episode 19: jeongin, yeter

1.4K 293 347
                                    

lee minho

o sabah uyanmam normale kıyasla biraz daha zor oldu. uzun zaman sonra yaşadığım sert boşalmanın etkisiyle rahat bir uyku çekmiştim. tabii, uykumun rahat olmasının diğer sebebi de kollarımın arasında uyuyan jisung'un varlığı olabilirdi. ikimiz de yorgun olduğumuzdan çabucak uyumuştuk gece, şimdi ise üzerimde atamadığım bir enerji vardı.

jisung uyuyordu, ve uzun bir süre uyuyacağını varsayıyordum. çünkü benim aksime o çakırkeyif olacak kadar içmiş, bir de ilişkinin acılı kısmını kaldıran taraf olmuştu. kalkıp ikimize kahvaltı hazırlamak geçti aklımdan, ama uyanır uyanmaz güzel bir duş almanın daha iyi olacağını düşünüp yattığım yerde kalmaya devam ettim. kollarımın arasındaki naif bedene biraz daha sıkı sarıldım. sanki dün gece her bir milimini teker teker öpmemiş gibi biraz daha kavradım onu.

suçluluk hissi gitmişti diyemezdim, ama göz ardı ettirecek bir güzellik vardı artık kollarımın arasında. bu yüzden umursamamaya çalışıyordum jisung'un öğrencim olduğu gerçeğini, ya da geçen haftaki dersi sadece ona sinirlendiğim için bitirdiğimi. aslına bakarsanız, kimsenin bir şey sormaya hakkı, benim de öğrencilere cevap verme gibi bir zorunluluğum yoktu ama insanın üzerinde suçluluk psikolojisi olunca böyle oluyor. sanki her hareketini açıklamak zorundaymışsın, herkese hesap vermek zorundaymışsın gibi.

düşüncelerimden kurtulmak amacıyla uykusu sırasında iyice şişkinleşen yanağına bir öpücük kondurdum, ama çok bastırmış olacağım ki olduğu yerde dönüp yüzünü yasladı göğsüme. istemsizce bir gülümseme belirdi yüzümde, sevimliydi. diğer yanağına da bir öpücük kondurduğumda sırt üstü uzanmaya başladı bu sefer. uykusunun ağır olduğunu biliyordum, bu yüzden çattığı kaşları fazla hoşuma gittiği için güldüm. gözleri yavaş yavaş açılırken onu uyandırdığım için dudaklarımı da dişlemiştim.

iki elini birden yüzüne kapatıp sadece gözlerini görebileceğim kadar açtı parmaklarını. "günaydın."

"günaydın, iki saat mi uyuduk?" söylediğine gülüp yatağın komodininden telefonumu alıp kısa bir hesaplama yaptım.

"aslında... yedi saate yakın uyumuşuz."

"ben on saat uyku almadan uyanamıyorum, biliyor musun?" bebek gibi. benim bebeğim.

"istersen sen biraz daha uyu, bize kahvaltı hazırlarım o sırada."

"kahvaltıyı üç saatte mi hazırlayacaksın? ne kadar da yavaşsın! ama olur, uyurum ben üç saat daha."

uyanır uyanmaz bu kadar enerjik olması bile aslında ayağa kalkabileceĝinin göstergesiydi, ama istiyorsa biraz daha uyuyabilirdi tabii. gece zorlanmıştı.

alnına küçük bir öpücük kondurup doğruldum yatakta. "sen rahatına bak, ben bizim için yiyecek bir şeyler hazırlayayım."

"minho!" tam kalkacakken yeniden döndüm ona. ismimi söylediği için ikimiz de garipsemiştik aslında, ama çaktırmıyorduk. "biraz daha beraber uzansak olmaz mı?"

"olur tabii." olurdu, hem de seve seve yapardım bunu. ki yaptık da, sıkı sıkı sarılıp başını göğsüme yasladı. "haftasonu burada kalsana." dedim saçlarıyla oynarken. beraber vakit geçirirdik.

"olur... ama yalan bulmamız lazım."

"anne babanın yanına gitmiş olsan?" aklıma gelen ilk şey.

"yıl içinde pek ziyaret etmiyorum ama seni unutmak için gittiğimi söylersem sorgulamazlar herhalde."

"golden'a gelip görürler mi acaba? oraya da mı gitmesen?"

"eve mi tıkacaksın beni? ben o kadar uzun süre evde kalmaya gelemiyorum."

"hmm..." dudaklarımın ucundaki yanağını bu sefer ısırdığımda acıyla inledi. "eve kapatacağım seni. kalkmayacaksın kucağımdan."

standing next to you, minsungWhere stories live. Discover now