episode 4: kapanış sonrası

1K 269 83
                                    

genç yetişkinlik dönemi hayatın en zor dönemi bence. ne kendi başına bir birey olup sadece ve sadece kendi isteklerini yerine getirebiliyorsun, ne ailen ile anlaşıp ortak bir noktaya varabiliyorsun, ne kendi isteklerini gizli tutabiliyor, ne de ailene onların istediği şeyi yapacağın hakkında bir güvence verebiliyorsun.

dışardan bakınca insanlara çok kolay geliyor. büyüdün artık, kendi istediğini yapabilirsin, ailene ihtiyacın mı var? hayır, büyümedim. yirmi üç yaşındayım, anneme de babama da onların desteğine de hâlâ ihtiyacım var. kendi başıma bir hayat kuracak kadar deneyimim, gelirim veya bir güvencem yok. hâlâ onlara bağlıyım, kestirip atamam kimseyi.

hem, kestirip atmak istediğim de yok ailemi. onlara sahip olmayı seviyorum, benim tek memnuniyetsizliğim bana istediğim imkânı sağlamamaları. destek olmamaları veya benim hayatıma müdahale etmeye çalışmaları. onlarla bu konuda da anlaşabilmeyi isterdim.

ama her zaman her şey istediğin gibi ilerlemiyor işte. sigaranı ciğerlerinin en derinine kadar çekerken ve neden kendi hayatında kendi isteklerini yerine getiremediğini düşünürken üniversiteyi bitirdiğin anda belki de bir daha çalma fırsatı bulamayacağın gitardan hevesini almaya çalışıyorsun.

genelde alamıyorum hevesimi. kendimi kaptırdığım için zaman hızlı geçiyor, ben devam etmek istesem de süre bittiğinden sahneden inmem gerekiyor. bu histen nefret ederek iniyorum sahneden. iki buçuk saat boyunca oturacağım masaya doğru ilerlerken gördüğüm kişiyle olduğum yerde biraz duraklıyorum ama.

bay lee.

muhtemelen o beni buraya geldiğinden beri izliyor, çünkü oturduğu sandalye sahneye dönük, önünde ise kimse yok. ben ise kafamdaki düşüncelerden dolayı dışarıyı izleyemediğimden onu fark etmedim. burada öğretmenimle karşılaşmak yeniden geriyor beni. yanına uğramalıyım sanırım.

sakince yanına ilerleyip önünde selam vermek için eğildiğimde yeniden süzdü beni canım hocam. çok da severim kendisini.

hayır, şaka değil. bay lee gerçekten saygı duyduğum bir öğretmen. biraz daha ılımlı bir havası olsaydı daha çok sevebilirdim ama belki.

"merhabalar hocam, iyi akşamlar." söylediğim saçma mı oldu? emin değilim. ama umursamayacağım.

"iyi akşamlar." sanırım şu an gitmem gerekiyor. ama gitmeden önce muhtemelen iyi eğlenceler anlamına gelen bir şeyler de söylemem. ne söyleyeceğimi bilemedim. "göğüs hastalıklarına gittin mi?"

biraz takık bir adam, söyledim ya. "gidemedim hocam. benim aslında bir şikayetim de yok, o gün biraz gecikiyordum dersinize. koşmak zorunda kaldım bu yüzden yetişebilmek için."

"beş yıl içinde ortaya çıkar şikayetlerin. ama tabii senin kararın, ciğerlerini iflas ettirmek istersen ben bilemem."

kastettiği şeyi anladığımda istemsizce adamın suratına karşı güldüm. dişlerimi göstererek, ağzımdan bir hığ sesi bile çıktı. sanırım bay lee'nin karşısında en çok utandığım ikinci anı yaşadım. ilki tüm sınıfın önünde aksan yapmamamı istediği zaman. ah, düşünmek daha da aptallaşmama yarıyor. muhtemelen yeni nesilin ne kadar gerizekalı olduğunu düşünüyor o da içinden. haklı...

"bağımlılık olunca kolay bırakılmıyor maalesef hocam, beni düşünüp de uyardığınız için teşekkür ederim ama." yanından geçip gitmek saygısızca mı? muhtemelen.

konu saygısızlık olunca bay lee hakkında yorum yapamıyorum. derste kendisine saygısızlık yapılmasından nefret ettiğine eminim ama sonuçta şu an derste değiliz. hatta benim mekanımdayız, gücün bende olması lazım.

standing next to you, minsungWhere stories live. Discover now