26

777 41 145
                                    

Yirmi altıncı bölüm

Aynı duyguyu paylaşan kederli ruhlar birbirleriyle karşılaştıklarında huzur bulurlar. -Halil Cibran

***

20.01.2005

İstanbul'un sessiz sakin olan nadir yerlerin birisinde, çocukların kahkahaları ormanda yankılanıyordu. Saklambaç oynuyorlardı, içinde bulundukları karanlık hayata rağmen çocukluklarını güzel yaşamaya çalışıyorlardı.

Malikhanede sadece küçük çocuklar, anneleri ve korumalar dahil evin hizmetlileri vardı. Bahtiyar Kandemir, en yakın adamları ile birlikte dışarıdaydı. Onun evde olmadığı zamanlar, çocukların biraz da olsa özgür olduğu saatlerdi.

"Elma dersem çıkın, armut dersem de çıkın!" diye seslendi küçük Deniz. Merdivenlerden indi, üst katta değillerdi. "Neredesiniz yahu?" dedi bu sefer de. Etrafına bakınıyor, saklanma olasılıkları olan yerleri inceliyordu ama üçü de ortalıkta yoktu.

"İnanmıyorum, kar mı yağıyor?" diye neşeyle şakıdı. Aslında amacı başkaydı ve küçük kardeşinin çıkardığı "hiğ," sesiyle de amacına ulaşmıştı. Sesin geldiği yöne doğru ilerlediği sırada kafasına bir yastık yemişti, küçük Asaf saklandığı yerden ona yastık fırlatmıştı.

"Ah, ölüyorum galiba!" diye kendini yere attı Deniz. Abisine bir şey olacak diye korktuğu için saklandığı dolabın kapaklarını araladı hafifçe, yerde gözleri kapalı yatan abisine baktı. Anında gözleri dolarken hemen yerinden çıktı ve abisine koştu, onu kaybetmek ve hiç ayrılmak istemiyordu. Bu yüzden de saklambaç oynamayı sevmezdi, abisinden ve Özgür Asaf'tan ayrı kalmaktan çok korkardı.

"Abi, aç dözlerini. Hani benden önce asla uyumicaktıın?" dedi nazlı bir sesle.  Dört yaşındaydı ama konuşma güçlüğü çekiyordu bazen, sadece belirli harfleri söyleyemiyordu. Bu onu daha sevimli yapıyordu, özellikle Asaf'ın adını söyleyememesi onun çok hoşuna gidiyordu.

Deniz onun üzülmesine kıyamadı ve birden kalkıp onu gıdıklamaya başladı, kardeşinin kahkahaları onun en sevdiği melodiydi.

"Kanma bu oyunlara, Güneş! Seni kar yağıyor diye kandırdı!" diye aralarına girdi Alin. Deniz'in ve abisi Asaf'ın ilgisi, sevgisi hep onda olsun isterdi. Güneşi her ne kadar çok sevse de, o doğduğundan beri kimsenin kendisini sevmediğini düşünüyordu. O, sadece bir çocuktu. Çocukken böyle duygulara, kıskançlıklara kapılmak oldukça olağan bir durumdu.

"Bana öyle dime," dedi Güneş kahkahalarının arasından. Deniz, gülmekten nefessiz kalır diye korktuğu için gıdıklamayı kesince Güneş nefes nefese merdivenlerde onları izleyen Alin'e baktı. "Dünesi sevmiyom, hep yakıyoo beni." diye bir kez daha açıkladı kendini. Fakat bilmiyordu ki, Alin onu kızdırmak için bilerek öyle yapıyordu.

"Ama o senin adın," diyerek araya girdi Asaf. Çatık kaşlarla sesin geldiği yöne döndü Güneş, bunu duymaktan bıkmıştı. "Seninki de Asaf," dedi onu kızdırmak için. Fakat anında pişman olmuştu çünkü gülünce gözleri kısıldığı için hep gülmesini istediği en yakın arkadaşını kırmıştı, oysa Asaf ona hiç kırılmazdı ki.

"Deniz!" annesinin seslenişi yüzünden onları orada bırakıp mutfağa koştu. Onun gidişiyle birlikte Güneş, Asaf'a koştu ve sıkıca sarıldı. Ona küssün istemiyordu, sonsuza kadar arkadaş kalsalar olmaz mıydı diye düşünürdü.

"Özül dilelim," dedi yarım yamalak. "Kızdın mı bana?" dediğinde Asaf ona baktı. Anında tüm üzüntüsü geçmişti çünkü Güneş çok sevimli bir çocuktu, kimse ona kızamazdı bu yüzden.

Özgürlüğe Aşık GökyüzüWhere stories live. Discover now