30.Dönüş Yolu

36 4 4
                                    

  Güvertede mavi suların engin arşına bakıp nasıl bu kadar sakin kalabildiğime kafa yoruyordum. Eskiden olsa bu derinliklerde ve okyanusun gizemli dünyasında kendimi bulur ve heyecanlanırdım oysa şimdi bu koca evrene bakarken hissettiklerim hafif bir kıpırtıdan ibaretti, ölmeye mahkum bir kıpırtı. Cefakar hayatımın masum umutlarını belki de bu okyanusta boğmuştum. Belki de vazgeçmek bir ödüldü.

Cesur isimli gemiye binmiş, başkaları için yuva benim için ise dönmek zorunda olduğum bir hapishaneden ibaret olan krallığa doğru yola çıkmıştık. Geminin kaptanı diğer kaptanlardan ziyade peşimizdeki adamlardan değil Viridian ile benim sivrilen kulaklarımızdan dolayı bizi kabul etmek istememişti fakat bir şekilde onu ikna etmeyi başardık. Daha doğrusu Viridian başarmıştı, bir kese altınla. Altının ve paranın açamayacağı kapı yoktu. Danla haklı çıkmıştı, bu cesur kaptan altını her şeyden çok seviyordu. 

Gemi tayfası da gemiyle büyük bir uyum içinde eski tarz kıyafetlerle çalışanlardan oluşuyordu. Bu gemide sanki birkaç yüzyıl geriye gitmiş gibi bir hissiyat vardı içimde. Tahmin ettiğimiz gibi büyük bir gemi yola çıkmamızdan birkaç dakika sonra peşimize düşmüş ve bizi yakalamaya çalışmıştı. Cesur'un bu kadar eski olup bu kadar hızlı manevra yapması şaşılacak şeydi doğrusu. Elbette ki iş yine bana düşmüştü fakat el atmasam da geminin ve kaptanının bu işi kendi başlarına da bir şekilde başarabileceğini sezinlemiştim. Benimse yapmam gereken tek şey peşimizdeki geminin önüne mümkün olduğunca geniş ve derin bir buzdan setti. Bundan sonra bizi takip etmeye cesaretleri kalmamıştı. Onların da cesaret ve şevkini kırmıştım. Bindiğim her gemide bir lanet gibi yine bakışları üzerimde toplamıştım. 

Kaptanın yarı elf olmamız hakkındaki ön yargılarını bir nebze olsun kırdığımıza inanıyordum. Bilhassa gemiye bindiğimizden beri üzerimizden eksilmeyen şüpheci bakışları son zamanlarda etkisini kaybetmişti. Bunun beklediği gibi bir kötülük yapmamamızdan mı yoksa peşimizdeki gemiyi durdurmamızdan mı kaynaklı olduğu merak konusuydu. Veya sadece gemisindeki sessiz varlığımıza gözleri ve kendi alışmıştı.

Kaptan Jack yanıma geldiğinde varlığını duymamıştım. Kendime ve düşüncelerime o kadar dalmıştım ki bir canavar yaklaşsa dahi fark etmeyeceğime emindim. Bu oldukça şaşırtıcıydı çünkü kaptan bizi gemiye aldığından beri bilhassa benimle ve Viridian ile iletişime geçmemeye özen göstermişti. 

"Bir şey mi istemiştiniz kaptan?"

Bakışları birkaç saniyeliğine söylemek isteyip de konuşmaktan çekinen birinin tedirgin bakışlarıyla beni süzdü. "Gerçekten dedikleri kişi misin?"

Bu bakışlara ve bu soruya o kadar aşinaydım ki gözlerimden bir bıkkınlık perdesinin geçmesine engel olamadım. "Bunu o kadar çok duydum ki inanamazsınız kaptan. Herkes kim olduğumu, olmam gereken kişi olup olmadığımı soruyor." 

Berrak bir kahkaha. İşte bunu kesinlikle beklemiyordum. "Yanlış anladın, ben sana gücünü sormuyorum. Onu kendi gözlerimle görme şerefine nail oldum," Çok şey yaşamış ve hayatın zorla olgunlaştırdığı bir adamın sahip olabileceği gözlerle bakıyordu. "Ben sana senden olman beklenen kişi olmak istiyor musun, diye soruyorum." 

Gülümsedim. Bu soruyu bir hafta önce sorsalar tamamen farklı bir cevap verebilirdim fakat zamanın bu kadar göreceli bir tavırla insanın fikirlerini hızla değiştirmesi şaşılacak şeydi doğrusu. Kaptan Jack'in yaşından olgun bakışlarına hayatımın son zamanlarının yıpranmışlığıyla karşılık verdim. İşte bu sefer ben kaptanı şaşırtmayı başarmıştım. 

"Hayat bu soruya evet cevabı alman kadar zalim olabiliyor Kaptan. Sorduğun buysa, evet ben olmam gereken kişi olmak istiyorum. Zayıf ve merhametli biri olmak güçlü ve yenilmez biri olmaktan daha zormuş, bunu öğrendim. Ve artık benim de kolaya kaçma zamanım geldi gibi." 

SUYUN VALSIWhere stories live. Discover now