Yaramaz bir çocuk edasıyla annemin bacağına sarılıp ''Bilmediğim bir yere gitmek istemiyorum. Evimize gidelim. Lütfen!'' Diye itiraz ettim. Annem derin nefes aldı ve kırmızı kutu önümüzde durdu. Asma trenin kapıları açıldı. Adımımı trene doğru attığımda aşağıya doğru baktım. Ne kadar yüksekte olduğumu gördüğüm an anneme daha sıkı sarıldım çünkü ben tam bir korkaktım.

Trenin içerisinde uzun koridor boyunca yerleştirilmiş olan üçerli koltuklar vardı.

Üç numaralı koltuğa Yeşil, dört numaralı koltuğa annem ,beş numaralı koltuğa yani cam kenarına ise ben oturdum. Diğer yolcular bindikten sonra asma trenin kapıları kapandı ve tren hareket etmeye başladı. Oturduğum yerden sıçramamak için koltuğuma sıkıca tutunsam da kalbim güm güm atıyordu. Tren sarsılıp dururken annemin yüzü telaşla harmanlanmış hüzün ile parlıyordu. Yeşil'in gözlerinin hareketinden etrafımızdaki insanları incelediğini görüyordum. Ayrıca etrafımızda ki insanlarda bizi inceliyordu. Çünkü onlar çürük et kokan cinsiyetlilerdi..

Camdan dışarıya bakıp kendimi unutmaya çalışıyordum fakat bu neredeyse imkansızdı.

Fakir sinek kasabamız görüş alanıma girdi ve ilk kez kasabamıza tepeden bakmanın nasıl bir duygu olduğunu keşfetmeye çalıştım. Biçimsiz sokaklar boş olan midemi bulandırdı ve tabi çürük et kokusu da başımı fena halde döndürüyordu. Beyaz büyük bir kumaşın üzerinde üç yapraklı yonca...

Bu bizim kasabamızı temsil eden bayraktı ve tam olarak şehir merkezinde dalgalanıyordu. Yaşlı lacivert üniformalı bir adam gelip anneme ''biletlerinizi görebilir miyim?'' dedi. Annem yorgun ellerini kaldırıp biletleri görevliye uzattı. Görevli biletleri uçlarını bir miktar kestikten sonra biletleri anneme teslim etti. Annem biletlerin üzerine cebinden çıkardığı siyah kalem ile bir şeyler karaladı. Daha sonra biletin birini bana diğerini ise Yeşil'e verdi.

''Bu nedir?'' dedi Yeşil.

Annem ''Mutluluğa götüren biletler.'' Diyerek Yeşil'in sorusunu cevapladı.

''Biz seninleyken mutluyuz.'' Dedim ve gri ellerimi annemin yüzünde gezdirdim. Annem irkildi ve ince dudaklarıyla''Ah..'' diye feryat etti.

Elimi hızla geri çekip ''Canın çok yanıyor mu?'' diye sordum. Yüzü babamın yüzünden yara bere içerisindeydi.

''Hayır.'' Dedi. Annem yalan söylüyordu. Kafamı tekrar cama doğru çevirip aşağıya baktım. Beyaz kumaş üzerindeki kırmızı dörtgen bayrağı gördüm. Anımsadığım kadarıyla Karo hakiminin cübbesinde de bu sembolden mevcuttu. ''Karo kasabasındayız.'' Diye tısladım. Yeşil, yanıma gelip camdan merakla dışarı baktı. ''Vay canına ne kadar düzenli bir kasaba. Geniş sokaklarını görebiliyorum. Bir çok hastane var.'' Dedi. Bir süre sonra Beyaz kumaş üzerindeki siyah ok ucu olan bayrağı gördük.

''Maçalar.'' Dedi Yeşil ve ardından ekledi.

''Baksana bir sürü güçlü orduları var. Zenon dünyasının merkezi gibiler ve binalar yüksek.''

'' Evet'' Dedim. Daha sonra yüksek katlı Sivri evleri gördük. Anneme ''Bunlar ne?'' diye sordum. Sesimde yoğun bir merak duygusu mevcuttu. Yolcular her durakta birer birer azalıyordu.

''Şato'' dedi annem. ''Burada kupa sınıfı yaşıyor.'' Neden kupa sınıfının bir üyesi olmadığımı sorguluyordum kendimce ama bunun için fazla düşünmeme gerek yoktu.

Bir cinsiyetsiz olarak Kupa sınıfında yer almam olağandışıydı. Sinek kasabasında dünyaya gelmek ise talihsizlikten başka bir şey değildi. Kupa kasabasının kırmızı kalpli bayrağını gördükten sonra kafamı cama yasladım.

Kararan hava ruh halimi de karartıyordu. Dakikalar sonra camdaki yansımam ile göz göze geldim. Korkunç olan suratım karşısında gözlerimi kapatıyordum. Yetmiyordu. Yüzümü ellerimin arasına alıp gizledim. Görüş alanım karanlığa mahkum oluyordu. Tren sarsılarak durdu. Annem ellerimi yüzümden çekerek kulağıma fısıldadı.

''Yolculuk bitti.''

Yolculuk beklediğimden uzun sürmüştü. Belki de saatlerce bu kırmızı kutu içerisinde raylar boyunca sürüklenmiştik. Trende bizden başka kimse kalmamıştı. Uzun süre oturduğum için ayağa kalktığımda tüm bedenime iğneler battığını hissediyordum.

Kapı açıldı. Hızlıca trenden anladım ve beton zemine ayaklarımın üzerine düştüm.

Çünkü yerden metrelerce yüksekte oluşumuz aşağı düşme korkumu tetikliyordu.

Belimi büküp ayaklarıma baktığımda utanıyordum. Pabuçsuz olan ayaklarım çamur ve toz içerisindeydi. Kafamı kaldırdığımda yine yüksek bir binanın tepesinde olduğumuzu anladım.

Kapıda ''5.BÖLGE'' yazıyordu.

Sinek kasabasında yorularak çıktığımız basamakları, 5.Bölgede yorulmadan indik. Annem ellerimizi bir saniyeliğine bile bırakmıyordu. Zemin kata indiğimizde yeşil ceketi ve yeşil eteği olan güzel giysili kadın ''Hoş geldiniz'' Diyerek gülümsedi. Kumral saçlı kadın göz bebeğimin içine bakarak ''Merhaba, çocuklar'' Dedi ve ardından Yeşil'in başını okşamak için elini uzattı. Şefkate alışkın olmadığımız için daha doğrusu bize tiksinerek bakan bir kasaba halkımız olduğu için birinin bize dokunma isteği ürkünç gelmişti. İrkildik. Şaşkına dönmüştüm.

Yüzümüzü gören bütün cinsiyetliler bizden nefret ederken 5. bölgedeki görevli kadın bizi gördüğünden oldukça hoşnut bir tavır sergiliyordu. Yeşil'in vahşi tavrına ise aldırış etmeyip gülümsemeye devam ettim. Ardından yırtık pırtık kıyafetleri ile genç bir adam yolumuzun önüne atlayıp yüksek sesle alkış tutarak sırıttı. Çürük dişleri gülüşüne gölge bıraksada adam gülümsemekten bir saniyeliğine bile vazgeçmiyordu. Yeşil ve ben korkup annemin gri pelerinine sarıldık. Annem "Korkmayın" Dedi fakat bu imkansız gibiydi.

Alkış tutup sırıtan adamın yüzüne tekrar baktım. Ağzındaki salyayı kontrol edemiyordu adam ve salyalar dudaklarından süzülüyordu.


"Korkmanıza gerek yok çocuklar. O, şakşakçı. Beşinci bölgenin şakşakçısı sürekli gülümser ve alkış tutar zararsızdır." Dedi kadın. Şakşakçı adını duyar duymaz olduğu yerde zıplıyarak yırtık olan kıyafetlerini sıkıca tutup kendi etrafında dönmeye başladı.
"Evet, ben bir şakşakçıyım. Her şeye ama her şeye gülerim" Dedi şakşakçı ve üç kez alkışladı.
Şak! Şak! Şak!

Daha çok ürküp anneme sokuldum. Görevli bayan bulunduğum durumu komik bulmuşcasına anneme bakarak gülümsedi.

Annemde gülümsüyordu.

''Merhaba Bayan Elsa'' dedi kadın. Annemin kolundan çekiştirip

''Adını nereden biliyor?'' diye sordum. Soruma aldırış etmeden '' Merhaba Finola, nasılsın?'' dedi annem.

''Teşekkürler efendim'' Dedi Finola saygıyla. Ardından ekledi.

''Size nasıl yardımcı olabilirim efendim ?'' diye sordu Finola.

''Müdür Frank ile görüşmem gerek.'' Dedi annem. Ev içerisindeki diyaloglarımızda ''Frank'' isminin geçtiğini anımsayamıyordum. Müdür Frank'ta kimdi ve annem bu insanları nereden tanıyordu? Yeşil, yüzüme baktı ve onun yüzünde de şaşkınlık ifadesini gördüm. Finola bizi karanlık tünellere doğru götürdü

''Lütfen, beni Takip edin'' diye rica etti.

''Lütfen'' Sözcüğü kulağıma oldukça yumuşak geliyordu. Bize genel olarak emir verilirdi. Hiç kimse bugüne kadar bize ricada bulunmamıştı. Finola'yı takip ederek ricasını yerine getirdik. Şakşakçı alkış tutarak peşimizden geliyordu. Arada bir arkama bakıyordum ve şakşakçıyı inceliyordum. Gözbebeklerini büyüktü, çürük dişlerini gösteriyor ve bana hırlıyordu. Şakşakçı korkunç görünüyordu. Beni korkutmak ona mutluluk veriyor gibiydi. Şakşakçının şakşakları karanlık tünelde yankılanırken nihayet tünelin sonuna geldik ve ben cinsiyetsiz olduğum için şükrettim.

Şak! Şak! Şak!

CİNSİYETSİZDove le storie prendono vita. Scoprilo ora