Bölüm 2

2.9K 347 27
                                    


Zeycan Bey, nihayet teşrif etmişti. Ne kadar da beklememiştim oysa onu. Boğazımdan bir yutkunma sesi. Çantamı sırtlayıp koşarak çıkma fikri zihnimde dönüyordu. Bir taraftan da adamı anlama çalışıyordum. Kışlık postallar, oduncu gömleğinin içinde siyah bir tişört, siyah bir pantolon giyinmişti. Şık değildi. Köylü gibi de değildi. Biraz dağınık bir tarzı vardı ama kesinlikle Bey de değildi. Karmakarışık sakalları, dağınık kumral saçları, yanık yeşil gözleri. Yanık yeşil nasıl olur demeyin? Şöyle bakarken gözlerin içinde alev var gibi durur. Yeşil alev olmaz sanıyorsunuz değil mi?

Hiçbir şey bilmiyorsunuz.

Ben nasıl onu inceliyorsam o da beni inceliyordu. Arkadan da nişanlısı gelecekti muhtemelen. Arabada bekliyordu belki de, köpekten korkmuştu.

"Pardon!" dedim. Aklıma gelen ilk şeyi yaptım. "Ben Sami'nin yeğeniyim. Dün temizlik yaparken çok yorulduk da uyuyakalmışım."

Kaşlarını kaldırdı. Bu hikâyenin neresine inanmamıştı ki. Belki de inanmıştı, hüsnükuruntu yapıyordum. Çantama bakındım. Kot montumu da alıp yanından geçip gidecektim. Makul bir açıklamam vardı. Kabul görmeliydim. Kolumdan tutuverdi.

"Otur bakalım sen!" dedi. "Hem yalancısın hem de karşındaki insanları salak zannediyorsun."

Sami ile konuşmuştu. Gelmeden. Belki önceki gece. Sami demişti ki nişanlını da pek sevdik, ne kadar da aç ne getirsek götürdü.

"Oturmayayım," dedim. Bir yandan da kolumu kurtarmanın derdindeyim. Burnumun dibinde tehdit eder gibi bakarken koca adam kaçıp kurtulamıyorsunuz bir anda. "Misafirliğin kısası makbul."

"Seni davet ettiğimi hatırlamıyorum."

"Müsaade edin Zeycan Bey yoluma gideyim. Ben geçiyordum uğradım."

"Hayır, efendim, geçerken uğranan yerler yol üstüdür. Dağ başı değil. Neyin nesi iseniz adamakıllı anlatın, gidip gidemeyeceğinize ben karar vereyim."

Plan dâhilinde bu da vardı. İnandırıcı bir hikâye anlatacaktım. O da yol verecekti. Bunun için ya merhametine oynayacaktım ya da merhametine. Başka bir yol bilen varsa söylesin?

Oturdum. Üzerime örttüğüm battaniyenin dibine. Kapıyı açıp içeriyi de buz gibi ettiğinden değil de nasılsa gideceğim diye kot montumu geçirdim sırtıma. Postalları ile girdi içeri. Koltuklardan tekli olanı açık kapının önüne çekti ve tam oraya oturdu.

Meşhur Zeycan Bey, ilk gördüğü anda karşısındaki vay be taş gibi herif intibası bıraktıranlardandı. Uzun boyu, etkileyici duruşu, mesafeli bir karizması vardı. Yakışıklıydı da pekala. Serseri bir yakışıklılıktı hem de bu. En sevdiğimden.

O konuşmadı. Ben konuşmadım. Cesur kapı ağzında yatıyordu. Miskin miskin. Birisi lafa başlayacaktı ve o ben olmayacaktım. En mazlum halimi takındım, boynumu büktüm, bakışlarımı kaçırdım.

"Evet," dedi. "Polisi aramamı istemiyorsan anlatırsın."

"Ne polisi canım!" diye çıkıştım. Bilinçli yaptığım şey değil, tamamen refleksti. Korktuğum için ne yapacağımı bilmemekti benimkisi. "Sizin olduğu kadar benim de evim burası."

"Öyle mi?"

"Evet. Babamın evi. Arayın sorun dedenize. O verdi bana adresi üç gün önce, git orada kal dedi, orada senin de hakkın var, ben ölünce payını da vereceğim. Ben gayrimeşru çocuğuyum dedenizin."

DEVAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin