Mektup

364 32 20
                                    

Sanırım bu bölüm şu zamana kadar yazdığım en uzun bölüm olabilir. Kitabı elimden geldiği kadar hızla düzenlemeye çalışıyorum. Ana konular değişmedi fakat bir kaç mantık hatası ve yazarken zihnimde oturtamadığım düşünceleri şimdi net bir şekilde yazıyorum. Umarım bölümün düzenlenmiş halini seversiniz. Satırlarımı hisseden insanlar :)

Düşünüyordum. Her zaman yaptığım gibi düşünüyordum. Ve şu an düşünmemi engelleyecek bir şey yoktu. Bu hastanede bir gün fazladan kalmak benim için ölüm gibi bir şeydi. Oğuz'u düşünüyordum ve Bulut'a olan benzerliği aklıma geldiğinde ağlayacak gibi oluyordum. Kafayı yiyecektim. Fiziksel olarak Bulut'a hiç benzemezken verdikleri enerji nasıl aynı olabilirdi? Belki bunu da kafamda kuruyordum. Yıllardır kimse bana böyle yaklaşmadığı için böyle yaklaşan ilk insanı Bulut'un yerine koymuştum. Kendimden nefret ediyordum. Kimseyi Bulut'un yerine koyamazdım.

Sonra aklıma Özgür geldi. Bir anda uçup giden tüm düşünceler Özgür'ün dağınık saçları gibi savrulmuştu etrafa. Ne güzel saçları vardı öyle. Gözleri evde gibi hissediyordu. Yıllar önce yanan evimde gibi hissetmiştim gözlerine baktığımda. Sesi, sesi en sevdiğim melodiyi hatırlatıyordu. Belki de Özgür gerçek değildi. Hayır, Özgür benim hayalini kuramayacağım kadar güzelken nasıl gerçek olmazdı?

Sonunda taburcu olacağım saat gelmişti. Hemşire serumu çıkarmış ve ardından doktor gelmişti odama.

"Daha iyi misin Gece?" Diye sormuştu gülümseyerek. Cevap verecek gücü kendimde bulamayınca kafamı olumlu anlamda sallamakla yetinmiştim. Doktor, bir kaç şey söyledikten sonra taburcu olabileceğimi söylemişti. Bende hiç beklemeden çıkmıştım hemen hastaneden. Yağmur kokusu hakimdi havaya. İçime derin bir nefes çektikten sonra yürümeye başladım. Nereye gideceğimi çok iyi biliyordum.

Bulduğum ilk tekele girdikten sonra ihtiyacım olan içecekleri alıp aceleyle çıktım. Gerçekten ihtiyacım var mıydı bu zehirlere? Çok ihtiyacım vardı. Daha fazla dayanamadan ilk birayı açtım ve içmeye başladım. İçeceklerin hepsini bitirdiğimde sendelemeye başlamıştım. Yine de ne yapacağımı bilecek kadar kendimdeydim. Asla ev gibi hissetirmeyen evime geldikten sonra giriş kapısının açık olmasına şükrettim.

"Sağol! Gerçekten kapı açık olmasa açamazdım sağol!" Kime teşekkür ettiğimi bile bilmiyordum. Küçükken sarhoş birini gördüğümde acıyan gözlerle bakardım onlara. Acınacak hale düşmüştüm.

Binaya girdiğimde merdivenlere yöneldim. Merdivenlerin korkuluğundan destek alıp ayakta durdum ve ağlamaya başladım. Kimsem yoktu. Annem ve babam yaşarken hem öksüz hem yetim kalmıştım. İlaç onlardaydı ama bana bunu vermeyecek kadar nefret ediyorlardı benden. "Neden?" diye soramamıştım hiç. Alacağım cevaptan korkmuştum çünkü. Bildiğim cevabı onlardan duymak ölüm gibi olurdu. Şu an değil miydi sanki?

Kendime gelmeye çalışarak merdivenleri yavaş yavaş çıkmaya başladım. Her adımda biraz daha bulanıklaşıyordu görüş açım. Kaçıncı kattaydım? Kaçıncı katta oturuyordum? Burada mı oturuyordum? Kaşlarımı çatarak etrafa baktım. Biraz daha sabredip evde içsem ölür müydüm sanki? Belki de ölmüştüm.

Kafam iyice dönerken kendimi yere bıraktım. Arkamdaki duvara yaslanmaya çalıştım ama bir anda yere kapaklandığımda kahkaha attım. Arkamda duvar yoktu! Yerde yatarken kahkaha atmaya devam ettim. Kahkahalarım yavaş yavaş azalırken gözlerimi daha fazla açık tutamadım ve kendimi uykunun rahat kollarına teslim ettim. Düşünceler olmadan uyumak çok huzurluydu.

Gözlerim aralanırken nerede olduğumu bilmiyordum. En son ne olmuştu? Kafamın ağrısıyla yüzümü buruşturdum. Tahmin etmesi çok zor değildi. Yine sarhoş olmuştum. Ama buraya nasıl gelmiştim? Önemli olan burası neresiydi? Benim evim kesinlikle bu kadar düzenli değildi. Gözlerim sonunda tamamen açıldığında üstümde olan battaniyeye baktım. Bir kez olsun sorgulamak istemedim. Ne olduysa olmuştu. Şu an çok rahattım ve bunu kimin yaptığı umrumda değildi. Gözlerimi tam tekrardan kapatacakken bir ses duydum.

DipWhere stories live. Discover now