AHPO - 40. BÖLÜM

928 112 81
                                    

Medyada Deniz ve Kalender olduğunu düşünün! 

Selam! 

Uzak kaldık biliyorum canlarım! Ama sonunda buluştuk! 

Bölüm bomba haberiniz olsun!

Yorum yapmayı ve Vote'a basmayı unutmayın canlarım!

Umarım Bölüm Hoşunuza Gider! 

İyi Okumalar!


Önümdeki çalışan televizyona bakarken iç geçirmeden edememiştim. Bu dünyada Müge abla yoktu ya lan! Bildiğin bas baya yoktu! Eee kaçırılanları kaybolanları, cinayetleri kim buluyordu bu ülkede!

Tabi lan!

Bu yüzden bu manyaklar adam öldürürken bu kadar kolay yırtıyordu!

Müge ablam yoktu tabi! Kim bu manyakların peşine düşecekti dimi!

"Deniz, daha ne kadar fare belgesi izlemeyi düşünüyorsun?"

Bilal'cimin sorusuyla hızla ona döndüm. Bir elinde portakal suyu diğerinde ise benim elma suyu olarak adlandırabileceğim ama içeriğinde viski olan bir bardaktı. Bu yeşil gözlü manyak beni kaçırıp bu Allah'ın boş verdiği yere getirmiş bir de ormanlıktaki büyük villasına getirmişti. Bende bu dünyaya geldiğimden beri yapmak istediğim aktiviteyi yapıyordum. Oturuyordum! Şu hikayenin içinde doğduğumdan beri rahat bir şekilde oturup televizyon izlememiştim ve bu duruma gelebilmek için kaçırılmam gerekmesi de ayrı bir ironiydi.

Gözlerimi yeşil adamcağızdan alıp geri televizyona çevirdim. Farelerin tarihini ve yaşamını anlatan bir belgeseldi.

Çöl farelerini gösterirken gözlerimi kısmadan edememiştim.

"Şimdi yılan bu zavallıyı yiyecek." Dememle, ekranda da aynısı olmuştu. Yılan direk sindirmişti.

Koltuğun çökmesiyle bakışlarım kısa bir an yanıma dönmüştü. Yanımdaki adam elindeki portakal suyunu bana uzatmıştı. Bardağı alırken iç çekerek koltuğa daha çok yaslandım.

"Sen şimdi MİT'e çalışıyorsun ya? Nasıl bu kadar zengin bir evin var?" diye sorarken sadece merakımı sormuştum. Evi cidden büyük ve pahalı duruyordu. Öyle şatafatlı değildi ama bir şekilde de herkesin bu evi alamayacağını belli edecek kadar da zengin duruyordu. Bu durumu kendime bile anlatamıyordum ki.

O birasından içerken bende elimdeki meyve suyundan bir yudum alıp ağzımda çevirmeye başladım. Pislikçe bir hareketti ama hastaneden beri bir şey yememiş ve doğru düzgün bir şey içmemiştim.

"Bu tarz şeyleri almak için para pek gerekmiyor." Demesiyle kıkırdamadan edememiştim.

"İyi ki bu dünya da Feyza Hanım yok! Yoksa var ya haline!" derken gözlerimi yanımdaki adamın yüzüne çevirmiştim.

"Bu dünyada derken?"

Bilal Beycim bunu sorarken MİT mensubu olduğunu da bu kadar belli etmişti aslında, Feyza'yı sormak yerine en can alıcı yeri sormuştu.

"Sen Deniz'i tanıyordun değil mi? Cüzdanın da fotoğrafın vardı. Kesinlikle abilerinden daha iyi tanıyordun." İyice kafayı sıyırmıştım.

Bu gerçeği tek başıma taşıyamıyordum. Hiç değilse Deniz'i daha iyi bilen birine bu gerçeği söyleseydim daha iyi olacak gibiydi. Hiç değilse Deniz'in hasta olduğunu bilmeyen insanların beni öldürmeleri yerine onun her şeyini bilen bir insanın beni öldürmesi daha iyi olurdu. İçime şeytan mı kaçtı diyecekti yoksa kabullenip kafama mı sıkacaktı bilmiyorum ama bu konuşmanın sonunun iyiye gitmeyeceğini biliyordum ama sıkılmıştım. Gerçekten bu bilinmezlikten sıkılmıştım. Benim tek bir derdim vardı o da üniversite sınavıydı! Şimdi ise, yaşamak, yaşatmaktı derdim!

Aile Hikayesinin Piçi Oldum!Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz