Acı

1K 76 127
                                    

Uzun zamandır hapis kalmış bu satırları özgürlüklerine kavuşturduğum için mutluyum. Bir özür diliyorum onlara ve zihnimin tozlu rafında kalmış kitabımdan bazı alıntıları da ekliyorum.

Hepinize iyi okumalar. Umarım okurken dipte kalırsınız, dipte kalalım ki zemine ulaşabilelim.

Yıldızları izledim. Bıkana kadar...

Ve izlemeyi bıraktığımda ben bıkmamıştım onlardan. Bıkan belliydi. Ve ben artık alışkındım bıkılan olmaktan.

Yıldızlar yerini efendilerine bıraktıklarında bu sefer sırada denizi izlemek vardı. Sonradan fark ettim ki artık eskisi kadar mutlu değildim denizi izlerken. Ama devam ettim izlemeye. Çünkü bir şeyler izlemek beynimi uyuşturuyordu. Beynim kalbime sinyal gönderemediğinde ise tamamen bir heykelden farkım yoktu. Denizin dalgaları kıyıya vurmaya başladığında uyuşmuş olan beynim ayaklarıma sinyal göndermişti. Ayaklarımda onlara itaat edip beni kaldırdıklarında beynim yavaş yavaş uyuşukluğu üzerinden atıyordu sanki. Ama ben hala kendimi sarhoş gibi hissediyordum. Ayakta dengemi sağlamaya çalışıp sarhoşluğu belli belirsiz giderince paytak paytak yürümeye başladım. Gece geldiğim yol bana göre hiç değişmemişti. Üzerine güneş vurunca aydınlanacak değildi. Benim ruhum gibi karanlıktı. Işıkları hiç açılmayacak olan hani.

"Nereye gidiyorum?" Deyip durdum bir anda. Sonra ayaklarım tekrar hareketlendiğinde kararı benim vermemem gerektiğini anladım. Nereye gittiğimi bildiğimde elime bir şey geçmeyeceği gibi bu durum bilmediğimde daha farklı bir boyut kazanıyordu. Çünkü beynimi ayaklarıma teslim ettiğimde genelde güzel şeyler olurdu. Tabii kime göre güzel neye göre mantıklı? Böyle saçma şeyler düşünmemeye çalışarak ayaklarıma itaat ettim.

Uçurumdan uzaklaştığımı anladığımda etrafa baktım. Şehir cidden delirmek için güzel bir mabetti.

"Önüne baksana!" O kadar dalgındım ki karşımda duran koskoca adamı bile görmemiştim. Benden özür bekleyen gözlere bakıp ağzımı araladım. 'Yine ukalalığa bağlayacaktım işte.'

"Zaten koskoca adamsın. Benim gibi bir kızın sana çarpması ne kadar önemli olabilir ki?"

"Deli midir nedir, ruh hastası." Adam sinirle bana bakarken onu umursamadan devam ettim. Bu da benim ölü ruhumun huyuydu işte. Kafasına göre yaşamak. Ayaklarım yine beni dinlemeden devam ederken beynim çok karışıktı. Dışarıdan gelen hiçbir sesi kabullenmiyordu. Kendini onlardan tamamen soyutlaştırıyordu. Ve o soyutlaştıkça bir ses beliriyordu. Tek bir ses. Çığlık sesi. Başımı ellerimin arasına alıp sesi dindirmeye çalıştım. Bu belki susmasını sağlayabilirdi. Ama olmuyordu işte. Susmuyordu. Bağırmak istedim o an. Ama o gücü kendimde bulamayınca delirmeye razı oldum. Belki de başından beri deliydim ama yeni yeni akıllanmaya başlıyordum. Beynim bunu da anlamama izin vermiyordu. Artık kendi organlarıma bile karışmıyordum. Karışamıyordum. Ne kadar aciz olduğumu siz düşünün işte. Kendimce sarhoş bir gülüş atıp gözlerimi birkaç kez kapayıp açtım.

Kaç saat yürüdüm? Kaç dakika dinledim kafamdaki sesleri? Kaç kere düştüm? Ne kadar güldüm? Neden ölmek istedim? Bunlar zaman ve mantık kavramına sığmayacak şeylerdi. Biraz daha yürüdükten sonra mutsuz bir şekilde son olarak gökyüzüne baktım. Bir gün beni kabul edecekti ve birlikte sonsuzluğa ulaşacaktık. Tenha bir sokağa vardığımda sırtımı duvara verdim. Etrafa baktım. Bir kaç kedi vardı sokakta, daha dikkatli baktığımda anne ve yavruları olduğunu gördüm. Kendilerine güvenli bir yer arıyorlardı. Yaşamak için güvenli bir yer. Ne garipti bende güvenli bir yer arıyordum, ama yaşamak için değil ölmek için. Hangi mantıklı insan ölmek için güvenli bir yere ihtiyaç duyardı ki? Ben duyuyordum. Yaşamım boyunca kendimi hiç güvenli hissetmediğimden öldüğümde güvende olmak istiyordum. Anne ben doğduğumda hiç mi öpüp koklamadın beni?

DipDonde viven las historias. Descúbrelo ahora