Kapıya doğru ilerlerken arkasından seslendim. "Bir dakika, ne?!" Hızla ayağa kalkıp konuşmam üzerine olduğu yerde öylece duran prensin ardından gittim. "Nereye?"

Arkasına dönüp sanki bu çok bariz bir şeymiş gibi alt dudağını öne çıkardı. "Saraydan çok uzaklara." Tekrar arkasını dönmüş gitmeye yeltenmişti, kolundan tutup durmasını sağladım. 

"Gidemeyiz," Veliaht Prens bir bana bir kolundaki elime bakıyordu. "Gidemem."

Benim asla yapamayacağım bir şekilde tek kaşını kaldırdı. "Neden?"

"Emin olmam gereken bir şey var, bana birkaç gün ver. Nereye gittiğimiz umurumda değil." 

Gözlerini kapatıp bıkmış bir nefes vererek geri açtığında büyük bir özdeşleşme gücüyle bana bakıyordu. "Bu kadar inatçı olmaman gerekirdi."

Kafam karışmıştı. "Anlamadım?"

"Sana birden fazla kez sakladığının ne olduğunu sordum, bu kadar saati beraber geçirmiş ve çoğu şeyi anlatmış olmana rağmen hala tam anlamıyla bana güvenip soruma düzgün bir cevap vermedin."

"Peki ya sen Prens Viridian, sen bunca zaman bana güvenip ne anlattın? Hakkında gördüklerim ve çıkarımlarım dışında hiçbir şey bilmiyorum."

Onu hazırlıksız yakalamıştım. Bakışlarındaki belirsizliği fark edecek kadar tanıyordum onu. Veliaht prens net bir insandı, bu yüzden belirsizliği içime sönmemiş bir çıra düşürdü. "Benden ne sakladığını biliyorum," itirafı karşısında şok olmuştum. İştirak ettiğim şeyle gözlerim mümkün olduğunca açılmıştı, bunca zaman beni denemişti meğer. "Arkadaşın sarayda değil. Kral onu ve küçük oyununu elbette öğrendi. Sana peşlerine adam gönderdiğini söylemiştim."

Başıma saplanan ani bir acı beynimin içinde anafora girmiş, beni içine çekiyordu. Bilincim bir girdabın sonu gelmez hortumunda savruluyordu. Dengemi sağlamakta güçlük çekiyordum, prens kolumdan tutarak yardımcı oldu. Dudaklarımdan kulaklarımdaki çınlamanın ardında kaybolan kelimeler döküldü. "Peki ya arkadaşı, Korsan?" 

Zor da olsa başıma saplanan ani acıyla Viridian'ın gözlerine bakabilmeyi başardım. "Onu mahzenlerde net bir şekilde görememiştim, görüş alanımın dışındaydı. Ama hayır onun yakalandığını duymadım."

Çalışma masasındaki sandalyeyi tek bir esintiyle yanımıza çekip oturmamı istedi. Dediğini yaptım. Çünkü biraz daha ayakta kalırsam her an başımdaki manasız acıdan bayılabilirdim. 

Viridian asil duruşunu bozup önümde benimle aynı hizaya gelene kadar tek dizinin üzerinde eğildi. İnce parmakları varla yok arası anlıma dokunduğunda tenimi bir serinlik kapladı ve bunu sürdürerek birkaç dakika parmakları anlımda gezinerek biraz olsun rahatlamamı sağladı. "Başın mı ağrıyor?"

Gözlerimi kapatıp başımla onayladım. Tüm sinirlerim çekilmiş gibiydi. Dişlerimin arasından zorla konuştum. "Sanki beynimin içinde bir çekiç var ve aralıksız çivi çakıyor gibi."

"Peki bu ağrının sebebi arkadaşının durumundan dolayı mı?"

Derin bir nefes alarak konuşabilmeyi arzuladım. "Hayır. Bu bambaşka bir şey. Daha önce böylesini hiç görmemiştim."

"Bana bak," Tek eliyle çenemden tutup kendisine bakmamı sağladı. "Şimdi seninle derince bir nefes alıp vereceğiz."

Kemikli parmakları hala çenemdeyken çimen yeşili gözlerine bakarak başımla onayladım. Birkaç kez nefes alıp verdikten sonra başıma saplanan keskin ağrı biraz daha dayanılabilir bir hal almıştı. Tam kurtuldum diye sevinirken zihnimin derinliklerinden çıkıp gelen görüntüler beynime vuran ağrıyı aratır derecedeydi. Bir gümbürtü eşliğinde oluşan çatlaklardan içeri giren sis tüm beynimi ve midemi bulandırarak kaplamış, bedenimde bir iç savaş çıkarmıştı. Belim iki büklüm olarak bu sisi kustum fakat buna rağmen gözlerim yuvalarında döndü ve bilincim yavaşça kayıp giderken son yakaladığı şey Veliaht Prens'in üzerine kusmamı aldırmadan beni hiç zorlanmadan kucağına alarak kaldırması oldu.

SUYUN VALSIحيث تعيش القصص. اكتشف الآن