episode 15: duyguların için

1.1K 302 299
                                    

bay lee'nin evinden çıktıktan sonra direkt olarak yurdun yolunu tutmuştum o gün. yolda chan'ı aramış, son iki haftanın şiir dersi notlarını istemiştim. ertesi gün derse katılacağım için sevinmiş, notlarını atmıştı hemen. ama ufacık bir problemimiz vardı ki, bay lee benim gitmediğim derste, final notumuza etki edecek bir şiir analizi yazmamızı istemişti.

chan kendisininkini bana örnek olması için atmayı da teklif etmişti ama onu reddetmiştim, çünkü onun yazısını okursam etkisinde kalır, ikimizin de ödevinin yanmasına sebep olurdum. yurda gittiğimde hyunjin'e olayları anlattım, yaklaşık bir saat boyu oturup lafladık onun yatağında. bay lee ile konuştuklarımı, daha doğrusu onu öptüğümü duyunca tüm katı inletecek bir çığlık atmıştı.

sonuç olarak gece geç saatlere kadar şiir çalışmış, bay lee'nin verdiği ödevi yapmak için uğraşmıştım. başımı yastığa koyduğumda saat sabahın beşiydi. ama değmişti, hiçbir durumda bay lee'nin gözünde kötü bir öğrenci olmak istemiyordum çünkü.

ders saatinden iki saat erken kalkmıştım o gecenin sabahında. hızlı bir duş alıp beni öptüğü gecekine benzeyen bir kombinle çıkmıştım yurttan. tek farkı üzerimdeki badinin renginin griye kaçan bir siyah olmasıydı. belim yine açıktaydı, ama en son böyle bir şey giyindiğimde belimi nasıl kavradığını bildiğimden çekinmeden, hatta büyük bir hevesle geçirmiştim bu üstü üzerime.

fakülteye vardığımda bahçedeki masalardan bir tanesine kendimi atıp ders saatinin gelmesini beklerken iki tane sigara içtim. kokunun üzerime sinmesini de umursamadım, ben buydum, sigara kullanıyordum. isterse sigara kokumla severdi beni.

sınıfa girdiğimde yine felix ve chan'ın onundaki sıraya oturup bekledim gelmesini. kendimi çok fazla düşünmemeye zorluyordum, çünkü düşünürsem kendimi toparlama çabalarım boşa çıkardı ve şu an, bay lee'ye o kadar iddialı konuştuktan sonra kendimi tekrar bırakmak demek, onu kaybetmek demekti. benim kırgınlığımı onarabilmesi için önce beni toparlamak isteyecek kadar sevmesi, hayatına alması gerekirdi.

sınıfa bay lee girdiğinde ufak bir selam verip kimsenin yüzüne bakmadan bilgisayarını kurmaya başladı. kürsüdeki işleri bittikten sonra ise normal zeminden neredeyse yarım metre yüksek olan platformun ortasına geçip ödevleri arkadan öne doğru toplamamızı istedi. yaklaşık iki dakikalık bir süreçten sonra tüm ödevler elindeydi, imza kağıdını cam kenarına bırakıp ödevleri de kendi kürsüsüne bıraktıktan sonra direkt olarak dersine başladı.

sinirli miydi, belki biraz. gözü bana değmiş miydi? bir saat kırk dakika boyu tamı tamına yirmi beş kez. bana bakmış, benimle göz göze gelmişti. her seferinde daha belirgin bir gülümseme yayıldı dudaklarıma, görmesinden de çekinmedim. yine de gelip soru sormadı bana. bugünkü kurbanı ben değildim.

ders bitti, sınıfı olabildiğince hızlı bir şekilde terk etti. bay lee'nin dersinden sonraki dersime girdim ben de. beşte bitti o ders ise. adımlarım arkadaşlarımdan ayrılıp bay lee'nin odasına yöneldi. yüzümün güzelliğinden telefonumun ekranına bakarak emin olduktan sonra çaldım kapısını. içeri girdikten sonra gördüğüm manzara ise, karnımın kasılmasına sebep oldu.

takımının ceketini çıkartmış, sandalyesine asmıştı. beyaz gömleğinin kollarını yarıya kadar katlamış, kemik gözlüğü ve dolma kalemiyle önündeki kağıtlarla uğraşıyordu.

ben odaya girdiğimde başını kaldırıp gözlerime baktı. ama bir şey söylemedi. ben de ona söylemeden bir süre onu izlemeye devam ettim zaten. uzun bir bakışmanın sonunda bir aptal gibi gülümseyen ben oldum.

"merhaba, bay lee."

derin bir nefes verip elindeki kalemin kapağını kapattı. gerçekten söylüyorum, kırıcı birisiydi. tüm sevincim ve neşemle gelmiştim yanına, ne gerek vardı bu tavırlara şimdi?

standing next to you, minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin