23.Yolculuk

36 10 7
                                    

Israrın azmi kılıcın seceresine uymaya ant içer ve değişen şey ruhunu feda etmiş savaşçı olur

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


Israrın azmi kılıcın seceresine uymaya ant içer ve değişen şey ruhunu feda etmiş savaşçı olur. 

                                                                                        *

Adımlarımın zalimliği bacağıma vuruyor, uzun zaman sonra bu kadar uzun bir yürüyüş yapmak yorucu geliyordu. Her şeye rağmen düşünmemi engelleyip zihnimin yoğun ağırlaşmasını üzerimden aldığı için bu duruma minnettardım. Ayaklarımda çıbanlar çıksa bile sesimi çıkarmamaya seve seve razı olurdum. 

Prens Viridian yaklaşık on saatin sonunda mola verdiğimizi duyurunca bir hanın karşısında olduğumuzu fark ettim. Hava kararmıştı ve ben neden kraliyet araçlarının birini kullanarak değil de ayaklarımızla yolculuk yaptığımızı anlamış değildim. Tasasız bir şekilde hana doğru ilerlerken omzumda hissettiğim bir elle durduruldum. "Pelerinini tak ve şapkasını başına geçir." 

Prens Viridian bana dediğini kendisi de yapmış, yol boyunca omuzlarını ve kraliyet armasını örten pelerinin bol şapkasını başına geçirmişti ve şimdi de elinde benim için bir tane tutuyordu. Sorgulamadan dediğini yaptım. 

Hana girdiğimizde Viridian kasada birileriyle konuştu ve odalara çıktık. Sadece iki oda kalmıştı, herkes Ardentle prensin benimle Berla'nın kalacağını düşünüyordu. Fakat Virdian'a bakınca öyle olmadığını anladık. O elbette tek kalacaktı, peleriniyle bunu gizlese de hala bir prensti

Oda anahtarını bana uzattı fakat kollarımı göğsümde birleştirmiştim ve dayanamayıp gözlerimi devirdim. Bana tek kaşını kaldırmış, bilmiş bir gülümsemeyle bakan Berla da almaya yeltenmeyince Ardent utana sıkıla anahtarı aldı. Prens umursamadan ıslık çalarak odasına çıktı, biz de peşinden hemen yanındaki odaya geçtik. Odada neyse ki üç yatak vardı ve bu sayede Berla'yla yaşayabileceğimiz olası bir gerginliğin önüne geçilmiş oldu.

Sabah güneş bile henüz doğmuşken, han sahibi dahi yeni kalkmışken Prens Viridian'ın ilk işi odamıza girip kalkmamızı emretmek ve perdeleri sonuna kadar açmak oldu. Diğer ikisi saatli birer robot gibi hiçbir itirazda bulunmadan prenslerinin emrine uyarken ben ise söylenerek diğer tarafa dönüp uyumaya devam ettim. Bunca yıllık askerlik deneyimime göre benim de saatli bir robot gibi kalkmam beklenirdi fakat Olcay her zaman beni kaldırmaya uğraşırdı. Sarayda da bu görevi Alise üstlenmişti. Kısaca uykuyu seviyordum. Güneş ışığından dolayı gözlerimi kırıştırmış uyumaya devam ederken birden bire üzerime düşen bir gölge güneş ışığını engelledi ama yüzümün yarısı ışıkta kalmıştı. Kolumu pis örtünün altından çıkardım ve bu gölgeyi tutarak biraz kenara çekmeye çalıştım. Elimin altındaki keten kumaş oldukça ağırdı, öyle ki çekilmedi. "Hadi ama lanet olası biraz daha karanlığa ihtiyacım var!" Diye söylendim.

Aniden havaya kaldırılmamla gözlerim olabildiğince açıldı. İşte uyanmıştım. Prens beni omzuna atmış bir şekilde merdivenlerden iniyordu. "Bırak beni!" 

"Gölge yapmamı söylememiş miydin?" 

Dudağımı ısırdım, uykumda söylediklerim bir bir zihnime düştü. Arkamızdan gelen Berla'yla Ardent ne diyeceklerini bilmez bir şekilde prensin omzundaki bana bakıyorlardı. Berla tek kaşını kaldırmış 'sen bittin' dercesine bakıyordu, Ardent ise gülmemek için dudağını ısırıyordu.

"Abartmış olabilirim, ama şimdi beni bırakabilirsin Viridian."

Prense ismiyle hitap etmem karşısında Berla bile şaşkınlığa uğramıştı. Kırdığım potla gözlerimi kaçırdım. Sabahları konuşmayı kesmem lazımdı.

 Prens beni yavaşça aşağı indirdi, zira biraz daha o şekilde kalsaydım ikinci kez üzerine kusmam kaçınılmaz olurdu. Hanın bahçesine çıkmıştık. Sabahın serin havası tenimi karıncalandırdı. Prens Viridian diğerlerine ahıra gitmelerini söyledi. Berla'nın yiyeceğimi düşündüğü azarın verdiği keyifle sırıtışını arkası dönükken bile tahmin edebiliyordum. Ahıra girdiklerinde Viridian bana döndü.

"Bana diğerlerinin yanında ismimle hitap etmeni istemiyorum." 

Prens Viridian'ın böyle bir şeyden rahatsız olacak kadar otoritesine düşkün olduğuna ihtimal vermezdim. Bu yapbozun büyük bir parçasını oluşturuyordu fakat o parça hiçbir yere uymuyordu. Ya diğer parçaları yok edip atacaktım ya da bu büyük parçayı. 

Kaşlarım çatılmıştı, bu uyarı sebepsiz bir üzüntü oluşturmuştu. "Siz nasıl isterseniz." Ahıra doğru ilerlerken seslendi. "Kurtarıcı." 

Olduğum yerde durdum. Ne diyeceğini merakla bekliyordum fakat ona dönmedim. "Bunu kendim için istemiyorum, senin için istiyorum."

İtirafı karşısında dilim tutulmuştu, başımı çevirip gözlerine baktığımda samimi olduğunu gördüm. Başımla onayladım, dediğini yapacaktım. Bu ikimiz için de en iyisiydi. Gözlerimi yeşil harelerinin dipsiz bir kuyu gibi yoğunluğundan güçlükle ayırıp diğerlerinin yanına gittim.

*

Yolculuğumuz at sırtında devam ediyordu. Prens Viridian hepimize at ayırtmıştı. Neden saraydaki atlarla yolculuk yapmayıp da bir handaki satıcıdan at aldığımızı sorduğumda saray atlarının 'fazla' bakımlı olduğunu ve hemen dikkat çekeceğini söylemişti. Bu durum pelerinlerle gizlememizle aynı nedenden dolayı olmalıydı. 

Bir derenin yanından geçerken atların susuzluğunu gidermesine izin verdik. Ordudayken de birkaç defa at bine şansım olduğu için nelere ihtiyaçları oluyor veya nasıl yönlendirilebiliyorlar biliyordum ve açıkçası atlarla aram da oldukça iyiydi. Eyerden atlayıp şimdiden bir bağ kurduğum atımı diğerleri gibi dereye götürdüm. Suyunu içtikten sonra saçlarını okşayarak yol üstündeki bir ağaçtan koparttığım elmayı yedirdim. Buna oldukça memnun olmuştu, bunu zevkle kişnemesinden ve neşeyle sallanan kuyruğundan anlayabiliyordum. Tüyleri parlak kahverengiydi ve sağlıklı görünüyordu fakat henüz çok gençti. Kısraklığa yeni ulaşmış bir taydı.

Yol boyunca verdiğim hiçbir elmayı çevirmeyen atım tam bir elma düşkünüydü. Ona Pomme demeye karar verdim. At üstünde yolculuk yaparken saçını okşayıp kulağına fısıldadım. "İsmin Pomme olsun mu? Seveceğini düşündüm." Kabul edercesine kişneyince güldüm, sevmişti. 

Prens Viridian yanıma yanaştı. Onun atı daha olgun bir attı, gerçi herkes kendi atını kendisi seçmişti ve seçimimden oldukça memnundum. "Pomme ne demek?"

"Fransızcada elma demek."

"Atları bir yerden sonra bırakacağız biliyorsun değil mi?" 

"Evet." Hala Pomme'nin yelesini okşuyordum. 

"Ona çok bağlanmanı istemiyorum." 

Prense baktım. "Son zamanlarda bu duruma çok aşina oldum, merak etme Prensim üstesinden gelirim."

Yorum yapmadı, sadece atını sürmeye devam etti.

*

*

*

SUYUN VALSIWhere stories live. Discover now