üç

4.8K 237 37
                                    

Gündüz/Alexander'ın Evi

Yarım saat önce sandalyenin üstüne yerleştirdiğim para çantasından bir banknot daha alarak masanın üzerindeki kuleme dikkatle yerleştirdim. Yaptığım bu dikdörtgen şekildeki kulenin tek sebebi yıllarca burada elektrik su ödemeden yaşamamdan kaynaklanıyordu. Bedel ödüyordum.

Aslında Alexander böyle bir şey istememişti.

Ancak dün buzdolabını gördükten sonra "Siz Türkler, gerçekten dağınıksınız." dediğinde ona borçlu kalınmayacağını anladım. Her ne kadar arkamdan söylemiş olsa da sonuç itibariyle önemli olan söylemiş olmasıydı. Irkçıydı, oldukça.

Bir banknot daha alarak işime devam ettiğim sırada para çantasındaki para destelerinin azaldığını gördüm. Üç beş tane kalmıştı. Burası bittiğinde hemen evin dışına koyduğum dün geceden hazırladığım valizlerimi alacaktım ve bu evi terk edecektim. Aklıma gelenlerle banknotu kuleme yerleştirir yerleştirmez ötekileri aldım avucuma, hızlı hızlı yerleştirdim.

Sonunda elli bin doların hepsi masadaydı.

"Acaba kirayı da mı koysaydım?" mırıldanırken eve kısa bir bakış attım. Böyle bir evin kirası bankadaki paramı epey bir düşürürdü. Kalan üç yüz kırk sekiz bin dolarıma böyle bir darbe yapamazdım. "Olmaz, kendisi 'burada kalsın' demişti." paramı kaybetmemek için benliğimi teselli etmeye çalıştığımda neyseki çabuk ikna olmuştum.

Para destelerini son kez kontrol ettiğimde her şeyin tam olduğunu görünce masanın  yan tarafına koyduğum telefonumu alarak çalan müziğin sesini kapadım. Maskemi ve şapkamı da alıp kapıya yöneldim. Tam kapının çaprazında kalan aynanın karşısına geçtim, önce şapkamı taktım. Saçlarımın salık hâlde dikkat çektiğini fark edince arka cebimden siyah tokamı çıkararak onları ensemin orada topladım. Kapşonlumu çekerek kafamı tamamen kapatacağım vakit merdivenlerden gelen sesle durdum.

"I am busy today." 'bugün meşgulüm' diyordu. Muhtemelen telefonla konuşuyordu yine.

Aldırış etmeden maskemi cebime sıkıştırarak kapıya birkaç adımla ulaştım. Kulpu tuttuğum sırada yine sesini duymuştum.

"Sun?"

İsmimi İngilizce'ye naklettiğini görünce bir şaşırsam da bunun onun için kolay olan olduğunu bildiğim için üstünde durmadım. Sonuçta Güneş bir yabancı için telaffuzu zor bir isimdi.

Kapının kulpunu bırakarak ona döndüm. "Bir şey mi söyleyeceksin?" diye İngilizce bir şekilde sorduğum sırada paraları fark etti. Dünkü gibi telefonunu kapattığında bıkkınlıkla kollarımı göğüsümün altında birleştirdim, kapıya sırtımı yasladım.

"What's this?" 'Bu ne?

"Para işte kör müsün?" homurtuyla konuşup iç çektim. Zaten elli bin dolarlık bir kayıp verdiğim için mutsuzdum. Birde üstüne soru soruyordu. En sonunda hâlâ bana baktığı için bunu İngilizce'ye nazik bir şekilde çevirmeye karar vermiştim ki o konuştu.

"I'm not blind. I'm asking what it means."

"Bir dakika," aydınlanma yaşarken yerimden doğruldum ve ona doğru yürüdüm, "Sen Türkçe biliyor musun?" merakla yüzünü incelediğim sırada başını sallamasıyla "Nasıl?" diye atıldım.

Tam önünde durmuştum.

Yüzüme büyük bir ciddiyetle bakarken, "Moneys," dedi, konuyu değiştirmek istercesine, "Why," elimi havaya kaldırıp susmasını işaret ettim. Bir an için afalladığından araya girebilmiştim. "Bundan sonra benimle konuşacaksan Türkçe konuş veya hiç konuşmayalım."

bir küçük dizi meselesi | textingWhere stories live. Discover now