yirmi iki

217 23 277
                                    

Akşam olduğunda elimde bir dolu mağazalardan özenle paketlenmiş karton çantalarla Soho'daki bir çizgi roman dükkânının önündeydim. Harry'nin sözleştiğimiz saatte gelmesini bekliyordum. Dükkân Berwick ve Peter Caddesi'nin kesişim noktasında kalıyordu. Dükkânın dışında ufak bir tabela vardı, Batman'in amblemiydi ve hava çoktan karardığı için tıpkı caddeyi turuncu ışıklarla aydınlatan sokak lambaları gibi tabelanın beyaz ışığı da dikkat çekici bir şekilde tepede yanıyordu. Vitrinden bakıldığında sıra sıra, muntazam bir şekilde raflara dizilmiş çizgi romanlar vardı. İçeride gezinen bir grup kalabalıkta gözlerim kısa bir süreliğine oyalandıktan sonra tekrar yola çevrildi. Hafta sonunda ve akşam saatlerinde olmamız nedeniyle Soho'daki bütün sokaklar, caddeler, mağazalar, restoranlar ve kafeler insan ve araç selinden neredeyse görünmüyordu. Havanın soğuk ve gökyüzünde hareket eden yağmurla şişmiş gri, pasta kremasını andıran kabarık bulutların ara ara taşıdığı yağışlardan kimsenin ne dışarıya çıkma hevesi ne de morali etkilenmişti.

Kaldırımda beklemek durumunda olduğum için insanların bana çarpmaması adına, ismi Gosh! olan bu çizgi roman dükkânının köşesinde, dönüş noktasında bekliyordum. Her tarafım insanla kaynıyordu. Bir amaç için toplanıp hedefe doğru yürüyen karınca orduları gibi dört bir yanımdan küçük çocuklar, anne ya da baba kucağına bağlanmış veya bebek arabasının içindeki bebekler, harçlıklarını iki cilt Avengers okumak için ayırmış ortaokul öğrenciler ve yetişkinler sarmıştı. İçerisinde Moira ile yaptığımız alışverişin hasılatlarının olduğu karton çantaların bazılarını iki bileğime asacak şekilde bölüştürdüysem de bazılarını taşıyacak gücüm kalmadığı için ayaklarımın dibine indirmiştim.

Kahvaltı ettiğimiz mekândan kalktıktan sonra Moira elbetteki durmamış, beni planımıza sadık kalarak alışveriş yapmak için onlarca mağazaya götürmüştü. İlk uğradığımız nokta kahvaltı tabağımın içine düşürmek gibi bir aptallık yaparak telefonumu rezil ettiğim için Apple olmuştu. Biraz çikolata ve yapış yapış bir sos içinde yüzmesi dışında telefonumun aciliyet gerektirecek büyük bir sıkıntısı yoktu; ama ilerleyen zamanları düşünmemiz gerektiğini söyleyerek Moira yenisini ve en son çıkanını zorla almıştı. Teknolojiden zerre anlamayan biri olduğum için eski telefondaki her şeyimi yenisine aktarma işini çalışanlara bırakmış, biraz beklemiştik. Beklerken o da kendisine yeni bir telefon, tableti için bir kalem ve Bluetooth bağlantılı kulaküstü kulaklıklardan almıştı. "Sen de ister misin?" diye sorduğunda hal ve tavırları o kadar normaldi ki sanki ondan marketten bir paket dondurma istemem kadar doğal bir şeymiş gibi söylüyordu.

Moira'nın da hayatımızın bu tarafına hiçbir zaman alışamamış olmamı da doğal karşılamadığını biliyordum. İmkânlarımızın bu kadar iyi olmasını her zaman yadırgıyor oluşumdan şikâyet ediyordu bazen, bazı zamanlar da dudaklarından buna yönelik sözlü bir şey dökülmese de bakışları ele veriyordu kendini.

Ardından kıyafet bakmaya gitmiştik ve her şeyin henüz Apple'da başladığını anlayamayacak kadar salaktım. Hiçbir şeye ihtiyacımın olmadığını, bir şey istemediğimi defalarca ve de nazikçe dile getirmiş olmama rağmen Moira bana kulaklarını tıkamıştı. Kendine bir sürü şey almıştı, ki bu gayet doğaldı. Ama kendinin yanı sıra benim de denemem için bir sürü şey seçmekle kalmamış, yanılıp şaşırıp beğendiğimi söylediğim, göz ucuyla baktığım veya sadece askıyı elime alıp kıyafetin şeklini çözmeye çalıştığım her şeyi ekletmişti. Koleksiyon kısmından bir etek mi görmüştü? Alıyordu. Deri ceket mi? Onu da alıyordu. Üç veya dört tane -daha bile fazla olabilirdi- kot pantolon almıştı ve bir tanesini denediğimde bedenimde nasıl durduğunu görüyor, aynı numaralı kotun farklı renkleri varsa onlara bakıp güzel olanlarını da ekletiyordu. Kazaklardan, ayakkabılardan, gömleklerden, bluz ve hırkalardan bahsetmiyordum bile. Saatlerce giyinme kabinlerinden çıkamamıştım. En son girdiğimiz mağazada -adını bile hatırlamıyordum, bugün en az yirmi tane farklı yere gitmiş olmalıydık- artık ağlamak üzereydim. "İnsanlar ablasını büyük bir heyecan ve istekle söğüşlemeye çalışırken sen sana bir şey almamam için ayaklarıma kapanmaya hazırsın," diye homurdana homurdana konuşmuştu.

Evermore || stylesWhere stories live. Discover now