Uyku

186 10 11
                                    

Yeni bir bölüm ve tekrardan ben. Bu satırları okumaya geldiğin için tekrardan teşekkürler. Bugün bu bölümü ilham kaynağım Kübra için yazıyorum.  Sayesinde ilham perilerime tekrardan kavuştum. İlham perilerimin kanatları kırıkken yorulmadan o kanatları sardığın için teşekkür ederim. Bilgisayaramın başına oturup bölüm yazmamın en büyük nedenlerinden birisin. Bütün bölümleri asla yorulmadan bana yorumluyorsun. Bütün karakterlerimi benimseyip yüzümde öyle bir gülümseme bırakıyorsun ki... İyi ki doğdun iyi ki varsın. İyi ki benimle birlikte diptesin.

27mars27

Siz de iyi ki varsınız ve benimlesiniz.

İyi okumalar :)

Yangın... Hayatımı tam anlamıyla anlatabilecek tek kelimeydi bu. Yaşadığım, nefes aldığım her saniye bir yangının içindeydim sanki. Ve teninde gökkuşağı taşıyan adam beni bir yangından kurtarıp başka bir yangının tam ortasına atmıştı. Teninde taşıdığı tüm renkler siyah olmuştu aniden. Renkler solmuştu ve onun ağzından çıkan her kelime umutlarımı parçalayıp atmıştı. Bin bir emekle büyütmeye çalıştığım umutlarım tam karşımda kanlar içinde can çekişiyordu. Ve benim yapabildiğim tek şey Özgür'ün o umutları alıp elleriyle tek tek sarmasını beklemekti.

"O yangından kurtarılmayı hiç istemedim." Rüyamı tekrar yaşıyordum sanki. Yüzüme vurduğu gerçeklerle savaşmak yerine onu suçlamayı tercih ediyordum.

"Yangından kurtarılmayı isteseydim, sadece alevlerin kırmızısı bile yeterli olurdu." Bileklerimi gösterdim. Göz ucuyla bileklerime baktı. Bileklerim benim intihar ipimdi.

"Bileklerini sardım." Kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı. Acaba hâlâ rüyada mıydım? Yaşadıklarımın hepsi sadece bir rüyadan mı ibaretti?

"Yaktın." Yakmıştım. Ben onun umutlarını yaralarken sadece gözlerime bakmıştı. Üstüme gelmemişti ve her zaman beklediğini söylemişti. Ama beklememişti.

"Peki yakan ben olsaydım sarabilir miydin?" Sarabilir miydim? Bu düşünceyle gülümsedim. Acının göz yaşlarını dipte kalan çukurlarıma akıtıp geriye sadece acısını bıraktım. Ve bu en zoruydu.

"Yakmadın mı zaten?" Yüzünde ki ifadeden ödün vermeyip bir kaç adım yaklaştı bana. Kulağıma doğru eğildiğinde sıcak bir rüzgarın aramızdan geçtiğini hissetmiştim. Keşke o rüzgar hep buralarda olsaydı.

"Bana önce kendini kurtar demiştin. Hatırlıyor musun?" Bir heykelden farksızdım. Zorlukla başımı salladığımda derin bir nefes aldı. Kokumu içine çektiğini hayal etmek istedim.

"Fark ettim ki ben kendim o çukurdayken seni kurtaramam. Sadece benimle birlikte batarsın, o kadar." Benim de o çukurda olduğumu bilmiyor muydu? Onunla beraber batmaya razı olduğumu nasıl anlamıyordu?

"Ve sen, ben gökyüzünde olsam bile benimle gelmezsin Gece." Kendimi neden hatasız görüyordum? Onu istemediğimi defalarca söyleyen ben şimdi anlaşılmak istiyordum. Ben bile kendimi anlayamazken beni anlayan adama defalarca sırtını dönen ben, şimdi sırt dönülen taraftım.

Kulaklığını kulağına takıp benden ayrılırken ellerimde kan gördüm. Sanki gökyüzünden akan yağmur damlaları kan rengini almıştı. Bu sefer bu kanlar bana aitti ve ben artık kokusuna alışmıştım.

Yazar'dan

Genç adamın adımları bile nereye gittiğini bilmiyordu. Kulaklığında çalan sözsüz müzikle beraber ağır adımlarla yürüyordu. Ruhunda taşıdığı ağırlık bu dönemlerde daha fazla yük oluyordu bedenine. Bir şeyleri kırıp dökmek istiyordu ama sonuca bakılınca kırıp dökülen sadece kendisi oluyordu. Babasının karşısında göz yaşlarını tutmaya çalıştığı anlar geldi gözlerinin önüne. Gözlerinden yaş akmasın diye ellerinden yaş akan geceleri unutmuyordu. Zihni her zaman hatırlatıyordu gerçekleri. Unutmak istediği her an yalın haliyle karşısındaydı.

DipWhere stories live. Discover now