episode 5: bitemeyen dersler

1K 312 125
                                    

barda beraber oturup içki içtiğimiz o günden sonra bay lee'yi kafama fazlasıyla takmış olmalıyım ki dersinin olduğu gün alarmsız bir şekilde uykumdan sıçrayarak uyanmıştım. sakin bir şekilde hazırlanıp tok bir karınla okula otobüs kullanarak gitmek garip bir deneyimmiş, daha sık yapmak isterim açıkçası. derse girmeden fakülte bahçesinde sigara tüttürecek zaman bulmak, sıraya rahatça geçip oturmak falan... ne bileyim yani. insan alışkın olmayınca garip hissediyor.

amfiye geçip oturduğumuzda önümde de önceden hazırlanıp geldiğim şiir vardı. bir kez daha göz attım bay lee gelene kadar. hapşurup duruyordum, gözlerim sulanıyordu biraz da. ders bitiminde kantinden bir şeyler içmeyi aklımın köşesine not edip felix'ten aldığım peçeteye burnumu sildim. muhtemelen üzerimde ince gömleklerle dolaştığım içindi, ceket giyinmeyi unutuyordum genelde.

ben önümdeki şiire biraz göz atana kadar bay lee girdi sınıfa. üzerinde siyah bir gömlek, siyah bir kravat ve yine siyah, kumaş bir pantolon vardı. genelde daha açık renkler giyinir, üzerine de takımını tamamlayacak bir ceket eklerdi her ne kadar ders ilerledikçe sandalyesine atacak olsa da. bugün biraz daha salaş sayılırdı ama, kollarını bir iki kez katlamış, beyaz tenini gözlerimizin önüne sermişti. saçları yine onu okulda gördüğüm her gün olduğu gibi ortadan ayrılmış, arkaya doğru fönlenmişti.

normalin aksine bugün inek havası vermiyordu. bilgisayarını projeksiyona bağlarken karizmatikti. imza kağıdını kürsüsünden inip duvar kenarındaki sıranın en önüne bıraktığında üstünkörü de olsa hâlimizi veya hatrımızı sormadığını fark etmiştim. genelde sorardı.

bay lee konuşmadıkça tüm sınıf gerim gerim geriliyordu. o sıraların etrafında dolaşırken herkes kurbanın kendisi olmasından korkuyordu.

kurban ben oldum.

ama bunu açıkça beklediğim için gerilmedim. derse her zamankinden daha çok odaklanarak çalışmıştım zaten. bu ders işleyeceği konu hakkında yaptığım araştırmalara dayanarak sorusuna cevaben bir tanım verdiğimde bana soru sormaya devam etti. sorular gittikçe daha spesifik olmaya başlıyordu ve kendisinin konuları anlatırken bu kadar derine inmediğine emindim.

yine de ilerleyebildiğim yere kadar ilerleyip sorularına cevap verdim, üzerinde çalışacağımız dönemdeki bir şairin öldüğü yılı sorduğunda cevap verememiştim. yine de gurur vericiydi, bu sorudan önce sorduğu dört soruya tatmin edici cevaplar verebilmiş olmak yani.

benim sıramdan ayrılıp cam kenarına doğru ilerledi. bir tane kıza birkaç soru daha sordu, dinledim sadece. sonra kendisi dersi anlatmaya başladı. normalde olanın aksine öğrencilerle en ufak bir etkileşime bile girmedi. ironi yapmadı ve dersin konusundan sapmamızı sağlayacak soruların önünü net bir şekilde kesti.

normale kıyasla daha sıkıcı geçen derste herkes sessizken bay lee yeniden benim oturduğum sıraya doğru ilerledi, bana soru soracağı açıktı, tam sırtımı dikleştirmiştim ki art arda iki kez hapşurdum.

çok yaşa cümlesini beklesem de başımda mimiksiz bir şekilde bekledi birkaç saniye daha. sonra gözlerime baka baka sordu sorusunu. bu sırada gözlerim yaşardığından dolayı baş parmaklarıma silmiştim gözlerimi.

henüz anlatmadığı bir konu hakkında bir şey bilip bilmediğimi sorduğunda başımı salladım iki yana. ama bilmiyorum desem de ayrılmadı başımdan. art arda altı farklı olay ismi söyledi. hiçbirini bilmediğimi söyledim, aslında bir tanesini duymuştum ama twitterda okuduğum bir bilgi olduğu için güvenilirliğine inanmadığımdan rezil olmayı da göze alamamıştım.

bay lee sürekli bu şekilde takılı kalırdı öğrencilerine. yani bir derste eğer bir öğrenciyi gözüne kestirdiyse dönüp dolaşıp o öğrenciye sorardı sorularını. o yüzden garipsemiyordum. hatta normale kıyasla daha rahattım, iki gün öncesinde onunla karşılıklı oturmuş olmanın verdiği bir rahatlıktı sanırım bu.

standing next to you, minsungOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz