordu.

Èabha bir süre salonda bizimle oturmuş, onun fazla heyecanlı, iyimser ve bir kuş gibi şakıyan neşeli ses tonu ile ifade ettiği gibi biraz kız kıza çene çalmıştık. Sohbet arasında bize ne içmek istediğimizi – daha doğrusunu söylemek gerekirse yemek öncesinde boğazımızı birer kadeh martini ile ıslatmak isteyip istemediğimizi oyuncu bir tavır takınarak sorduğunda Moira kibarca reddederek bir fincan bitki çayı alabileceğini söylemişti. Èabha ile konuşurken dudaklarında nazik bir tebessüm vardı ama bunun Moira için göze batmamak amaçlı yüzüne yerleştirdiği kurtarıcı bir maskeden ibaret olduğunu anlayacak kadar iyi tanıyordum ablamı. Èabha çoğu zaman bizlerle babamın çocukları olmamızın haricinde, çok daha anaç ve sevecen bir nedenden ötürü iyi anlaşmaya çalıştığını gösteren davranış ve söylemleriyle hayat sınırlarımızın kapısını aşındırmak için çabalardı. Fakat Moira ona hep gerçek annemizin o olmadığını ve kendisi ne denli gaddar olursa olsun asla Èabha'yı onun yerine koymayacağını ima eden bakışlarla onu süzerdi.

Èabha bunu hakikaten görebiliyor ve anlayabiliyor muydu bilmiyordum. Her zaman cıvıl cıvıl doğasının altında çok daha fazlasını saklıyor olabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmaya çalışarak onun duyarlı bir kadın olabileceğini düşünmek istiyordum. Babamın onu bu kadar çok sevmesinin, ona dört elle sarılıyor olmasının ve çocuklarını kendi evlatlarıymış gibi bağrına basıp hayatının merkezine koymasının bizim gördüğümüzden daha büyük ve daha geçerli bir anlamı olduğunu düşünmek. Hatta babam gerçekten Èabha'yı bu kadar yanında görmek istiyorduysa ve tüm bunları yapıyorduysa bize gözlemlediğimizden dahasını vermesi gerektiğine inanıyordum. Hoş... Babamın gerçekten Èabha ile evlenmek için iyi sebepleri vardı.

Ama bizi, bunları açıklayacak kadar önemsemiyordu. Yani... Öyle olmalıydı. Kendisi her seferinde onun çocukları olduğumuzu, ne kadar kıymetli olduğumuzu, birimiz bile olsak nefes alamayacağını ve günahımızla da olsa sevabımızla da olsa her zaman hayatında kocaman bir yerimizin olduğunu söylüyordu. Ancak söylemler ve eylemlerin uçları birbirlerine tutunamayacak kadar keskin ve sert olduğunda gözünüzün önüne serilen manzaraya ancak odak doğrusunu bildiğiniz yalanları dinlemeye tahammülünüz olduğu kadar bakabiliyordunuz.

Dolayısıyla tam da bu sebeplerden ötürü ablama ve bana ulaşma çabasına bir kez daha ket vurulan Èabha, mutfakta hummalı çalışmalarla hazırlanan yemeklerin son durumuna bakmak ve yemek odasındaki hazırlıkların nasıl gittiğini görmek için elindeki martini kadehiyle beraber yanımızdan ayrılalı bir süre olmuştu. Babam akşam yemeğinden önce biraz çalışmak istediği için çalışma odasına geçmişti ve Tanrı'nın hayatıma verilmiş en büyük cezası sayılan ağabeyim de kuyruğunu kıstırıp uslu uslu babamın peşinden yürümüştü. Kim bilir neler söyleyerek onun beynini yıkamayı planlıyordu.

Ve her ne hakkında konuşuyorlardıysa sohbetleri iyi gidiyor olmalıydı. Babamın çalışma odasına kapandıklarından beri ikisi de ortalıklarda görünmüyorlardı. İkizler yemekten önce ödevlerini bitirmeleri için odalarına çekilmişlerdi ve Iverson da... üst katta Frank Ocean dinleyip elektronik sigarasının bataryasını ciğerlerine emmekle meşguldü.

Frank Ocean dinlediğini gerçekten duyabiliyorduk. Elektronik sigara kısmı için biraz hayal gücümü kullanmam gerekmişti.

Moira hâlâ sıcak olan bitki çayından büyük bir yudum alışını seyrettim. Vücudunu oturan, bel oyuntusunu ve kalçasının kıvrımlarını mükemmel biçimde saran kare yaka, kalın askılı siyah bir elbise giyiyordu. Üzerine beyaz, kareli crop kesim hırka almıştı. Zarif ellerini kaplayan derisi yumuşacık görünüyor, badem biçimli ve bu hafta inci pembesi rengine boyadığı tırnakları salonun tavanında ışıyan kristal avizenin hüzünlü, kasvetli ışığında parlıyordu. Bileğindeki pırıltılı taşlarla su yolu gibi örülmüş şık bileklik de.

Evermore || stylesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin