otuz

212 15 223
                                    

"Tanrım, saate bak," diyerek şaşkınlıkla konuştu Camilla. Avucundaki telefonuna bakarken uyku ihtiyacı ile ona yalvaran göz kapaklarını açık tutmakta çok zorlanıyordu. Wren onun arkasından iniyordu arabadan. "Neredeyse sabahın üçü olacak. Ve ben hâlâ ayaktayım."

Wren'in ayak tabanları kaldırımla buluşurken vücudu hafifçe sendeledi. Rüzgârın esintisine karşı fazla direnç gösteremeyip neredeyse ikiye bükülen bir ağaç dalı gibi savruldu bedeni. Başının üzerinde topladığı saçları darmadağın olmuş bir karmaşadan ibaretti ve üst kirpiklerinin dibine çektiği ince siyah kalem her nasıl olduysa biraz akmıştı. Omzuna astığı bez çantası montunun kumaşı üzerinden ikide bir kayıp dirseğine doğru düştüğü için durmaksızın küfür savurmakla meşguldü.

"Wren, dikkat et." Camilla bir eliyle telefonunu tutup montunun cebine yerleştirirken öteki ile hızlı ve oldukça korumacı bir refleks göstererek Wren'i yakaladı. "İyi misin?"

Wren anlamayan baygın gözlerle kaldırıma baktı. Çantasını düzeltmek için öteki elini kaldırdıysa da bunu yapmaktan vazgeçti. Çantası artık dirseğinden aşağı salınıyordu. Harry, ben ve Camilla sessizce onun ne yapmaya çalıştığını izliyorduk. Kolunu tutmayı bıraktığı an dengesini bulabileceğinden o kadar da emin olamayan Camilla'ya gözlerini geri kaldırırken ses tonu uykusundan erken kaldırıldığı için oldukça huysuz davranan birinin homurtusundan farksızdı. "Beni neden koşu bandına bindiriyorsunuz?" diye sordu. En azından benim anladığım buydu. Sözcükleri çok fazla yuvarlayarak konuştuğu için dili yeterince anlaşılır bir şekilde dönmüyordu.

"Sen ne saçmalıyorsun?" diye sordu Camilla, kaşlarını çatarak Wren'e bakıyordu. Gözlerindeki sorgulayan bakışlar dikkatimden kaçmamıştı. Göz kapaklarının üzerindeki simler hâlâ evden çıkmadan önceki yerlerinde kalmayı başarmış, dağılmamışlardı ve Camilla'nın bu bakışlarını biraz yumuşatıyorlardı. Yine de bir anlığına Wren'in kaçırdığını düşündüğüne yemin edebilirdim.

"Koşu bandında falan değilsin," dedim Wren'e. "Kaldırımın üzerinde duruyorsun. Eve geldik."

"Neredeydik ki?"

"Sarah'lardan dönüyoruz."

"Ah, öyle mi?" Wren dilini damağına şaklatarak çevresine bir anlam arayışıyla bakındı. Ayakkabılarını gerçekten de ona söylediğimiz gibi kaldırımın üzerinde durduğundan emin olmaya çalışırcasına birkaç defa sertçe yere vurdu. Yalnızca birkaçının ışığı açık olan, sokağın karşılıklı iki yanına dizilmiş bir örnek apartmanlara ve soluk bir turuncu ışık yayan sokak lambalarına baktı.

Tüm mahallede uykulu bir sessizlik hâkimdi. Yalnızca birkaç saat sonra günün ilk ışıklarının apartmanların dış cephelerine, sokaklara, kaldırımlara düşmesiyle çevreyi pazartesi gününün telaşı kaplayacaktı. Ama şimdilik sessizlik ağır, biraz da ürkütücüydü. Fakat Harry arabada oturduğumuz yerde bana iyice yanaşmış, çenesini omzuma yaslamışken ve ılık, tatlı solukları açık bıraktığım saç tellerimin arasından süzülüp tenimi gıdıklarken karanlığın yalnız hissettirmeyen, kalp atışları kadar canlı ve somut bir dokunuşu da vardı. Üzerimde montum vardı fakat Harry'nin sırtıma değen göğsünün yumuşak ılıklığı vücuduma olan akışını sürdürmeyi başarıyordu.

Wren her soluk alıp verişinde nefesi burnundan silik ve ince bir bulut gibi süzülüyordu burnundan. Benim ve Harry'nin ona olan tuhaf, kafası karışmış bakışlarımızla Harry'nin tüm bu manzaradan çok büyük bir keyif aldığını gizleyemeyen kıkırdamalarını algılayamıyordu. Gözleri boş bakıyordu.

"Ne tuhaf. Sanki yer ayaklarımın altından kayıyormuş gibi hissediyorum. Size de öyle gelmiyor mu?"

"Biz arabada oturuyoruz," dedi Harry. Konuşurken elini koluma koydu ve bana iyice sokuldu. "Dışarıda olan sensin."

Evermore || stylesWhere stories live. Discover now