-4-

10.2K 670 743
                                    

Ve ben şimdi kabuslarımda bin parçaya bölünürken, o beni topladığının mutluluğuyla uyuyordu belki de.

Ben hiç kendimi toplayamadım. Asla bir bütün değildim. Ama hiç değilse bir bütün olamadan da ayakta durabilmiştim. Şimdiyse öyle yorgundum, öyle paramparçaydım ki, başımı diğer tarafa çevirmekte bile zorlandım.

Yorgunluktan acıyan, kapanmak için savaş veren gözlerim tavandaki açık pencereyi bulmuş, yağmurun getirdiği soğuğa ve zemine damlayan sulara odaklıydı. Ağlamadım. Çünkü gökyüzü benim yerime ağladı. Zemine değen her damla bulutların değil, benim gözyaşlarımdı. Bulut benim yerime ağlıyordu şimdi.

Yağmur uzunca bir süredir yağıyordu, dolayısıyla zemindeki yağmur suları yatağın dibinde çökmüş vaziyette duran benim çıplak ayaklarıma kadar değiyordu. Soğuktu, üşümüştüm. İçim titrese de pozisyonumu bozmadan belki yarım saat, belki bir saat, belki de bir dakika kadar oturup izlemiştim yağmuru. Kapı açıldığında kimin geldiğini biliyordum, bakışlarımı ayaklarıma değen su damlalarından çekmedim. İçeri giren kişi bir adım atıp bir süre öylece kaldı. Daha sonra adımları tam yanımda durdu. Bakışlarımı ona çevirdiğimde göz göze geldik. O da yatağın dibine, tam yanıma çöküp bacaklarını benim gibi kendine çekti. Artık ona karşı korku da yoktu içimde. İsterse onlar gibi işkence çektire çektire beni de öldürebilirdi bu ruh hastası.

"Bulutlar benim yerime gözyaşı döküyor bu gece."

"Bulut senin yerine gözyaşı döküyor bu gece."

Başımı ona çevirdiğimde pencereye bakıyordu. Yüzünü incelerken tanıdık bir şey aradım. Biçimli güzel burnu, yemyeşil gözleri, upuzun kirpikleri, kendi gibi karanlık saçlarıyla normal şartlarda dikkatimi çekebilecek bir adamdı. Böyle bir adamı tanısam unutmazdım.

"Beni tanıdığını düşünme, sen beni tanımıyorsun."
Kalın sesiyle gözlerimi üzerinden çekip tekrar pencereye, yağmura çevirdim.

Her yanıma geldiğinde tuttuğum gözyaşı gözlerimden firar edip yanaklarımdan süzülüyordu. Yine oldu. Yine sol gözümden bir damla aktı çeneme doğru.

"Bulut ağlıyordu hani senin yerine?" Başını bana çevirdiğinde boğazımdaki yumrunun daha da büyüdüğünü hissettim. Sağ gözümden de bir yaş aktığında bulanık bakışlarım onu buldu.

"Bulutun bile akıtamayacağı kadar fazla demek ki."
Zor da olsa bir sonraki yaşı gönderip yanaklarımı sildiğimde güldüğünü işittim.

"Acıtıyor mu?" Dedi yere indirdiği bakışlarını bana çevirerek. Çocuk gibi çıkan sesiyle istemsizce şaşırırken ben de bakışlarımı gözlerine diktim.

"Ne acıtıyor mu?"

Gözlerini kaçırıp boğazını temizledi. Tam gözlerinin içine diktiğim gözlerime karşılık yalnızca yeri izliyordu.

"Onlar için üzüldüğünü biliyorum, peki ya geçmiş? Aklına geliyor mu hala? Acıtıyor mu hala?"

Sorusunun saçmalığıyla ilk birkaç saniye ciddiliğini tartarcasına anlamsızca yüzüne baktım. Ağzımdan alaylı bir gülüş çıktığında eş zamanlı olarak kaşlarım da kendiliğinden kalktı.

"Ne zaman aklımdan çıktı ki? Dedim ya sana, yaptığının zaten bana geçmişimi hatırlatmaktan, gözüme sokmaktan başka bir şeye yaradığı yok." Sonlara doğru kısılan sesimle çoktan dolmuş gözlerim bunu bekliyormuş gibi yanaklarımdan aşağı süzüldü.

Yanımda acımasız bir katil vardı ama ondan kaçmak için bir girişimde bulunmadım. Yanıma oturduğunda uzaklaşmamıştım bile. Kendimi önemseyemeyecek kadar bitik durumda hissediyordum.

Ruh CinayetleriOù les histoires vivent. Découvrez maintenant