41. BÖLÜM: BİR KİBRİT YAKTI BİRİ VE BİR YANGIN ÇIKTI ŞEHRİN SONUNU GETİREN...

177 18 3
                                    

🎵Multimedya; İndila- Love Story [Türkçe Çeviri]

Merhabalar, minik ailem...

Nasılsınız? Umarım her şey yolundadır? 41. Bölüm ile sizlerleyim! Sizi o kadar çok özledim kiiii... Uzun zamandır kendimi toparlayıp bir şeyler yazamıyordum. Bazı sorunlar ve olaylar peş peşe geldiği için kendimi yazmaya veremedim. Mesaj kutum size 7/24 açık. Kurgum hakkında yorumlarınız, benim hakkında yorumlarınız, anlatmak istedikleriniz ya da sadece selam vermek için bile uğrayabilirsiniz. Sizlerle yan yana olmayı oldukça fazla seviyorum. Umarım çok sevdiğiniz ve yorumlarınıza değen bir bölüm olur...

Instagram hesabımız; @matmazelinhikayaleri

Sizleri seviyorum...

Kendinize çok dikkat edin.

Bir gün hepinizle yan yana olmak dileğiyle...😊🤍

😊🤍

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

🫧

Yer yerinden oynarken insanın içinde bir yaprağın bile kımıldamaması tam olarak hangi duygunun içinde yer alırdı? Bir rüzgar nasıl bir şeyleri yerinden oynatmazdı ki? Sorun rüzgarda mıydı yoksa kımıldamayan yaprakta mı? Ya da ikisini de içinde yer veren insanda mı? İnsanın suçu tam olarak hangi noktada başlıyordu? Hangi suç bizim ilk günahımızdı? Var olmamız mı yoksa yaşamaya başlamamız mı? Dünyaya gözlerini açmak suç sayılır mıydı mesela? Peki, eğer dünyaya gözlerimizi açmak suç sayılıyorsa gözlerimizi kapayıp ayrıldığımızda dünya neden birilerinin içinde kıyametler yaratıyordu? Neden göz yaşlarımız birilerinin gözünde bizi güçsüz gösteriyordu?

Peki ya tüm suç insanda mıydı? İçindeki yaprağı bile kımıldatamayan rüzgar çok mu masumdu? Hangi rüzgardı mesela o yaprağı yerinden kımıldatamayan rüzgar? Tatlı bir yaz esintisi miydi yoksa peşinden hırçın bir tipiyi getiren bir fırtına mı? İki aşığın öpüşürken vücutlarını başkaları görmesin diye saran tatlı bir dost olanla rüzgarla bir yavrunun soğuktan dönerek ölmesini sağlayan rüzgar aynı yerden doğup aynı yerden esmez miydi? İki insanı sarılması için birbirine iten ile iki insanın birbirine sırtını dönüp ömür boyu birbirlerinin arasında var olacak mesafeyi koruyan aynı rüzgar değil miydi?

Bir şeyi anlamlı kılan nedir? Onun için akıtılan gözyaşları mı yoksa yakılan anlar mı? Kim daha çok ateşi harlardı? Birbirinde anlam bulan iki beden mi yoksa birbirine ömür boyu nefreti dinmeyecek olan iki beden mi? Hangisi seni insan gibi hissettirirdi? Birinin kollarında yer almak mı yoksa yok olanın arkasından ağlamak mı? Hangi duygu bir diğerinden daha fazla anlamlı ya da anlamsızdı ki? Hepsi bir felaketin ve bir cennetin başlangıcı değil miydi?

İnsanın yapı taşı neydi? Temel ihtiyaçları, onu oluşturan, onu insan kılabilen neydi?

Kaybetmenin içine mi sokabilirdik bu ruh hâlini yoksa duygusuzluğun altını mı bu ruh haliyle doldurabilirdik? Aslında iki seçenekte mantıksızdı en az sonsuz kadar olan diğer seçeneklerinde mantıklı gelmemesi gibi... Bir insanın ağlamalara sessiz kalması neden olurdu ki? Bir insan etrafında canının yanında belli olan bir canlıya nasıl cansız kalırdı?

Cevabı bulamıyordum. Cevabı sorunun ana nedeni annem olduğunda da bulamamıştım ana karakteri Beren olduğunda da...

İki durumda da bildiğim tek şey vardı; insanlar sizi yargılamak isterlerse yaparlardı. Bir rüzgar esintisi bile size suçlamaları için yeterdi, sizin içinizde yaprağı bile kımıldatamayan o rüzgar onlar için kıyamet olurdu ve evler, sizin üstünüze yıkılırdı.

Evler, Beren'in üstüne yıkılmıştı.

Her şeyin bir cennetten bir cehenneme dönmesi sadece on saniye sürmüştü. Bilmeden bir ateşi harlamamız ve o ateşin bizi yakması sadece on saniye sürmüştü, belki de dokuz. Emin değildim. Aynı Beren'in göğsüme yasladığı yüzünden yer bulan bu kaçıncı göz yaşı olduğundan emin olamadığım gibi bunlardan da emin değildim. Her şey amacımız sadece masum bir kızlar günü yapmak iken şu an nasıl bir anda işler bu kadar karışmıştı onu da anlamamıştım. "Öldüreceğim onları!" Bera'nın evdeki başka bir şeyi kırma sesi geldiğinde Beren kollarını bana daha sıkı sarıp kollarımın arasında titremişti. "Bırak beni Güneş! Beray sende geliyorsun benimle! Elbet biliyorsundur kim olduklarını!" Bir şeylerin daha kırılma sesi geldiğinde evde oldukça fazla olan bağırma ve itiş seslerine yenisi eklendi. "Kendine gel!" Salondan iki kat yukarıda Bera'nın yatak odasında olmamıza rağmen Göktuğ abimin bugün içinde olan en yüksek desibeldeki sesi çıkararak bağırışıyla titrediğimde Beren yeniden hıçkırarak ağlamaya başlamıştı.

Sosyal medyaya attığımız postların birinin altında başlayan sözlü kavga alevlenmiş ve bilmediğimiz, ağlayan Beren'in konuşamamasından dolayı sadece yorumlardan duyulanlar ve daha farklı sosyal platformlara taşarak algı yönetimi yapan bir kitle tarafından öğrendiğimiz bilgilerle herkes fazlasıyla gerilmişti. Beren'in attığı postta Ege'nin yorum yapması ile anladığım kadarıyla şimdiye kadar sadece okul içinde kimseye haber vermeden Beren'e yapılan baskı ve psikolojik şiddet şu an tüm sosyal medyadaydı. Yorumlar, Beren'e yapılan geçmiş baskıların videoları ve fotoğrafları yayılmış, doğrusunu bilmediğimiz olay dilden dile yayılmaya başlamıştı. Bununla da kalmamış, tehdit mesajları ve telefon numarasının yayılmasıyla tehdit aramaları başlamıştı. Yatağın üstünde bir saniye bile susmayan numara bir kez daha çalmaya başladığında ikimizin de gözleri telefonu bulmuştu. Yine telefon rehberinde kayıtlı olmayan bir telefon numarası ararken Beren'e daha sıkı sarıldım. Beren biraz sakinleşebilse aşağı inip Bera'ya bakmak istiyordum çünkü anladığım kadarıyla şu an hiç sakin değildi. Odanın kapısı açıldığında Beren titreyerek bana daha sıkı sarıldığında Güneş, Ata ve Beray odaya girmişti. "Ne demek kaldıramıyorsun Berke! Olayın farkında mısınız siz abi! Kıza ne yapıldığının farkında mısınız!" Kısa bir an karşı tarafı dinlese de tekrar bağırmaya başlamıştı. "Çökertin lan siteyi. Daha önce yapmadığınız şey mi sanki! Bana ahlak bekçiliği yapma Berke! Sileceksiniz, atılan her videoyu, atılan her fotoğrafı ve resmi hatta gerekiyorsa atılan her saçma sapan yorumu sileceksiniz!" Beren çıkan sesten daha da korkarken ona daha sıkı sarılıp başımı göğsümdeki başına yasladım.

"Ata sakinleş, kızı daha da korkutmayın." Güneş bize yaklaşıyorken aşağı kattan gelen büyük bir gürültü ile herkes duraksadı. Beren kafasını zorlukla kaldırırken "Abi..." dedi sesi titreye titreye. "Beray." dedim Beren'den uzaklaşırken. Beray anlamış gibi hızlıca kız kardeşine sarılırken odadan hızlı adımlarla çıkan Güneş'in peşine takılmış merdivenleri tek solukta iniyordum. Salona girdiğimizde artık bahçeye açılan bir cam kapının olmadığını ve bahçenin ortasında duran bir sandalyeyi gördüğümde Bera'yı zorla tutan bir Furkan abimi gördüm. Göktuğ abim Bera'nın yüzüne doğru bir şeyler anlatmaya çalışırken Gökberk abimde içeri girecek olan görevlileri bir hareketiyle geri göndermişti. "Kardeşime zarar vermekle tehdit ediyorlar beni!" Bera, Göktuğ abimin yüzüne karşı hırsla bağırırken gözlerimi kapadım. Yüksek sesten nefret ediyordum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Kimse burada değildi. Reis dede ve ailesi cenaze nedeniyle iki gün önce memlekete gitmişken babam, Kerem amcam ve Sevgi Teyze ise yurt dışına çıkmak zorunda kalmışlardı. Annemin tedavisi için yurt dışındaki bir hastane ile anlaşılmış fakat babamın gitmesine gerek olmasa bile gitmek istediği için bizimkilerde onu yalnız bırakmak istememişti. Sabah saatlerinde buradan uçağa binip gittiklerinden sonra olan şeylerin bu kadar korkutucu olması nefesimi tıkıyordu.

Evin zilinin üst üste basılması ve kapının yumruklanma sesini çıkan gürültüden dolayı kimse duymuyor olacak ki hızlı adımlarla kapıya gitme görevini ben üstlenmiştim. Kapıyı açtığım gibi karşımda olan Yılmaz ailesi ve tanımadığım on kişiye yakın kişi karşımda dururken Hakan Yılmaz hızla bana sarılmıştı. Bir an şaşkınlıkla bocalarken kulağında olan telefonu bile onun konuşması ile yeni fark etmiştim. "Geldim ben Mehmet, acele etmeyin. Biliyorum ilk uçakla geleceğinizi sakin olun ben ilgileneceğim. Adin iyi. Şu an yanındayım." Başını eğerek göz göze gelmemezi sağladığında babamla konuştuğunu anlamıştım. "Tamam, sakin olun çocuklarla ilgileneceğim. Sevgi ile ilgilenin siz. Çocuklar bize emanet." Fatih abi, bize kısa bir bakış atıp içeri geçerken gözlerim onu takip etmişti. Hakan Yılmaz telefonu kapatıp bakışlarını bende duraklatırken gözlerindeki endişeyi görmüştüm. "Korktum biraz." dedim hissettiklerimi törpüleyerek. Yüzüme doğru düşen saçları geri iteledi. "Tamam, ben halledeceğim."

Bera yine büyük ihtimalle bir yerleri yıkıyor olacakken arkadan başka bir şeyi devrilme sesinin gelmesi ile irkilmiştim. Aslında ilk başta böyle tepkileri yoktu. Daha ki ev adresinin yarı yarıya paylaşılması ve tehdit aramalarının çoğalmasıyla birlikte biz yukarı onun odasına çıkarken aşağıdan yükselen seslerden anladığımız kadarıyla Bera'nın dışarı gitmesine izin vermeyen abilerimle olaylar büyümüştü. Bera şu an bir alev gibiydi, fark etmiyorlardı ama ona uzanan her el onu kışkırtıyordu. Hakan Yılmaz'ın ayrılması ile içeri doğru yürüdüm çekinerek. Bera zorla bir koltuğa oturturulmuştu ama orada kalmak istemediği için verdiği çabaları görebiliyordum. Fatih abi olanları dinlemeye çalışırken korkarak da olsa Bera'ya doğru yürümeye başladım. Hemen yanında duran Güneş beni görünce kısa bir an düşünse de tutuşu biraz daha gevşemişti. Bera ile göz göze gelmemle bakışlarındaki ateşi görürken o beni görmenin bocalamasını yaşamıştı. Sanırım aşağı ineceğimizi düşünmüyordu. Onu anlayabiliyordum, kardeşi tarafından bir hasar alma ihtimali vardı daha da önemlisi kardeşinin bir hasar alma ihtimali vardı ve yarası açık olan birini tutmak imkânsızdı. "Korkma." dedi titreyen sesiyle. Sakince oturduğu yerden kalkarken herkesin yükselen stresten dolayı sadece ortadan oluşturdukları gruba olayları tekrar anlattıklarını gördüğümde biraz daha ona yaklaştım. "Korkma, zarar vermem asla sana." O bana tamamen yaklaşmadan ben ona yaklaştım ve sarıldım.

Kimin ne düşündüğü önemli değildi, onun canı yanarken çevremdeki insanları düşünemezdim. "Biliyorum, sen kimseye zarar vermezsin." dedim az önceki 'Öldüreceğim.' bağırışlarının asıl içeriğini bilerek. Kendimi kandırmıyordum, doğrusu buydu. Bera, birine zarar verebilecek bir adam değildi. Onun insanlık hissi ve duyguları her şeyden üstündü. O canı yananla beraber oturur ağlar, acısı olan birlikte acının yasını tutardı. O birine acı yaşatacak bir adam değildi. "Beren iyi mi?" dediğinde başımı iki yana salladım doğruyu söyleyerek. "Yukarıda, çok ağlıyor. Durduramayınca ve aşağıdaki seslerde yükselince Beray'a emanet edip yanına geldim." Kollarını bana sararken her zamanki gibi görünmez olmaz için biraz daha geriye doğru adımladık. Kolları arasındayken burnunu saçlarıma yaslamıştı. "Sakinleşmem gerek. Mantıklı düşünemiyorum. Kız kardeşime uzanan her eli
yok
etmek istiyorum." Onu anlamak zor değildi, onu anlamak diğer insanlar için dünyanın en zor şeyi olsa bile benim için onu anlamak nefes almak gibiydi. "Evet," dedim parmaklarımı ensesinde saçlarının bittiği yere getirip orada dolaştırırken. "Sadece biraz sakinleşmen gerek. Hem tek başına da değilsin. Abimler burada, Güneşlerde burada hatta Hakan Yılmaz da burada."

Kollarımın arasından çıkmadan ensesine dolanan kolumun dirsek kısmına derin bir öpücük bırakırken gözlerini kapatmıştı. "Sen buradasın." dedi saydığım tüm insanların aksine. "Evet, ben de buradayım." dedim sesimi kısık tutmaya çalışarak. Çoğu zaman kendimi her kötü hissettiğimde yanımda milyonlarca insanın var olduğu görsem bile Bera'nın yanımda olduğunu bilmek beni huzurlu hissettirirken onunda bu cümleyi söylemesi beni şaşırtmamış aksine beklediğim bir tepkiyi dile getirmişti. "Nasıl çıkacağız bu işten? Sana bir şeyler anlattı mı?" dediğinde başımı iki yana salladım. Beren, tanıdığım Beren'in aksine ağzını açıp tek bir ses bile çıkartmıyordu. "Beray?" Bu sefer ki sesi sanki bir şeylerden şüpheliymiş gibi çıkarken yutkundum. "Bera, ben Beray'ın bir şeyler bildiğini düşünmüyorum. Beray, bunları bilseydi arkasına dönüp bunu görmezlikten gelecek biri değil. En az senin kadar o da Beren'in abisi. Biliyorum, yapmazsın ama ortam bu kadar hassasken kelimelerimize biraz daha dikkat etmeliyiz belki de."

Derin bir nefes almıştı. "Anladım, anladım ne demek istediğini. Haklısın, Beray bilseydi bize söylerdi. Hem geçen senenin son ayına kadar Beray da başka bir okulda okuyordu. Eğitim kamplarını beğendiği bir okulu Beren'in hareketlerinin durgunlaştığını fark ettiği için bu okula geçmişti. O sırada olmuş olmalı." Sanırım artık biraz daha sakinleştiği için zihnini daha rahat toparlayabiliyordu. Fark etmeden de olsa hafif sağa sola sallandığımızı hissetsem de sesimi çıkarmadım. Zihnini toparlarken onu benim varlığımı sararken kendisi bana seslenene kadar sessizce durmaya karar verdim.

Belki olmaması gereken bir olayın içindeydik ve belki de yapmamamız gereken bir şey yapıyorduk ama önemli değildi.

Hiçbir şey onunlayken hissettiğim duygular ve onun kadar önemli değildi.

Olması gereken buydu.

Olması gereken tek şey buydu.

Ne olursa olsun biz birbirimizin kolları içinde olmalı ve tüm savaşa rağmen birbirimize sıkıca tutunmalıydık.

"Sen bana sarılana kadar sanki nefes alamıyordum." dedi kollarının bedenimdeki tutuşunu biraz daha rahat bir seviyeyi getirirken. "Her seferinde tam boğulmak üzereyken nasıl bana nefes olabilirsin? Bunu asla anlayamıyorum." Yaklaşmak istesem de dikkatleri çok da üzerimize çekmek istemiyordum. "Beren ile bir konuşma yapmalıyım." Kendi zihninde artık bir şeyleri öncelik sırasına koyması biraz bile olsa kendini toparladığı anlamına geliyordu. "Bence de ilk olayı Beren'den dinlemen gerek. Belki kendini açıklamak ister ama çok o ruh hâlinde olduğunu düşünmüyorum. Fakat yanında olduğumuzu bilmesine ihtiyacı var."

Ufak bir boğaz temizleme sesini duyduğumuzda Bera kollarını iyice gevşetirken çekinerek bize bakan Nazan Hanım'ı gördüğümde kollarımı Bera'nın vücudundan çeksem de bir elim gizliden de olsa üstündeki sweatshirtün ucunda kalmıştı. Aslında Nazan Hanım dikkat etse bunu fark edebilirdi ama o da paniklemiş gözüküyordu. "Bu kadar adamın bir anda sakinleşebileceğini düşünmüyorum ve Hakan'ın sizi görünce ne tepki vereceğinden de emin değilim." Nazan Hanım'ın çekinerek söylediği sözlere karşı Bera benim önüme biraz daha geçerken Nazan Hanım panikle birkaç adım geri gitmişti. "Yanlış anlamayın, benim amacım yargılamak ya da bir yorum yapmak değil ki buna hakkım olduğunu da düşünmüyorum. Sadece herkes bu kadar gerginken öğrenmeleri yerine biraz daha sakinken öğrenmeleri daha iyi olur gibi yani sizin öyle bir amacınız mı var tam bilmiyorum ama." Nazan Hanım'ın panikten dolayı daha da karmaşıklaşan cümleleri ile asıl amacının bizi rahatsız etmek değilde uyarmak olduğunu anlamıştım. Hâlâ bu kadar yakınımda çok tanımadığım insanların olması beni geriyordu, tanımadığım insanlardan biri öz babam olsa bile.

"Minik kaplumbağa, Nazan Hanım'a evin mutfağını gösterip bize kahve hazırlamaya ne dersin? Eminim biraz kahve herkesin sinirlerine iyi gelecektir." Bera, onun sweatshirtünü tutan elime uzandığında Nazan Hanım'ın da bakışları elime kaymıştı. Ellerim titriyordu. Korktuğumda ve tedirgin olduğum her anda titredikleri gibi titriyordu. "Korkmana gerek yok, sakinleş." dedi Bera elimi sweatshirtünden kurtarıp avucumun içini okşarken. "Nazan Hanım," Bera'nın seslenişi ile bakışları Bera'ya dönmüştü. "Adin'e eşlik etmek ister misiniz?" Nazan Hanım hızla başını sallamıştı. "Elbette." Bera'nın güven verici gülümsemesi eşliğinde elini bırakıp mutfağa doğru ilerlerken arkadan gelen tıkırtı sesleriyle Nazan Hanım'ın da beni takip ettiğini anlamıştım. Mutfakta oturan görevliler kapıdan girmemiz ile ayaklanırken içlerinden bazılarının tedirgin olduğunu görüyordum. "Adin Hanım her şey yolunda mı?" Aralarında en çok gördüğüm benden yaşça büyük olan hanımefendinin ismini hatırlamasam da yüzünde yer alan endişenin gerçekliği ile elimden geldiğince gülümsemeye çalıştım.

"Merak etmeyin, halledilemeyecek bir şey değil. Bu arada rahat olun lütfen. Bana Adin demeniz yeterli." Birçok kez Kerem amcalara gelmiş olsam da çok mutfakla veya yemekle işim olmadığı için görevlilerin hepsini ilk defa bir arada görüyordum. Bir adım geride duran Nazan Hanım'a döndüğümde tanıştırmak amaçla kendisini göstermiştim. "Nazan Hanım, bizim..." dedim kısa bir ara vererek. Nasıl tanıştırmam gerektiğini bilmediğim için teklerken cümlemi gülümseyerek Nazan Hanım toparlamıştı. "Aile dostlarıyız. Eğer ki sizin içinde uygunsa mutfağı biraz kullanmak istiyoruz." Az önce konuşan kıdemli olan görevli hemen paniklemişti. "Kusur mu ettik hanımefendi? Siz istedikleriniz söyleyin biz hemen hazırlarız." Nazan Hanım üstündeki ceketi çıkarıp oldukça fit duran vücuduna yakışan diz üstü bir elbise ile dururken gülümseyerek başını iki yana sallamıştı. "Hiç yorulmanıza gerek yok ayrıca ne kusuru. Biz içerideki beyleri sakinleştirecek bir kahve yapalım istiyoruz. Oturun lütfen." dedikten sonra dolaplara bakarken ben olaya el atma ihtiyacı duymuştum.

"Kahve kupaları burada." Kupaların olduğu rafı açtığımda gülümseyerek beni onaylamıştı. Oldukça fazla kupayı indirirken kısa bir an cezvenin de yerini bulup çıkardım. "Gökberk abim granül kahve içmez. Aynı zamanda Furkan abimde." dediğimde Nazan Hanım duraksamıştı. "Ata, Fatih ve ben de içmem aslında. Hepimiz sade kahve bağımlısıyız. " dediğinde onu başımla onaylayıp önüme dönmüştüm. Beş ölçek kahveyi cezvenin içine koyarken kısa bir an duraksadım. "Peki ya Hakan Yılmaz?" dedim mırıldanarak. Nazan Hanım'ın bakışları bana dönerken kısa bir an göz göze öylece kalmıştık. Sanırım o da en az benim kadar olayın absürt yüzünü fark ediyordu. "O kahve sevmez." dediğinde bakışlarımı kaçırıp kafamı onaylamak amacıyla salladım. Cezveyi ocağa koyup en kısık ayarda ocağı açtığımda kenarda duran bitki çaylarına gözüm çarpmıştı. Onun bir keresinde babamla oldukça derin bir sohbet içerisindeyken bizim görevlilerin birine kayısı çayının olup olmadığını sorduğu aklıma geldiğinde kenarda duran kayısı çayı dolu paketi alıp onu da demlemeye başladım. Nazan Hanım kahve makinesini ayarlayıp kupalara kahveleri hazırlarken ben de bir yandan çayı hazırlıyor bir yandan da cezvedeki köpüğü fincanlara eşit dağıtmaya çalışıyordum.

Ata yine elindeki telefonla konuşarak içeri girdiğinde çıkan sesten dolayı ona dönmüştüm. "Tamam, ne kadar hesap, yorum, video ve fotoğraf paylaşan varsa hepsinin isimlerini aldınız değil mi? Hepsini mahkeme koridorlarında bir genç kızın üstüne iftira atmaktan, bir kişi üzerine psikolojik baskı yapmaktan bununla kalmayıp attıkları ifşalarla da fiziksel şiddet uyguladıklarını da katarak insanları ayaklandırmaya çalışmaları dahil özel hayatın gizliliğinden tut iftira ve tehdit mesajlarına kadar her konuda dava edeceğim. Beren'in bundan sonra tüm hayatı boyunca bir gün bile çalışmadan, üstelik durmadan alışveriş yapsa bile hayatının sonuna hatta ve hatta torunlarının da hayatının sonuna kadar yetecek parayı onlardan adaletle alacağım. Bırakma işin ucunu Berke. Tek bir haber, ailelerini merakta bırakacak tek bir atak daha görmek istemiyorum. Buradaki ekipte bilgisayar başındalar." dediğinde kendine bir su doldurmuş ve tezgaha yaslanarak içmeye başlarken karşı tarafı dinlemişti.

"Hayır, Ege denilen kişinin olayla ilgisi yok. Onlar hakkında bir şikayette bulunmayacağız ama onu da dahil ederek yapılan tüm her şeyi ele alın. Onlarla da ayrı davalarda görüşeceğim. Kanıma girildi bir kere. Bu kızın bir gözyaşı aktıysa beni durdurabilecek hiçbir şey yok artık. Tamam Berke. Çok konuştun. Kapat artık." Homurdanarak telefonu kapattığında göz göze gelmemiz ile bana göz kırptı. Cezvedeki kahveleri fincanlara boşalttığımda hepsinin köpüklü olması aşırı hoşuma gitmişti. "Oh, mis gibi koktu." Fincanlardan birine uzanmak isteyen Ata'nın eline Nazan Hanım hızlıca vurmuştu. "Hayır Ata. Tepsiyi Adin'in elinden al ve servis yap." Ata ciddiyetle Nazan Hanım'ı onaylarken onun önünde duran kupalardan birkaçını da eklemişti tepsiye. Nazan Hanım birkaç kupa daha kahve çıkardığında ben cezveyi ve çıkan bulaşıkları hızlıca sudan geçirip makineye koymuştum. Ata'nın gelmesiyle mutfağı terk eden görevlilerle beraber mutfakta sadece üç kişi kalmıştık zaten. Bende bir tepsiye iki tane çay fincanı çıkardıktan sonra demlenen kayısı çayını fincanlara boşaltıp mutfaktan çıkmaya hazırlanan ikilinin peşine düştüm. İçeri girdiğimde Bera'nın yanında abisine sarılarak ağlayan Beren'i gördüğümde yüzümde istemsizce bir gülümseme yer edinmişti. Herkese fincanlar dağıtırken Bera'nın önüne tepsiyi uzattığımda bardaklardan birini almış ve gülümsemişti. Elindeki fincanı kısa bir an masanın üzerine koyarken kardeşinin alnından öpüp yüzüne gelen saçlarını geriye itti.

"Sakinleş abicim. Hadi bebeğim. Bak bize
Adin ne hazırlamış. Hadi bir yudum alalım."
Beren kafasını iki yana sallasa da ona bakan bakışlarımı gördüğünde dolu dolu olmuş gözleri ile bana bakmıştı ve ardından abisinin dudaklarına yasladığı fincandan bir yudum almıştı. İçimin ısındığını hissettim. Sabahtan beri o kadar fazla ağlamıştı ki hâlâ devam eden iç çekişlerine ve titreyen vücuduna rağmen çaydan bir yudum bile alması beni mutlu etmişti. Adımlarımı devam ettirip çekinerek de olsa Ahunaz'a sarılan Hakan Yılmaz'ın önünde durup tepsinin içindeki fincanı ona doğru uzattım. Hakan Yılmaz elimdeki tepsiye baktıktan sonra şaşkınlıkla kalkan kaşları ile bana bakınca istemsizce elimdeki tepsi titremişti. Hakan Yılmaz tepsiyi tutarken başka bir şey demesine izin vermeden hızlıca Göktuğ ve Gökberk abimin ortasındaki boşluğa doğru ilerleyip oturdum.

Göktuğ abim elindeki kahvesini öyle gelişi güzel tutuyordu ki istemsizce uzanıp derin bir yudum aldım. Kısa bir an dinlediği Güneş'ten bakışlarını çekip bana baktıktan sonra Güneş'i kafasıyla onaylarken dudağımın kenarından akan damlayı sildi. "Öyle zaten merak etmeyin başımızı belaya sokmayız. Birkaç mesaja cevap vermemiz gerekti. İade gibi düşün." Abim sevdiğimi anlamış olacak ki bardağı bana uzattığında başımı iki yana sallayıp bir yudum daha aldım sadece ellerimle destekleyip. "Yavrum yavaş iç." dedim abim dudaklarımı avucuyla temizlerken. Onu başımla onaylarken Hakan Yılmaz'ın kenarında oturduğu sandalyeden kalkıp fincanını masaya bırakan Ata'ya bakarken hemen ardından ayakkabılarını çıkarıp amcasının yani Hakan Yılmaz'ın oturduğu koltukta Ahunaz ile Hakan Yılmaz'ın arasındaki boşluğa basıp bir anda koltuğa çıktı. Şaşkınca ona bakarken Hakan Yılmaz hızlıca onu tutmuştu. "Oğlum ne yapıyorsun!" Hakan Yılmaz yaşlarında olan bir adam şaşkınca yüksek tonda konuştuğunda Ata çoktan amcasının arkasında durup koltuğun tepesine çıkıp oturmuştu. Şaşkınca ona bakanların aksine şaşkınca o da bize bakıyordu.

"Ne yapayım baba kirli ayakkabı ile mi basayım koltuğa?" Ata'nın söyledikleri ile istemsizce gelen gülme isteğimi durdurmaya çalıştım. Karşıdaki adam kızarırken hepimiz de kısaca gözlerini gezdirmişti. Sabahtan beri ağlayan Beren bile şaşkınca Ata'ya bakıyordu. "Koltuk tepesine çıkmamaya ne dersin oğlum! Kaç yaşında adamsın ciddiyeti iyice bıraktın elinden." Ata oflayarak kendini sağlamlaştırdı. "Ben ciddiyetimi adliyede elimde tutuyorum. Bana o yetiyor. Ayrıca ne var? Yabancı mı var sanki. Bizim mükemmel ailemiz, sonradan öğrendiğim öz kuzenim ve onun mükemmel ailesi." dediğinde beni göstermesi ile karşımda Hakan Yılmaz'ın kardeşi olduğunu öğrendiğim adamla göz göze gelişimle beraber gözlerimi kaçırmıştım. "Ve kenar mahallesi gülü Furkan var. Yabancı mı var sanki?"

"Bak Ata, oğlum cidden zaten geliyorlar sağdan soldan bana. Beni kışkırtma. Seni o kenar mahallesinin kaldırımına gül fidanı diye dikerim. Kimse alamaz elimden." Ata gülüp dişlerinin üstünde dilini gezdirdi. "Hadisene gülüm, dik beni." Furkan abim ayaklanacak iken Güneş gülerek tuttu onu. "Gençler! Gençler! Sanki daha önemli işlerimiz var gibi. Ne dersiniz?"

Ata keyifle yerine otururken Furkan abim sadece gözlerini devirdi. "Ne nemrut insanlarsınız? Ben olmasam neşeniz olmayacak. Bu arada Adin, sen babamla hiç tanıştın mı?" Ata'nın bana yönelik konuşmasına karşı onlara bakmadan başımı iki yana sallayıp dizlerimi kendimi çekerek kollarımı etrafına doladım. Aslında Ata'nın ortamı yumuşatmaya çalıştığını anlıyordum ama öz babam olan Hakan Yılmaz'a bile daha alışamamışken onun ailesinden başka birileri ile iletişim kurmak bugün yaşadığımız gerginlik arasında isteyeceğim en son şeydi. Sanırım bir "Hoş geldiniz." ve ya "Merhaba." demek gerekiyordu ama bunu yapmak istemiyordum. Bakışlarımı çekinerek Hakan Yılmaz'ın oturduğu yere dikerken onun gözlerinin zaten bende olmasıyla göz göze gelmiştik. Hızlıca gözlerimi geri kaçırırken ortamdaki sessizlik kulak çınlatıyordu. Kimse bir an ne yapacağını bilemezken "Ne yapmayı düşünüyorsunuz?" diyerek ortamın içindeki sessizliği Eda bozmuştu. "Olayın tam içeriğini kimse bilmiyor." Gökberk abim soğuk kanlı olmaya çalışarak bir kolunu omuzlarıma sardı. "İlk olarak yapılması gereken olayın aslını öğrenmek ve bu olaydan Beren'i en az hasarla çıkarmak olmalı." Ahunaz, geldiğinden beri gözlerini ayırmadığı telefonundan başını kaldırarak konuştu. "Çok farklı dedikodular var. Ana nokta hep aynı yere çıksa da farklı yolla anlatımlar aşırı fazlalaşmış durumda sosyal medyada." Ata, elindeki kupayı daha sıkı sarıp kıkırdadı. "Çok iyi, çok iyi. Budaladıkça elimizde daha fazla koz olacak. Hepsini tek tek o adliye koridorlarında süründüreceğim. O fotoğraflar ve videolardaki herkes kadar o yorumları yapanlar da suçlu ve hepsi Beren'in ayaklarına kapanacaklar." Ata'nın gözlerindeki intikam içgüdüsünü görmemek imkânsızdı.

"Ata, sakinleş." Öz amcam olduğunu yeni öğrendiğim kişinin konuşmasına karşılık kısa bir an bakışlarım ona dönmüştü. Herkes bir şeyler diyebiliyordu ama ben ağzımı açıp konuşamıyordum sanki. Beren kötüydü, hem de çok kötüydü. Normalde aşırı enerjik bir kız olsa bile günün sonunda onun da yalnız kaldığı bir zaman dilimi vardı ve her şey asıl orada başlıyordu. Beren'in buraya ilk taşındığım zamanlarda geçirdiğim bir kriz sırasında benimle aynı kaygılı hâlleri paylaştığını görmüştüm. Tüm arkadaşlığımız boyunca o benim aksime bu konularda içine kapanık biri hâline geliyordu. Ona ne kadar ısrar edersem edeyim anlatmadığı için ben de istemsizce çözümü zamana bırakmıştım. Onu zorlamak istememiş, bir gün anlatmak isterse ilk bana gelir zaten diye düşünmüştüm.

Ama sanırım sorun hiçbir zaman bu kadar basit olmamıştı.

Bu kadar büyük olaylar olurken Beren'in nasıl yalnız kalmasına izin vermiştim ki? Arkadaşlığımızda bir sorun mu vardı?

Belki de ben sadece kendimi düşenecek kadar bencildim ve belki de sorun tam olarak buydu. Onun hayatında önemli olduğumu düşünüyordum ve o da benim için oldukça önemliydi. Çoğu şeyi koşup ilk ona anlatıyordum. Bera ile sevgili olmam, annem ile olan kavgalarım ve şiddetlerim hariçti tabii. Bunları eleyince geriye ne kalıyordu ki bakılınca... Onunla yakın arkadaş olduğumuzu düşünmüyordum, öyleydik. Öyleysek neden şu an olan hiçbir şeyden haberim bile yoktu ve her şeyle savaşmak neden Beren'e kalmıştı ki? Neden her şeye tek başına göğüs germeyi tercih etmişti. Bana neden anlatacak kadar güvenememişti? Beren karşımda titriyordu. Bacaklarını kendisini çekmiş titreyen kollarını bacaklarına sarmıştı. Beray, elini kız kardeşinin saçlarına atmış uçlarını okşuyordu. Beren hepimizin gözlerinin önünde titreyerek ağlıyordu ama hiçbirimiz bir şey yapamıyorduk. Belki ben titremiyordum ve ağlamıyordum ama onun ne hissettiğini anlamaya çalışıyordum.

Sorun buydu, anlayamıyordum. Oysa ki benim yerimde Beren olsaydı o beni anlardı. Anlatmam gerekmezdi ve o, bütün sorunu çözerdi. Belki de ben sadece iyi değil arkadaş bile değildim. Ondan başka arkadaşım olmamıştı bu zamana kadar. Acaba bu yüzden mi bu kadar bocalamıştı. Yanlış mı anlamıştım arkadaşlık kavramını. Zihnimde oturmayan şeyler vardı. Çözemiyordum. Neden anlatmamamıştı? Ya da anlatmak istemiş ama anlatamamış mıydı? Anlatamayacak kadar onda nasıl bir güvensizlik hissi yaratmıştım ki? Acaba Bera ile olan ilişkimden dolayı mı şüphelenmişti? Ona, abisi için mi samimi davrandığımı hissetmişti? Ama bu öyle bir şey değildi ki. Beren benim dostumdu, sırdaşımdı. Belki her şeyimi ilk gelip anlatamıyordum ama Beren cidden bu dünyadaki tek sırdaşım ve dostumdu. Abisi olan ilişkim çok farklıydı ve ona asla böyle bir amaçla yaklaşacak değildim.

Belki de Beren kendini bana açmak istememişti ya da açamamıştı. Bazı sırlar zordu, bazı yaşananlar iki kelime ile anlatılacak şeyler değildi. Bazen hisler söylenen kelimelerden daha ağır anlamlar taşıyabilirdi. Bazen yaşananlar sadece seni bir mezarlığın içine atar ve orada üstüne topraklar atılırken sen sadece kimsenin duyamayacağı sessiz çığlıklar atardın. Beren hangi acı ile çığlıklar atıyordu? Beren hangi acının içinde yanıp tutuşuyordu? Gözlerim istemsizce ona kaydığında kendimden mi utanmıştım yoksa bazı şeylerin aslında çok farklı olduğunu daha yeni mi fark ediyordum, anlayamamıştım. Bana neden gelmemişti? Ben onun için bana ifade ettiğinden farklı biri miydim ki? Belki de benden başka dostları vardı ve onlara anlatmak benden daha kolay gelmiş olabilirdi. Benim bilmemem demek onun hiç kimseye anlatmaması demek değildi... Benim hayatımda onun yeri faklıydı, bunun nedeni onun benim hayatımın dönüm noktasında yer almasıydı. Ben onun hayatının dönüm noktasını biliyor muydum ki? Beren'in hayatının dönüm noktası neredeydi? Beren nerede parçalanmıştı? Nerede parçaları birbirinden onun acı feryatları arasında kopmuştu?

Geri çektim gözlerimi üstünden. Alnımı kollarımın üstüne yaslayıp soluklandım. Acaba ortalık daha da karışacak mıydı? Daha babamlar gelmemişti ki onlar gelince olaylar daha da büyür müydü acaba? Ya birine zarar gelirse ya da birileri zarar görmek zorunda kalırsa o zaman ne yapacaktık?

"Bana öyle bakmayın..." dedi Beren hıçkırıkları arasında zorlukla. Başımı kollarımın üstünden kaldırım ona baktım. Hıçkırıkları dinmemişti aksine sanki her saniye artıyordu. "Hiçbir doğru değil yemin ederim ki. Olaylar öyle değil." Bera elindeki bardağı bırakıp kardeşine dönerek onu kucağına çekip sarıldı. Beren abisinin göğsünde kollarını abisinin göğsüne koyarak daha da şiddetli ağlamaya başladığında Bera gözlerini kapatıp çenesini kardeşinin saçlarına yasladı. Bera, Beren'in saçlarına birkaç öpücük bırakırken olara yaklaşan Beray, Beren'in yüzüne doğru titreyen ellerini uzatıp yaşlarını temizlemeye çalıştı. Bera, gözlerini açarak karşısında her an ağlayacak gibi duran erkek kardeşine minnet dolu bir bakış atıp Beren'in saçlarını düzeltti.

"Yemin ederim ki ben hiçbir şey yapmadım. Ben bir or..." Beray elini Beren'in dudaklarını üzerine koyarak onu susturdu. Herkes gerginlikle yerinde dikilirken Bera kardeşini biraz kendinden uzaklaştırdı.
"Beren o nasıl bir kelime!" Gökberk abimin yakarışa benzer sesine karşı Beren'in sadece omuzları titrerken bize pişmanlıkla baktığını gördüm. Bera'nın kollarından kurtulan Beren'in tekrar yukarı çıkacağını düşünen Bera kardeşinin peşine hızla atıldığında Beren şaşırtıcı bir hamle ile bana doğru yaklaşıp yanıma oturarak sarıldı. Bunu beklemeyen vücudum, vücuduma doğru atılan kolların ağırlığı ile kısa bir an hemen sağımda oturan Göktuğ abime doğru eğimlense de abimin de desteği ile düzelip Beren'e sarıldım. Bunu beklemiyordum ama bana sığınması kendimi de değişik hissettirmişti. Bera, önümüzde diz çöküp Beren'in dizlerine ellerini koydu. "Sen kendine nasıl böyle bir sıfatı yaklaştırıp ağzına alabiliyorsun?" Beren dizlerini abisinin elinden kurtarıp kendine çekerken onu daha da sıkı sarabilecekmişim gibi kollarımı ona doladım.

Bera, önümde diz çökmüş şekilde bana bakarken gözlerinin yavaştan dolmaya başladığını görüyordum. Bu anı daha önce yaşamıştım, bu anı binlerce defa Gökberk abimle yaşamıştım. O her seferinde bana böyle bakmıştı ama benim o zamanlar sığınacak bir limanım olmadığı için hep kaçmıştım. Gözlerim Gökberk abime kaydığında bana aynı o günlerde ki baktığı gibi baktığını hissettim. Derin bir nefes alıp sağ elimi Beren'in yüzüne getirerek yüzüne gözyaşlarından dolayı yapışan saçlarını uzaklaştırıp nefes alabilmesi için olanak sağladım. Ondan biraz uzaklaşmıştım ama bu uzaklık, onun hissedip kendini yanlış bir limana yasladığını düşündürecek bir uzaklık değildi. Fark etmemişti bile. Böyle bir durumda ben olsaydım duymak isteyeceğim lafları zihnimde toparlamaya çalışıyordum ama onun durumunu tam olarak bilmediğim için de neler söylemem gerektiği konusunda da emin olamıyordum.

"Beren, buradaki herkesin seni yargılamadığını biliyorsun değil mi?" İçimden gelen kelimeleri usulca ona fısıldarken kolunun üstünde duran elimi oynatarak kolunu okşadım. "Buradaki çoğu kişiyi tam tamına tanımasak bile kimse seni yargılamıyor ve biz sana yardımcı olmaya çalışıyoruz sadece." Beren'in nefeslerini düzenlemeye çalıştığını fark ettiğim de doğru yolda olduğumu düşünüp gözlerimi kısa bir an kapatıp cümleleri kafamda toparlamaya çalıştım. "Bize güvenebileceğini biliyorsun. Evet, belki aramızda hiç tanımadıkların var ve sen onlara güvenemeyebilirsin. Bu çok normal ve olağan bir durum tabii ki ama çok fazla konuşulan, değişik boyutlara gelen olay aktarımları var. Biz hangisinin doğru olduğunu bilmeden seni sağlıklı bir şekilde bu durumun içinden çıkaramayız. Bize, en azından içimizden birine olayın doğrusunu anlatmak ister misin?" Sanırım hayatım boyunca kendimi en düzgün şekilde ifade edebildiğim anın içindeydim. Buna sevinebileceğim bir anın içinde değildim ama çünkü bu sefer bu sözlerin hiçbiri benim için değil, dostum dediğim birinin canı yandığı için ağzımdan çıkan kelimelerdi. "Olayın doğrusu hiçbir zaman bilinmedi." dedi Beren zar zor aldığı nefeslerle. Gökberk abimle tekrar göz göze gelmemizle abim iki elini dudaklarını yaklaştırıp konuşmaya devam etmem için bir işaret yaptı. "Beren, videoların ve fotoğrafların çokluğu çok fazla ve çeşitli fakat benim içim izledikçe yanıyor. Doğrusunu bize anlatmak ister misin? Sorun ne olursa olsun ya da sen ne yapmış olursan ol sana her daim destek olacak kişilere doğrusunu anlatabilirsen belki sana yardımcı olabiliriz. Ya da sen ne yapmamızı istersen onu yapabiliriz." Beren oturduğu yerde toparlanmaya çalışıp sadece benimle göz kontağı kurduğunda gözlerinin akları tamamen kızıllık içindeydi. Bu görüntü benim de gözlerimi doldurdu. "Her şey iki ya da üç yıl öncesine dayanıyor. Net zamanını hatırlamıyorum tam." Elini tutup devam edecek gücü bulması için sıktım. Desteğimi hissetsin istedim, yanında olduğumu bilsin istedim. "Biz o zamanlar Ege ile herkesin bildiği gibi çok yakın iki arkadaştık." deyip soluklandığında içine çekmeye çalıştığı nefesin onu boğduğunu ben bile hissettim. Gözünden iki damla yaş akarken "Ama öyle değildi. Yani aramızdakiler hiçbir zaman iki arkadaş arasında olacak şeyler değildi."

Bera ile göz göze geldiğinde kaçırdı gözlerini Beren.

Her şeyini en ufak ayrıntısına kadar abisine anlatan Beren kalbine birini aldığını abisine anlatamamıştı.

"Çok farklıydı her şey. Cidden o anları yaşayıp öyle hissettiğim için değil bu döktüğüm kelimeler. Şu an bile böyle hissettiğim için böyle konuşuyorum. Aramızdaki şey çok farklıydı. Her şeyimizi bilirdik. En ufak ayrıntımıza kadar her sırrımızı, her ufak köşelerimizi ve sivri yanlarımızı bile ama herkesten saklıyorduk. Özel olarak öyle bir gayretimiz olmasa bile bir anda durum böyle bir hâl almıştı." Bera ile Beren'in dediklerinin ardından göz göze gelişimiz kaçınılmazdı. "Aileler, dostlarımız, düşmanlarımız, çevremiz ve tüm magazin... Daha bir sürü kişi böyle biliyordu, öğrenmelerinden de korkmuyorduk." Beren derin nefesler aldı. "O zamanlar Ege'nin ailesi daha ayrılmamışlardı ama araları oldukça açıklardı. Ege'nin abisi o zamanlar biri ile beraberlerdi, gençlerdi. Biz bir gün bunları spor salonunda konuşurlarken duymuştuk. Kız ve Ege'nin abisi farklı bir ilişki içindelerdi. Anne ve babalarının tartışmaları ve sorunları onları da geriyordu sanırım çünkü bazen Ege'de sinirli oluyordu ama hiçbir zaman birine ya da bana asla dayatmamıştı. Fakat Ege'nin abisi için durumlar öyle değildi. Kızın üstüne yürüyüp bağırıyordu. Ne için olduğunu bile hatırlamıyorum ama o kadar basit bir neden olmalı ki şu an bile o günün onca ayrıntısını hatırlıyorken o an konuştukları konuyu anlayamadım."

Beren soluklanıp kısa bir an dudaklarını yaladı. Sanki o da zihnini toparlamaya çalışıyordu ama toparlayamıyor gibiydi. Biraz onun kendini toparlamasına olanak sağlamaya çalıştım. "Sonra bir anda Ege elimi bırakıp aralarına girdi ve bende kızı uzaklaştırdım. Zaten sevgilisi o kadar kötüydü ki hemen ayrıldı oradan. Ege'nin abisi o kadar sinirliydi ki hıncını Ege'den çıkarmaya çalışıyordu. Ege beni uzaklaştırmaya çalıştı ama o sırada bir anda abisi itince ben yere düştüm. Ege bu sefer hırçınlaştı ve abisi ile birbirlerine girdiler. Ayıramadım ben onları o an. Aklıma tek çare Mustafa Hoca'yı aramak geldi. Ben de doğru bildiğim şeyi yaptım. Ağlıyordum korkudan. Abisi Ege'ye çok fazla vuruyordu. Mustafa Hoca ve Ege'nin annesi geldiğinde ortalık daha da karıştı, bağırışlar arttı. Korkudan ben de yere çöküp ağlamaya başlamıştım. Ege'nin ağzı burnu çok kanıyordu. Abisi Mustafa Hoca'ya da vurmaya kalkıştığında Mustafa Hoca onun elini tutup kendinden uzaklaştırmaya çalışmak için itti ama o yere düştü. Annesi de bu sefer Ege'nin abisinin yanına koştu. O da ağlıyordu. Durmadan bağırıyorlardı ben korkudan odaklanamamıştım bile. Abisi bir anda bağırmaya başladı zaten herkes büyük kargaşa sesiyle toplanmaya başlamışlardı bile. Okuldaki iki öğretmenin aile kavgası ilgilerini çekmişti. 'Bir or** uğruna çocuklarına vurmana değiyor mu? Hem annemi aldattın hem de hâlâ onu mu koruyorsun sen bize? Ege de biliyordu sustu! Hepiniz biliyordunuz! Onu evimize, hayatımızı almayalım dedim!' diye bağırmaya başladı. Aslında o an sinirle elini kolunu nereye salladığını bilmiyordu ama gösterdiği kısımda ben ağladığım için bir anda tüm herkes bana odaklandı ve Mustafa Hoca'da bunu fark edip beni kaldırmaya çalıştı. Ege, yerden kalkıp sadece tüm ailesine bakıp 'Hepinizden artık nefret ediyorum.' deyip ayrıldı oradan. Ben korkudan adım bile atamıyordum. Her şey burada yanlış anlaşıldı."

Beren ilk defa gözlerini bize çevirip korkusuzca bakıp gözyaşlarını silerek konuştu. "Yemin ederim ki bu olayda Ege'nin suçu yoktu. O, o an sadece tüm arkadaşlarının içinde rezil olduğunu hissettiği için ayrılmak istemişti. Herkesi dağıttıktan sonra Mustafa Hoca beni onunla konuştuğunda ben onun nasıl bu süreçte yıkıldığını görmüştüm. Abisinin duydukları yanlıştı zaten bunlar kanıtlandı. Ebeveynleri ikisinin de bu süreçte yıprandıklarını bildikleri için farklı liselere aldılar. Abisinin zaten son senesiydi ama Ege bu sene tekrar geldi. Benim ona tek kırgınlığım beni yanında götürmemesiydi." Bera ayağa kalktığında Beren bir anda Bera'nın eline yapıştı iki eliyle. "Abi yemin ederim ki Ege suçsuz. Biz konuşulanları susturmaya çalıştık ama susmadılar. Aksine kendimizi savunmamız daha farklı sonuçlar doğurdu. Ege'nin suçu yok abi. O, hep benim gönlümü almaya çalıştı ben ona çok kırgındım. O daha fazla yaralandı bu süreçte. Hem ailesini hem beni hem de çevresini kaybetti. Abisi ile bir daha asla arası düzelmedi ailesiyle de. Biliyorsun, Mustafa Hoca senin de öğretmenindi. Seni şampiyonluğa götüren onun eğitimiydi. Ege ile aralarını düzeltmek için uğraşlarını gördün. Ege de bu hikaye de en az benim kadar yanıyor. Hiçbir şey onun suçu değil. Biz sadece o zamanlar bizim için özel olan bir şeyi yazdık birbirimize. İkimiz için anlamlı olan cümlelerdi onlar."

Beren yenilmişlikle bir nefes çekti içine.

"O cümleler bizim varlığımız simgesiydi. Lütfen, Ege de benim kadar suçsuz." Beren'in titreyen sesine karşı kollarımı ona sardım ama o abisinin ellerini bırakmadan gözlerini ona dikmiş içli içli ağlamaya devam ediyordu. "Beren'im, bak bu anlattıkların çok karmaşık. Ve üzgünüm ama ben bir noktada Ege'nin de suçlu olduğunu düşünüyorum." Bera'nın dedikleri Beren'i sarsmış olacak ki ağlaması şiddetlendi. Ben Bera'nın aksine, Ege'nin suçlu olduğunu düşünmüyordum. Onların birbirlerine nasıl baktıklarını, birbirlerine uzanamasalar bile kendi içlerinde verdikleri savaşı görmüştüm. Bera, Beren'in tutsaklığından kurtuldu ve kardeşinin başını iki eli ile tutup alnına öpücük kondurup ayrıldı. "Ve özür dilerim abim ama bunu gidip Ege ile de konuşmam gerekli. Seni bu kadar kıracak bir olayı yaratmak için bu kadar düşünmeden adımlar atarak bir yolda ilerleyemez." Bera'nın bize arkasını dönmesiyle Beren'in ağzından hepimizin kanını döndürecek sözlerin fırlaması bir olmuştu.

"İntihar edecektim abi!" Kulaklarımı dolduran kelimelerin onun ağzından çıkması sanki dünyayı başımıza yıkmıştı. Herkesin bakışı öyle ani bir manevra ile Beren'e dönmüştü ki kimse olanları anlayamamıştı.

İntihar edeceğini söylemişti...

Geçmiş zamanlı bir cümleydi belki ama olasılık payı yoktu...

Cümle can yakacak kadar netti.

İntihar edecekti...

Onu bir gün kaybedecektik ve bu bir kaza ve ya ani gelişin herhangi bir olay döngüsünden dolayı olmayacaktı. Kendi isteğiyle kendi canına zarar verecekti. Bir gün onu bulacaktık ama o gün Beren bize bakmıyor, bizi duymuyor ve nefes almıyor olacaktı. O gün Beren hiç gülmeyecekti mesela, uzun kendinden hacimli ve kıvrımlı kirpikleri hiç kırpışmayacak bize bakamayacaktı. O gün Beren'in kolları bana sarılmak yerine kımıldamamayı tercih etmiş olacaktı. O gün Beren'in tazeleyici kokusu bizi ferahlatmak yerine söndürecekti ve o koku bir daha asla tazelenmeyecekti. O gün Beren çok istediğini iddia ettiği hiçbir kıyafeti giyemeyecekti çünkü artık istekler ve arzular yok olmuş olacaktı. O gün dünyada bir Beren var olacaktı ama sonra ardından gelen hiçbir günde Beren bu dünyada bir daha asla nefes alamayacaktı.

Bu gerçeklikler beynime öyle bir hücum etti ki bocaladım, kollarım istemsizce çözüldü. Güneş ve Gökberk abimin hızla yerinden kalkıp Beren'e yaklaştığını fark ettim. Benim titreyen vücudumu Göktuğ abim kendi vücuduna sararken öylece titreyen ellerime bakakaldım. Günün birinde ben belki de Beren'e son kez sarılmıştım ama bunu fark edememiştim. Gözlerim, kalbimin büyük sancısının etkisiyle yaşlar dökerken önümde duran heybetli vücudun da titrediğini hissettim. Bera ona öyle bir acı ile dönmüştü ki yıkılışını fark etmemek imkânsızdı. "Ne... Ne dedin sen?" Bera'nın titreyen sesi Beren'in az önce oldukça kuvvetli ve net çıkan sesine karşılık oldukça kısıktı. "Ne yapacaktım dedin?" Furkan abim hızla Bera'ya destek olmak amacıyla yanına geçtiğinde Bera'nın gözlerinin dolduğunu gördüm. "O aldı beni, o kurtardı. Abi, Ege'de iyi değildi. Yapma onun da bir suçu yok. O bunu denedi bile. Ben yanına bile gidemedim üstelik ama beni o uçurumun kıyısından alan oydu. Yapma! Suçu yok. Daha yeni üstünden bir ya da iki gün geçti. Tam net hatırlamıyorum. Ben yanındayım demek için yazılmış bir cümleydi onun yazdıkları. Onu, benim yanımda olduğu için suçlayamazsınız! Onun hiçbir suçu yok!" Son cümleler herkese yönelik bir şekilde olduğu için oldukça sert ve yüksek bir tonda çıktıktan sonra Gökberk abimin Beren'i sarmasıyla Beren'in ağlaması daha da arttı.

"Beren biz hep senin yanındayız, tamam mı? Sakin ol abicim." Güneş, Beren'i sakinleştirmek için onunla konuşmaya çalışırken Hakan Yılmaz yerinden kalkmış ve Bera'ya kısık tonda söylediği için anlayamadığım birkaç cümle söylemişti. Bera, Beren'in üstüne diktiği bakışlarını Hakan Yılmaz'a çevirip onu onayladığında yukarı kata çıkmak için ilk adımı Bera atarak ikili yukarı çıkmıştı. Duyduklarımız herkesi şok ederken abim ve Güneş, Beren ile konuşup ortalığı sakinleştirmeye ve onun bu kararını anlamaya çalışıyorlardı. Zorlukla yerimden kalkıp katta bulunan ortak lavaboya ilerleyip kapısından girdiğimde arkamdan gelen abime rağmen kapıyı kapatıp kilitledim. Beren'i kaybetme düşüncesi korkunçtu! Beren'in bir daha hayatımda olmayacağı düşüncesi korkunçtu! O olmadan ben ne yapabilirdim ki...

Ben, daha önce intiharı denemiştim evet ama o zaman cidden kimsem yok gibi hissediyordum. Her şeyden vazgeçmiştim çünkü artık yaşamak için bir anlam yok gibiydi. Kırgınlıklar, gözyaşları, acılar ve daha binlerce duygu bana yaşamaktan daha çok anlam yüklemişti. O anlamların tek çözüm noktasını ise intihar etmekte olduğunu düşünmüştüm. Ama Beren daha birkaç gün öncesinden bahsediyordu, hayatında bizim olduğumuz bir dönemin içinde kendini bu duyguların arasında boğuşurken bulmuştu. Beren, benim zihnimde her zaman tamamen gülümseyen biri olarak canlanıyordu. Onunla hiç mi ağlamamıştık, tabii ki ağlamıştık hatta sayısı da oldukça fazlaydı ama günün sonunda ilk gözyaşlarını silip kendimize gelmemizi sağlayan o oluyordu. Belki benden isteği desteği alamamıştı ve ben bir arkadaş olduğumu düşünüp bu görevi yapamamıştım ama ya ailesi... Beray ile aralarındaki bağ o kadar gözle görülürdü ki o bağa elinizi uzattığınızda parmak uçlarınızın parıldadığını ve ışıkların sizi sardığını hissedebilirdiniz. O kadar temiz ve saf bir bağdıyki ikisi arasındaki bağ, hayatındaki tüm siyahlıkları parlatabilir gibi gelmişti bana. Bu da mı benim görmek istediğim bir yanlıştı acaba?

Beren ve Bera arasındaki bağ ise tamamen farklıydı. Bera, annesini kaybetme korkusu yaşadıktan sonra ailesini kendi hayatında daha da farklı bir konuma getirmişti. Ailesi için yapabileceklerinin sınırı yoktu. Bu kulağa oldukça fazla korkunç geliyordu farkındaydım ve gerçekten de doğrusu buydu. Korkunçtu ama Bera hayatına, ailesine aldığı her bir kişi için sınırı olmayan bir adamdı. Çoğu zaman naif ve kibar olan kalbimde bir kraliyet kuran adam yeri geldiğinde o kraliyeti tamamen kapkaranlığa da boyayabiliyordu. Bera, çevresine insanları kolay alabilen ama hayatına nadiren birilerini sokabilen bir insandı. Bera'nın gerçek yüzü hayatınıza girdiğiniz an başlıyordu. Çevresinde olduğunuzdan daha fazlası oluyordu. Sizi hayatının merkezi yapıyor ve mutlu olmanız için çabalıyordu, bu kendisine zarar verse bile. Beren'e Ege ile konuşacağını söylemesi Beren'in arkasına iş çevirmek istemeyişinden kaynaklıydı. Yoksa hava almaya çıkacağım az diye bile evden ayrılıp Ege'nin yanına gidebilirdi. Beren'i neyin bu kadar çıkmazın içine soktuğunu anlamakta zorlanıyordum. Anlattıkları, gördüğümüz videolar ve itiraflar korkunçtu ama artık biz vardık... Onun içinde var olduğumuzu düşünüyordum. Biz onun için var isek onu intihar fikrine atan neydi? Belki de kendi içinde çözemediği başka şeyler onu bu kadar etkiliyordu ya da belki de biz onun kafasındaki düşünceleri susturacak kadar güçlü değildik onun için...

Ya Ege'de olmasaydı? O zaman ne yapacaktık? Biz fark edememiş ve o fark etmişti. O kurtarmıştı onu. Ya Ege'de fark edemeseydi? Bu ihtimalin varlığı bile beni korkuttu. Titreyen ellerimle musluğu açıp soğuk tarafa doğru çevirdim. Karşımdaki aynamdaki yansımama bakarak kendimi sakinleştirmek adına bir nefes alıp bıraktım ve avuçlarımı birleştirip içine su doldurarak yüzüme çarptım. Aynı işlemi birkaç kez daha tekrarladıktan sonra kenarda duran sarılmış havluların arasından birini çekerek açım ve yüzümü kuruladım. Beren'in düştüğü bataklığı anlayabiliyordum, oraya düşmüştüm, oradan kurtulamamıştım. Oraya saplanmıştım hem de öz annem tarafından itilerek. Beren'i bu bataklığa iten kimdi? Ona nasıl yardım etmem gerektiğini bilmiyordum. Ne yapmalıydım? Hangi hareketim onun için sağlıklıydı? Ben kendi hayatım için bile yıllar sonra daha yavaş yavaş milimetrelik dokunuşlar yapabiliyorken onun hayatındaki yerimin onu daha da dibe itip itmediğini nasıl anlayacaktım?

Elimdeki havluyu kirli sepetine attıktan sonra kilidi çevirip kapıyı açtım. Göktuğ abimin ve Güneş'in bakışları kapının açılması ile bana döndüğünde bir elim kapını kulpunda dururken bende onlara baktım. "Yavrum, az konuşalım mı seninle?" Göktuğ abimin sözlerine karşı yutkunup onu onayladım ve ikisini takip ederek mutfağa girdim. Mutfak masasının sandalyelerine oturup ortalarındaki boş sandalyeyi gösterdiklerinde onlara ayakta durduğumdan dolayı tepeden bakıyor gibi olsam da istemeye istemeye oturdum aralarına. Sorguya çekiliyor gibi hissediyordum. Gerilmiştim. Ellerimi kucağımda birleştirirken Güneş'in de iki elini masanın üstünde birleştirip bana döndüğünü fark ettim. İstemsizce kendimi suçlu hissedip hızla konuşmaya başlamıştım. "Benim olan hiçbir şeyden haberim yok. Biz sadece kız günü yapacaktık. Ortalık nasıl bu hâli aldı anlamadım. Beren de bir şey yapmadı. Biz sadece oturup bir şeyler yiyip kafa dağıtmak istemiştik çünkü okul ve son yaşanan her şey çok bunaltıcıydı. Birbirimizle yalnız kalırsak her şeyi kısa bir süre bile olsa atlata..." Ellerim benden bağımsız kendimi açıklamak için havaya kalkıp oldukça fazla hareket hâlindeyken Göktuğ abim ellerimi tutup "Şşş! Sakinleş, kimsenin seni suçladığı yok..." demişti.

"Abi cidden biz bir şey yapmadık. Benim zaten olanlardan haberim bile yoktu. Ege'yi tanıyorum ama bir iliş..." Güneş'in bu sefer sözümü kesmesi ile yutkunmak zorunda kalmıştım. "Adin, kimse seni suçlamıyor. Sakinleş, gerilmeni gerektirecek kişilerin karşında değilsin. Seni yargılayacak hiç kimse burada yok ve seni yaptıklarınla eleştirecek iki insanda yok karşında. Aksine biz, hataların olursa her zaman seni destekleyecek insanlarız." Güneş'in dudaklarından dökülen kelimelerle ellerimi diz kapaklarıma yaslayıp derimi sıktım. Güneş'in benim hareketlerimi incelediğinin farkındaydım. Fakat bunu isteyerek mi yapıyordu yoksa mesleki bir alışkanlık mıydı emin olamıyordum. "Gergin misin?" Göktuğ abim sorusunun ardından sol kolunu sandalyenin sırtını doğru yaslayıp parmaklarımı sırtımda gezdirdi. "Hayır," dedim yalan söyleyerek. Gergindim. Bilmediğim her şey beni gererdi ve şu an neden buradaydık bilmiyordum. Neden Beren'in yanına dönmemi izin vermemişlerdi? Beren'in yanına dönmek istiyordum ama bunu dile getirmeme izin bile vermemişlerdi.

"Gergin olunacak bir şey yok abicim." dedi Göktuğ abim yaklaşıp şakaklarıma iki öpücük peş peşe bırakırken. "Senin gergin olmanı gerektirecek hiçbir şey yok. Sıkma kendini." İstemsizce dizlerimdeki ellerimi sıkılaştırsam da sonra yutkunup başımla onayladım abimi. "Beren şu an zor bir dönemden geçir, biz de ailesi ve yakınları olarak ona eşlik edeceğiz. Her daim yanında olduğumuzu hissettireceğiz." Abim, sağ elimi ellerinin arasında tutup sıktığında onu izliyordum. "Beren'in intihar düşünmesi senin desteğini hissetmediği ya da bizim desteğimizi hissetmediği anlamına gelmez. Bu normal bir durum değil ve Beren şu an bunun farkında değil. Biz bunu ona zarar vermeyecek şekilde inatlaşmadan, onu kızdırmadan ve üzmeden en az hasar alacak şekilde anlatmaya çalışmalıyız." Güneş'in sesiyle bu sefer de bakışlarıma ona dönmüştü.

"Bana bunların hiçbirinden bahsetmemişti." dedim gözlerim hafif dolarken. Kendimi kötü hissediyordum. "Bazen, insanlar düşüncelerini dışarı aktarmaktan korkabilirler Adin." Güneş, alnıma doğru düşen saçımı okşadı. "Bu, bizim kötü bir insan ya da kötü bir arkadaş olduğumuz anlamına gelmez her zaman. Belki de Beren kendini hazır hissetmemiştir ya da içinde yaşadığı bir an sürecinde bu fikre kapılmıştır. Bu konu hakkında sadece bir varsayımda bulunabiliriz. Ne zaman ki Beren bize kendini tam anlamıyla açabilir biz ancak o zaman varsayımlarımızın doğruluğu hakkında konuşabiliriz. Ayrıca emin ol bu durumdan geçen bir çok kişi, çevresinden aldığı tepkilerden korkar ve ayrıca insanların gözünde var olacağı yeni yerden utanarak içinde yaşamayı da seçebiliyorlar. Biz Beren'in yakınları olarak o kendini açana kadar kendine zarar vermesini engellemeli ve kendisinin rahat bir ortamda olduğunu hissettirmekle görevliyiz." Güneş'in dediklerini onaylarken hafızama kazımaya çalışıyordum.

Mutfakta bir süre daha konuşmaya devam etmemizin ardından Bera'nın ısrarlarına rağmen Gökberk abim ve Güneş hariç herkes evlere dağılmıştı. Gökberk abim ve Güneş gitmemeyi daha mantıklı bulmuşlardı. Beren ile kontak kurmaya çalışırken bu geceyi onlarda geçirmeleri bakılınca bana da mantıklı geliyordu. Yatağımda uzanmış Bera'ya yazıp yazmamak arasında gidip geliyordum. Az önce Gökberk abimle telefonla konuşurken Beren ve Bera'nın hâlâ odanın içinde konuşmaya devam ettiklerini ve yanlarında Güneş olduğunu öğrenmiştim. Konu bu kadar hassasken mesaj atarak ya da arayarak onu rahatsız etmek istemiyordum. Belki de tam Beren'in kendini açacağı bir anda duyduğu zil sesi ya da bildirim sesi anı bozabilir ve Beren de kendini güvensiz hissederek her şeyi sil baştana alabilirdi.

Odamın kapısının çalınması ile başımı kapıya doğru çevirip "Gelebilirsin abi müsaidim." diye seslendim. Annemin gidişinin ardından hiçbir hizmetli evimizde yatılı olarak kalmıyordu. Babamın aldığı yeni kararlardan biriydi. Evde şu an bu kapıyı çalabilecek iki kişi vardı. Furkan abim ya da Göktuğ abim ve benim ikisi içinde kendimi toparlamaya ihtiyacım yoktu çünkü en dağılmış hâlimi bile görmüşlerdi. Bunların yanı sıra yataktan kalkacak gücü de kendimde bulamıyordum şu an için. Göktuğ abim kapıdan içeri başını uzattığında yatakta zorla kapıya doğru döndüm. "Bebeğim, girebilirim değil mi?" Abimi başımla onayladığım da içtiğim ilaçlarımdan dolayı vücudumda gezen uykuyu hissedebiliyordum. "Hasta mı olacaksın? Neden bakışların bu kadar baygınlaştı senin?" Elinin tersini alnımda ve yüzümde gezdirirken soğuk ellerinden kaçtım. "Ateşin de yok." yutkundum peş peşe birkaç kez. "İlaçlarımı içtim abi, uykum var sadece." Abimin gözlerine bakarken onun sıcaklığını özlediğimi fark ettim. "Bu gece bana sarılarak uyur musun?"

Abim odanın kapısına doğru ilerleyip kapatıp odanın ışığını kıstığı sırada yorganıma daha sıkı sarıldım. Arkamda yerini alan abim kollarını karnımdan ve boynumdan uzatarak bana sarılıp kafasını boynuma yasladığında ben de ellerimi kollarının üstüne koydum. "Abi, Beren iyi olacak değil mi?" dedim zorlukla, kapanan gözlerime ve gittikçe bulanıklaşan zihnime rağmen. "İkinizde çok iyi olacaksınız. Biz bunun için buradayız bebeğim. Zorlama daha fazla kendini, uykuya bırak kendini." Gözlerim gittikçe kapanırken geriye tek kalan abimin saçlarıma bıraktığı öpücüklerin ruhuma bıraktığı yara bandı hissiydi.

Okulun duvarına sırtıma yaslamış okulun bahçesindeki herkes oldukça nefret dolu bakışlarımı gönderiyordum. Dün gerçekleri öğrenene kadar hepsinin bizimle cidden iyi anlaştığını veya iyi anlaşmaya çalıştığını hissetmiştim ama artık gerçeği öğrenmiştim. Belki beni seviyor olabilirlerdi ama ben artık hepsinden nefret ediyordum. Bu iğrençliği yapandan tutun da sessiz kalana kadar herkesten nefret ediyordum. Beren'e yaşatılan her şeyin hesabını elbette vereceklerdi. Ata bu sabah beni aramış ve onunla gidip gitmek istemeyeceğimi sormuştu. Aslında onunla ne kadar çok bunu yapmak istediğimi fark etsem de Beren'in yanında olmam şu an doğru olandı. Beren'in nasıl bir ruh hâli içinde olduğunu bilmiyordum. Okuldaki herkesin fısıldayarak konuşmaya başlaması ile nefret dolu bakışlarımı üstlerinden çekip sırtımı yasladığım duvardan çektim ve başımı okulun girişine çevirmemle el ele tutuşan Beren ve Ege'yi görmemle daha da duruşum dikleşirken arkalarında arabasına yaslanıp izleyen Bera ile göz göze geldiğimde yüzündeki gülümseme kısa bir an beni bocalatmıştı. Güneş, her zaman ki giyiminin aksine bugün simsiyah bir pantolon ve deri ceketli kombini ile motorunun tepesinde duruyordu. Yüzündeki piercinglerle beraber şu an sanki daha çok olmak istediği kişi gibiydi.

Bera'ya bakışlarımı çevirmemle onun telefonu ile uğraştığını gördüm ve çok kısa bir anın ardından telefonum titreyip ekranı açıldı. Telefonumun ekranındaki mesaj oldukça açık ve netti.

🌊🤍✨: Gün sonunda her şey tek doğru ve yanlışa çıkıyor, aşka.

🌊🤍✨: Onlara bir şans verilmeliydi. 

🌊🤍✨: Bizim kullandığımız o şans onlara da uğramalıydı.

🌊🤍✨: Ve hayatlarına anlam katmaya ihtiyaçları vardı.

Olması gereken buydu.

İnsanın yapı taşı neydi? Temel ihtiyaçları, onu oluşturan, onu insan kılabilen neydi?

Cevap aslında üstünde çok düşünülmesine gerek olmayan bir bakışta bile bulunabilecek bir cevapmış. Karşımdaki manzaraya baktığımda insanın yapı taşını görebiliyordum...

Kaybedişler ve ardından yeniden doğuşlar...

Var oluşlar ve yok oluşlar...

Aşk ve peşinden gelen nefret...

Bir nefret ve yeniden küllenen bir aşk...

Bir kibrit ve bir yangın...

Bir çift ve devamının gelmesini isteyen iki vücut...

İki kol ve artık asla ayrılması mümkün olmayan birleşmiş bir çift kalp.

🫧

Umarım, sizi oldukça memnun eden bir bölüm olmuştur🙏🏻

Bir de karakterler hakkında genel düşünceleriniz neler?

=} Adin?

=} Bera?

=} Ege?

=} Beren?

=} Güneş?

Bir sonraki bölümden görüşmek üzere, kendinize iyi bakın.

Sizleri seviyorum...

🤍

Matmazelinruyalari

*30.04.2024*

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Apr 30 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

GÜZ BAHÇESİWhere stories live. Discover now