Hikaye

362 33 16
                                    

Öncelikle kısa sürede sizin gibi güzel okuyucular ile kavuştuğum için çok mutluyum. Hepinize tekrar tekrar teşekkür ederim. Hepiniz benim için çok özelsiniz. Desteklerinizi ve yorumlarınızı benden eksik etmediğiniz için size minnettarım. O kadar güzel düşünceleriniz var ki bazen hayran kalıyorum ve kendimle gurur duyuyorum. Sanki bir şeyleri başardığımı hissediyorum ve bu hissi sizin sayenizde yaşıyorum. Tekrar tekrar teşekkür ederim :)

Soğuk zemine oturmuş sıcak suyun bedenimden akıp gidişini hissediyordum. Bileklerimdeki bandajları çıkarmış ve dikiş izlerime bakıyordum. Zihnim yine benimle dalga geçiyordu.

Sıcak su gerçekten de insanı karamsar düşüncelere boğuyordu. Hızla ayağa kalkıp musluğun yönünü değiştirdiğimde ani ısı kaybıyla beraber titrememe engel olamadım. Sanırım sorun sıcak su da değildi.

Duşakabinden çıkıp bedenimi havluya sardığımda saçlarımı her zaman ki gibi boşvermiştim. İç çamaşırlarımı giydikten sonra altıma Bulut'a ait olan bol gri bir eşofman altı giymiştim. Minyon olduğum için seviniyordum çünkü eşofmanının bana hâlâ olma sebebini minyon olmama borçluydum. Bu eşofmanı eski okulumuzda ki dolabından bulduğumdan beri giyip giymemek arasında kalmıştım. Bugün ise ani bir cesaret hissedip giydiğim zaman kendimi daha iyi hissetmiştim. Yıllar sonra ilk defa yanımdaymış gibi bir histi bu.

Üstüme de siyah, bedenime yapışan uzun kollu bir bluz giydikten sonra mutfağa geçtim. Günlerdir tezgahın üstünde duran mektubu elime aldım. Kaç gündür aklımdan çıkmıyordu ve kafamı çok karıştırmıştı. Elimde duran mektubu tekrar okumaya başladığımda gözüme çarpan o cümle kalbimin sıkışmasına neden oldu.

"Bunca yıldır senin Amerika'dan dönmeni bekliyordum."

Ne zaman iyi hissetsem her zaman bunu mahvedecek sebepler bulurdum kendime. İşte yine o noktadaydım. İçimde ki sinir açığa çıktığında elimde ki kağıdı parçalayıp attım.

"Hiç gitmediğim bir yerden dönmemi bekledin öyle mi!" Kağıt elimde parçalara bölünürken görüş açım bulanıklaşmıştı. Ayakta durabilmek için tezgaha yaslandığımda bir bardak hızla yere düşüp kırıldı. Artık daha fazla ayakta duramayacağımı anlayınca yere çöküp duvara yaslandım ve düşünmeye başladım.

Ünlü iş adamı Vedat Gökay'ın iki çocuğu vardı. Varislerinden biri 14 yaşında hayatını kaybettiğinde diğer varisini Amerika'ya yollamıştı. Genç kız orada kendine yeni bir hayat kurmuştu ve lüksüne de diyecek yoktu.

"Ne lüks ama!" Diye bağırdım sanki babam beni duyabilecekmiş gibi. Düşünürken istemsiz olarak yerde ki cam kırıklarıyla oynamaya başlamıştım.

"Öyle bir lüks ki herkesin yaşadığı hayata ben ölüm diyorum." Kısılan sesim düşüncelerin sesini bastırmaya yetmemişti. Yaşam neydi acaba? Sadece nefes almak mı?

"Kanamadığım tek bir gün bile yok." Kanayan parmaklarıma bakarak söylemiştim bunları. Hoş, vücudumun kanamasına da gerek yoktu bu görevi ruhum üstlenmişti zaten.

"Ait hissettiğim tek yer kardeşimin mezarlığı." Bir insan kendini mezarlığa ait hissederken nasıl yaşayabilirdi ki?

Gözyaşlarım akarken kendimi duygulardan arınmış hissediyordum. Her duygu patlamasının sonunda bu anı yaşamak oldukça ironikti.

Dudağıma gelen metalik tatla beraber gülmeye başladım. Her sinirlendiğimde burnum kanardı. Elimle burnumu silecekken onunda kanlar içinde olduğunu hatırlayıp ayağa kalktım. Banyoya girip elimi ve yüzümü yıkadıktan sonra karar vermiştim. Gökay Koleji'ne gidip dedem olacak o adamın yüzüne gerçekleri haykıracaktım. Ancak o zaman içim soğuyabilirdi.

DipOn viuen les histories. Descobreix ara