29.Kaçış

49 5 8
                                    

Bir uyuşturucu gibi damarlarımda yayılan kontrol ve güç arzusu beni ben yapan duygularımı neresi olduğunu bilmediğim bir boşluğa fırlatmıştı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bir uyuşturucu gibi damarlarımda yayılan kontrol ve güç arzusu beni ben yapan duygularımı neresi olduğunu bilmediğim bir boşluğa fırlatmıştı. Artık benden geriye kalan tek şeyin boş ve duygusuz bir kabuk olduğundan korkmaya başlamıştım. Keza öyle olsa benim için her şey daha kolay olabilirdi. Her bir kafesteki her bir ejderhayı, her bir duygu kırıntısını içime çekmiş ve onlara kendi duygu ve davranışlarımı aşılamıştım. Artık hepsi demir parmaklıklara olan esaret günlerine gıptayla bakan birer köleye dönüşmüştü. Bunu yapmak için dünyaya gelmiştim ama neden yaptıklarım doğruymuş gibi gelmiyordu?

Düşünmemeye ve hissetmemeye çalışmak en önemli günlük rutinim olmuştu çünkü eğer düşünmeye başlarsam ben bile kendimle başa çıkamazdım. Izdırabımın adada kaldığımız bir hafta boyunca sürdüğünü düşünebilirdiniz fakat ben onu bir ömür boyu bir parçam gibi yanımda taşıdım. Ruhumun en ağır, en saygın konuğu oydu. Öyle ki ev sahibinin o, misafirin ben olduğumu düşündürecek kadar.

*

*

Zamansız görevler, zamansız olaylar, zamansız duygular. İnsan tüm bu zamansızlıklara alışıyordu fakat zamansız aşka, aşkın sevgiye dönüşebilme hızına alışamıyordu. Çünkü o ihtiras yüklü aşk aynı anda bir yerden sevgiye dönüşmeye başlamışsa bir parçan da o sevgiye esir olur ve kimi sevmeye başladıysan onunla büyür, onunla acı çekerdi. Tüm krallığın veliaht prensinin hissettiği duygular da ancak böyle tarif edilebilirdi. Ama ona sorarsanız bu değişimin onu ya sonsuz bir öfkeye ya da sonsuz bir ferahlığa kavuşturduğunu söylerdi. Bu ikisinin farklı gözüken benzer şeyler olduğunun henüz farkında değildi. Çünkü ilk kez kalbine aşkın yakıcı ateşi, sevginin zalim merhameti düşmüştü. İlk kez bir görev bir yabancıdan daha değersiz olmuştu. 

Görevini yapmazsa onun hain olarak yaftalanacağının bilincindeydi peki ya duyduğu aşka yaptığı şey de bir hainlik değil miydi? Bir çemberin ortasında, hangi yana gideceğini şaşırmıştı. Oysa netlikler ondan sorulurdu, en zor kararları tereddütsüz verebilen bir komutan olmakla övünürdü bunca zaman.

Bu talihsiz kaderin sahibi ejderhalar sanılıyordu. Fakat zannedilenin aksine bu tragedyada oynayan sadece iki başrol vardı. İki talihsiz aşık. İki menfur yürek. İki ayrı beden, tek bir duygu etrafında çevriliyordu. Bu duygunun etrafı dokunanı kanatan sivri dikenlerle çevrili mecnune bir aşktı.

Veliaht prens, hissiyatı kontrol edebileceğini sandığı fakat hükümsüz kaldığı birçok insani duygu arasında gidip geliyordu. En can yakıcı olanın aşk acısı olması beklenirken duyduğu sevginin üstünlüğü buna imkan kılmıyor, onun çektiği zihinsel ve duygusal acıları ona da yansıtıyordu. Öyle ki bu ejderhaların efendisi addedilebilecek yüz yılın umudu olan genç kız öyle bir çıkarsız acının içindeydi ki bunu gözlerine bir saniyeden fazla bakan biri bile kolaylıkla anlardı. 

Birini ve hatta bir canavarı kontrol edebilmenin kendi kontrolünü de kaybetmeyi göze almak demek olduğu söylenirdi. Bunun ne kadar doğru bir söylem olduğunu bu kızın gözlerindeki savaşa bakarak anlayabilirdiniz. Fakat her bir kontrolde şaşırtıcı derecede güçlendiğini inkar etmek de ona karşı yapılan en büyük haksızlık olurdu.

SUYUN VALSIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin