episode 16: tek bir kişi bile

1.3K 339 580
                                    

lee minho.

başı sıkışmış hissediyorum.

bu hissin bu kadar tanıdık olması da ayrı bir endişelendiriyor beni. yapmamam gereken eylemleri yapmak, hissetmemem gereken duyguları hissetmek çileden çıkartıyor beni. karşımdakini kırıyorum, kırdığımın, ve bu yaptığımın yanlış olduğunun bilincinde olduğum hâlde o'nun kırık kalbini onarmaya çalışmak zaten yapmış bulunduğum yanlışın üzerine bir yenisini eklemek gibi hissettiriyor. koca bir çıkmazdayım sanki, ama ne yapacağımı bilmiyorum.

en son böyle bir şey hissettiğimde geçmişi geride bırakıp ülke değiştirerek kurtulmuştum bu histen, iki yıl kadar kısa bir süre içinde beni tekrar bulacağını tahmin edememiştim. tahmin edemesem bile bu hisle başa çıkmayı öğrenmiş olmam gerekirdi çünkü yapabildiğim hiçbir şey yoktu şimdi ortada.

jisung'u kırıyor, sonra toplamaya çalışırken ona tekrar ümit veriyordum. onun bu aldığı ümitten cesaret bularak bana yaklaşacağını, yapmaması gereken şeyler yapıp hissettirmemesi gereken şeyler hissettireceğini bildiğim hâlde ona yakın davranıyor, onunla aramdaki sınırı ona suç atarken asıl ben koruyamıyordum.

aramızdaki ilişki öğretmen-öğrenci ilişkisinden çoktan çıkmıştı, öğretmenler öğrencilerini öpmezdi çünkü. öğretmenler öğrencileriyle beraber olmayı akıllarından geçiremezlerdi. geçirmemeliydiler zaten, etik değil çünkü. iş ahlakına uymuyor.

ama akıl kalbe uyduğu zaman, düşünmemen gereken şeyler düşünüyor, gerçekleştirmemen gereken düşünceleri bir anda hayata geçirirken buluyorsun kendini. sonra kalbini aklına uydurmaya çalışıyorsun, bir birlik tutturamadığında mahvediyorsun her şeyi.

son birkaç yıldır hissetmek istediğim, hissetmek için can attığım duyguları hissettiren kişi öğrencim olunca, benden tamı tamına yedi yaş küçük olup ilk heveslerini benimle yaşamaya çalışınca, bu tarz sorunlar doğuyor ortaya. yapamam diye tekrar ediyorum kendi kendime, sürekli. olmaz, onun gençliğine yazık edemem. eğitimini, mesleğimi riske atamam. bakmıyorum yüzüne. bilerek yapıyorum bunu çünkü baktığım anda o güzelliğinin beni bütün bu kurallardan uzaklaştıracağını, yanlışları cezbedici hâle getireceğini biliyorum.

sert davranıyorum. çünkü sınırı ancak böyle kurabilirim aramızda. ama onun kırılgan duyguları, benim en ufak sert tavrıma karşılık gözyaşı içeren tepkiler verdiğinden, bir de sivri dili karşısındakinin kim olduğunu umursamadan yanlışlarını ve hatalarını, kabalıklarını ve aptallıklarını bir bir suratına vurduğundan o sert tavrımı da koruyamıyorum.

iki kolum bağlı bir şekilde kalıyorum resmen karşısında. fark ettirmemeye çalışıyorum ama öylesine zorluyor ki beni, ne yapacağımı şaşırıyorum. olmaz desem aslında nasıl güzel olacağı düşüncesi geliyor aklıma. yapmamalıyım desem neler kaçıracağımı, onun için desem aslında onun neyi istediğini biliyorum.

tenlerimizin aslında ne kadar uyumlu olduğu düşüncesi geliyor aklıma. öpüştüğümüzde belki kendisinin bile fark etmediği, ama benim elimin altında kasılan vücudu geliyor. her bir zerresini öperek rahatlatmak istiyorum, sonra böyle bir şeyi kimin hakkında düşündüğümü hatırlayıp kendime doluyorum.

yetişkin bir birey olması da etki etmiyor bu ikileme, kendisi düşünmeliydi diyerek bırakamıyorum bir kenara çünkü yaş anlamında büyük olmaktan ötürü onun öğretmeni, yol göstericisi olduğumu da biliyorum. ikimizi de düşünmem gerektiğini biliyorum.

her şeyin ötesinde, beraber olmazsak ne kadar üzüleceğimizi de biliyorum.

aklımdaki tüm soru işaretlerinin sebebi de bu oluyor zaten her zaman. ahlak kurallarını yıkacak kadar aşık mıyım jisung'a? yoksa her şeyin başında, olacak her şeyi engelleyebilecek güce mi sahibim?

standing next to you, minsungWo Geschichten leben. Entdecke jetzt