Bakışmamız bir başka şimşekle kesildi. Sobek'e kurduğu yeni bir cümleden sonra yanlarından ayrılıp eve doğru ilerlemeye başladı. Teklifimi kabul edip etmeyeceği konusunda bir tereddüdüm yoktu, kabul edeceğinden emindim. Sadece şu an yaşadığı bir şok vardı, onu da bu konuda anlıyordum. Ama ona teklifi düşünmesi için tanıyabileceğim bir zaman yoktu. O teklifi kabul etmeliydi ve Penelope'yi götüreceğimiz kuyuya onu götürmeli, gücünü kontrol altına almalıydık.

Sobek ve Endymion salona geri döndüklerinde ben de koltuğuma geçip oturdum, Aidoneus onlarla birlikte gelmemişti. Ben ne kadar bekleyeceğimizi düşürken, "Üzerini değiştirip gelecek," dedi Sobek. Başımı sallamakla yetindim.

Endymion bana doğru dönüp, "Yüzük işini Aidoneus kendi başına da halledebilir," dedi. "Üstelik Alrisha'ya da gitmek ister. Ona anlatmamız yeterli."

"Gücü almasıyla geçit kapıları da ona açılacaktır," dedikten sonra siyah kutunun üzerindeki yüzük kutusunu elime aldım. "Sence tanrılar bu yaptığıma öfkelenecek mi?"

"Her şeye karşı olan öfkelenme potansiyellerini düşünecek olursak, evet," dedi Endymion alaycı bir şekilde. "Yine de çok sorun olacağını düşünmüyorum. Sonuçta seçim hakkı senindi."

Başımı sallayarak yüzük kutusunu açtım. Beyaz kâğıt yine içindeydi. Kâğıdı kaldırıp kenara koyduktan sonra tekrar yüzük kutusuna baktığımda kaşlarım çatıldı. Bize ait yüzükler aynı şekilde dururken Penelope'ye ait yüzük yoktu. Onun yerine başka bir yüzük vardı ve bu yüzük zarif bir yüzük değildi. Endymion'un yüzüğü gibi kalın bir erkek yüzüğüydü. Ana Tanrıça beni mi izliyordu? Yüzüğün bir erkek yüzüğüne dönüşmüş olmasının başka ne gibi bir nedeni olabileceği aklıma gelmiyordu. Beni izliyordu, ne yapacağımı ve ne olacağını biliyordu.

Lacivert renkte bir taşa sahip olan yüzüğü kutudan çıkardığım sırada Aidoneus'un salona girdiğini göz ucuyla gördüm. Yüzüğü parmaklarımın arasına alıp başımı kaldırarak ona baktım. Islak saçlarını geriye doğru iterek koltuğa oturdu. Normalde tam takım giyinen adam, şu an üzerine bulduğu herhangi bir gömleği geçirip gelmiş gibiydi. Beyaz gömleğinin kollarını kıvırarak yukarı çekerken gözleri bana dokundu. Koyu renk gözleri şimdi bütün duygularını gizlemiş gibi bir kara deliği andırıyordu.

"Güçleri aldıktan sonra hepimizde bazı tuhaflıklar başladı," diyerek söze girdiğimde boş bakan gözlerini benden ayırmadı. "Çözüm olarak bu yüzükleri," tuttuğum yüzüğü kaldırarak ona gösterdim, "kullanacağız."

"Yüzükleri kimden aldın?"

"Güvenilir birinden," dediğimde kaşları alayla havalandı, gözlerini elimdeki yüzüğe indirdi.

"Neden abin ya da eski hayatındaki insanlardan biri değil de ben?" diye sordu, bunun cevabını gerçekten merak ediyor gibiydi.

"Gardiyanlığın çocuk oyunu olmadığını anlamama yetecek kadar şey yaşadım," dedim. "Abim istemiyor, onu zorlayamam. Herhangi birini de bu işe dahil etmek istemiyorum."

Alayla, "Bana gelmek zorunda kaldın yani," deyince omuz silktim. "Ne yapmam gerektiğini anlat o hâlde." İfadesi şimdi ciddileşmişti. Öne doğru eğilip ellerini bacaklarının arasından sarkıtarak bana baktı.

Elimdeki yüzüğü ona doğru attığımda duruşunu bozmadan elini kaldırarak yüzüğü yere düşmeden tuttu. "Gücü sana vereceğim. Kutuyu açtıktan sonra ne kadar sürede kendine gelirsin bilmiyorum. Bazılarımız hemen kendine gelse de bazılarımızın kendine gelmesi günler sürdü." Anladığını belirtmek için başını salladı. "Kutuyu açsan ve birkaç saat içerisinde kendine gelsen bile bu gece yüzük için Alrisha'ya gitmen seni daha da yorar. O yüzden hemen kendine gelebilirsen yarın gece gidersin."

AKREBİN KALBİ / TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now