4•°Saray•°

191 29 61
                                    

**

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

**

Mesafeler birer ağ gibidir; her ağ ona ulaşmana engel olan, sonu olmayan bir kördüğümdür.
Ona giden yollar birbirine dolanır ağlardan ilham alarak ve kördüğümün sonuna geldiğin zaman en zor yollardan geçip emeğinin en güzel kavuşmasını yaşarsın, tâ ki o ana kadar çözmen gereken binlerce kördüğümün içindesindir.

Düşünmekten, inkâr etmekten, yaşanıldığına inancım olmayan o büyülü anı zihnimde sorguya çekmekten bitap düşmüş en sonunda sızmıştım. Uyandırıldığımda daha ne olduğunu anlamadan beni bir at arabasına bindirdiler. Geceden kalan enkazı askerler ellerinden geldiğince toparlamaya çalışıyorlar, geceden beri boş durmuyorlardı. Beni ise komutan Pixis'in çadırında sabaha kadar tutmuşlardı, kapıda nöbetçiler beklerken. Değerliydim. Öyle diyorlardı benim için. Arkamdan konuşulanları duymuyormuş gibi yapıyordum ama kulaklarım olması gerekenden iyi çalışıyordu. Olcay'dan ise iyi olduğu dışında hiçbir haber alamamıştım. Onunla, aslında hiç kimseyle görüşmeme izin vermiyorlardı. At arabasına binmeden Olcay'ı görmek için kaçmaya çalıştım, yalvardım yine de izin vermediler. Yaralıydı, bayılmıştı kollarımda onu en son gördüğümde.

Arabaya binerken arabanın arkasındaki küçük camdan bakarken bile onu bekliyordum, onu mutlaka görmeli, iyi olduğunu kendi gözlerime kanıtlamalıydım. At arabası hareket ederken tam umutlarım tükenmişti ki küçük camın arkasından onu gördüm. Gövdesini sadece omzundan beline dolanan beyaz sargı bezi örtüyordu.

At arabası hızlanmaya başladı. Arabayı durdurmaları için cama vuruyor bağırıyordum ama beni umursamıyorlardı.

"Olcayto!"

Olcayto tüm gücüyle arabanın peşinden koşuyor, bana yetişmeye çalışıyordu. Yaralıydı, her zamanki hızıyla koşamıyordu. Her bir adımda acı çekiyordu ama yüreğinin acısı daha nefes kesiciydi tıpkı benimki gibi.

"Elafer! Elafer!"

Göz yaşlarıma hakim olamadan cama son kez vurdum. "Olcay!" Ordudan sesimizi duyanlar birkaç dakikalığına tiyatro oyunu izler gibi hiçbir şey yapmadan bakıyorlardı bu pandomime. Bizlerse tiyatronun pandomim oyuncuları olarak kimseye sesimizi duyuramıyorduk. Oysa davranışlar ve bakışlar sözlerden daha çok ses getirmeliydi dünya, insanlar bu kadar acımasız olmasaydı.

Ve adım adım uzaklaştı benden. Zamanın amansız kumlarına mahkum aramıza zalim kilometrelerin dikenli yolları girmiş uzaklaşıyorduk birbirimizden. Ne o arabayı çeken atlara yetişmeye çalışmaktan ne de ben durmaları için elimden geleni yapmaktan vazgeçtim. Ta ki bir toz bulutunun dumanıyla birbirimizi gözden kaybedene kadar. Ağlamama engel olamıyordum. Ben kahraman olmak, ünlü olmak, tanınmak, şatolarda lüks içinde yaşamak istemiyordum. Ben o çok kıskanılan prenses olmak istemiyordum. Ben sadece kelimelere ihtiyaç duymadan her dilde konuşabilen kalbin sesiyle beni duyabilen birisini istiyordum: Olcay'ı. Ama kimse bunu anlamıyor, anlamak için çaba sarf etmiyordu. Herkes lüksün göz kamaştırıcı ışıltısında ruhunun temiz ışığını kaybetmiş kör bir şekilde yürüyordu.

SUYUN VALSIWhere stories live. Discover now