34. Bölüm

60 10 10
                                    

Her ırk, uzun tarihlerinde benzersiz kültürler ve kavramlar biriktirirdi. Yabancılara gelince, bazıları onlarla temasa geçtiğinde uyum sağlayabilirdi ve bazıları ise hiç anlamayabilirdi. Bunlar bir şey değildi, ama bir toplumun 'kutsal' dediği şeyler asla lekelenmemeliydi.

Chu Huan'ın ilk tepkisi hızlıca özür dilemek oldu, "Affedersiniz, çok çok özür dilerim, bilerek yapmadım..."

Ama konuşmasını bitiremeden, yarı yolda vefat etti. Pınara akan kan damlasını ve ardından gelen beyaz köpürmeyi gördü; bir noktadan küçük bir patlama gibi yayılıyordu.

Chu Huan'ın gerginlikten eli ayağı kasılmıştı. Nasıl bir varlığın ortaya çıkacağını hiç bilmiyordu.

Bir sonraki anda, bir adam tamamen suyun yüzeyindeydi. Kaşlarının arasından kan süzülüyordu, gözlerini açtı ve Chu Huan'ın bakışlarıyla kısa bir temas kurdu.

Chu Huan yıldırımla vurulmuş gibiydi, bir anlığına kelime dağarcığındaki tüm kelimeler yok olup gitti.

Bu tanıdık biri olmalıydı... ama geriye doğru takip edilmesi zor ve yaşamla ölümün birbirine karıştığı bir zaman olduğundan, biraz farklı görünen bu yüz, ayazmanın suyuyla zarifçe parlıyordu ve bu kişiyi gerçek olamayacak bir hayal gibi gösteriyordu.

Adam suda durdu, önce mağaradaki ayazmaya ve kendisine şaşkınlıkla baktı, sonra Chu Huan'ı şüpheli gözlerle izledi. Bir süre bakıştıktan sonra kaşları çatıldı ve sertçe, "Sen misin?" dedi.

Chu Huan'ın ya boğazına bir şey takılmıştı, ya da dilini yutmuştu.

Adam onun mezar gibi üzücü ifadesini görünce biraz rahatsız olmuştu, tek nefeste seslendi, "Hey, bu ağlak surat ifadesini nereden edindin?"

Chu Huan vereceği cevabı neredeyse hiç düşünmeden, kontrol edilemez bir şekilde ve boğuk bir sesle yanıtladı, "Yasını tutarken bile ağlamadım, senin için sorun olmamıştır, değil mi?"

Bu ikisi, birkaç kelimeyle bile kıvılcım çıkarmaya başlayıp kavgaya tutuşabilecek yanıcı maddelerden farksızdılar.

Chu Huan'ın sesi solup gitti ve zaten sonraki bir an içinde, karnına feci bir yumruk yemişti. Tamamen hazırlıksız yakalandı, kaçınamadı. Birkaç adım geri düştü ve mağaranın duvarı ile şiddetli bir yakın temasa girdi. Göğsü ve sırtı ezilmiş gibiydi, kayaların önüne yığılıp kaldı.

Kalbi aniden bilinmez bir tutkuyla çarpmaya başladı. Yeniden doğruldu, yumruğunu kaldırdı ve diğerinin yüzünü selamladı.

Suratının tam ortasına patlayan aparkatın ardından adam inleyerek yüzünü yana çevirdi, başını indirip yüzünü tuttu ve sonra kan tükürdü. Chu Huan'a şiddetle baktı. Gözlerinde açıklanamaz bir nefret vardı, düşmanlarına karşı bile bu kadar nefret dolu olamayacak bir biçimde kükredi, "Lao Tzu'nun yüzüne vurmaya cüret ediyorsun! Ben senin siktiğimin suratına elimi sürdüm mü? Chu piçi, bu iş burada kalmayacak!"

Chu Huan da sözlerini hızlıca seçti, sanki bu kişiye verilecek cevaplar hakkında asla şaşmayan bir içgüdüsü vardı, "Ayakkabı çekeceğine benzeyen suratına vurmamla vurmamam arasında bir fark yok!"

Chu Huan'ı duyan adam savaş çağrısını almış gibiydi, şu an çıplak olup olmamasının umurunda olmadığı açıktı - yüzüne vurulduğu için kavga etmek ona göre herhangi bir utançtan daha önemliydi.

Yumruğu yarı yoldayken bir el tarafından durduruldu.

Nan Shan bir anda Chu Huan'ın önünde belirmiş ve onun suratı ile rakibinin yumruğu arasında durarak adamın yumruğunu hareket edemeyecek kadar sıkmıştı.

Of Mountains And Rivers (Shan He Biao Li) by Priest  - Türkçe ÇeviriWhere stories live. Discover now