29 {Besinler ve Yaş Almak} 29

502 77 29
                                    

Hüznün bir besin olduğunu duymuştum. Belki her gün ve her öğün tüketilmez fakat bazı günler ve öğünlerde yenmesi tavsiye edilen bir besinmiş.

Her gün aynı yemek yenmez, her saat benzer şeyler yemek sıkar. Her dakika biri ağzıma hüzün besinini zorla tıkıyormuş gibi hissediyordum. Boğazım kuruyor, boğulacak gibi oluyorum, durumumu görüyor ama o duyguyu bana aşılamaktan asla vazgeçmiyordu. Hayali bir varlıktı bu. Var mı yok mu bilmiyor, zaten çok da anımsayamıyordum.

Resimleri vardı bir tek. Gözüm, vücudum, kitaplarım, müziklerim gibi büyük bir ihtirasla ilgilendiğim ve sevdiğim o resimleri kalmıştı bir tek. Onlar da olmasa, düşüncesi bile ayaklarımı yerden kesecek kadar beni korkutan şey olacaktı; unutacaktım.

Onu unutmak fevkalade korkunç geliyordu gözüme. Neyi beklediğini hatırlayamamak ve bu belirsizlik boşluğunda bir toz tanesi bile olamamak beni korkunç derecede korkutuyordu.

Resimlerini bastırmıştım. Dokunabiliyordum artık onlara; saçlarına, gözlerine, doyamadığım dudaklarına, kızarmak için can atan yanaklarına...
Dokunuyordum da, hissedemiyordum ki. Kendimi kandırıyordum anca, hissettiğim tek şey kağıt parçasının dokusuydu. Bu gerçek beni dehşete düşürmeye hâlâ ve hâlâ devam ediyordu.

O yokken hayatımda bir şeyler değişmişti. Onunla tanışmam zaten büyük bir değişkenlik iken benim için, o uzaklardayken de değişmişti işte bir şeyler.

Yaş almıştım öncelikle. Asırlar almış, içime koca umutlar doldurmuş, sayısız hayalle taşmıştım. Bu zamana kadar onu beklemediğim gün, saat, dakika, salise olmamıştı.

Büyük kayıplar yaşarken de, büyük sevinçler olurken de aramıştım onu yanımda. Hep orada hayal etmiştim, yanıbaşımda, hologramı hep benimleydi. Ama elini tutsam yok olacak gibiydi, sadece hologramıyla öylece yan yana duruyordum. Belki de uzaklaştırdığı tek şey bedeniydi, kalbi tam benimkinin dibinde atıyor olabilirdi.

Kayıplar ve gözyaşları, sevinçler ve yine gözyaşları...

Tek başımaydım.

Şimdiye kadar benden giden tek Taehyung olmamıştı, insanlar, insanlarım, annem ve babam gitmişti. Hope'un da dediği gibi, onları beklemem zaten saçma olurdu, sadece gökyüzüne bakınca yüzlerini görür gibi olurdum sonra yıllardır benden mahrum bıraktıkları ilgilerinin ve sevgilerinin boşluğunu görebildiklerini hissederdim. Görüyorlardı işte, tam göğüsümün ortasında, bomboş bir alan, ne ismi ne cismi ne şekli var, sonsuz bir sonsuzluk.

Yarım ağız gülümserdim ardından, bakın, ben bu sonsuzlukla yaşıyorum, görüyor musunuz?!?!

Haklarını yiyemem, ölümlerinden önce "ailecek"  güzel bir gün geçirmek istemiştik. Doluşmuştuk babamın yıllardır almak için çalıştığı, fedakarlık ettiği hatta mesai yapmak için bana vereceği ilgisini bile sattığı arabanın içine. "Birlikte" bir şeyler yiyecek, onlar vicdanını yatıştıracak ben ise anlık, ufak sevinçler yaşacaktım. En azından çok istemiştim, anlık olmasına bile razıydım, onların gülmesi için yapacağım komiklikleri bile tartmıştım kafamda, fakat daha sonra yanıma kâr kalan tek şey çatlak kolumun sızıları olmuştu.

Güldürememiştim. Gülememişlerdi. Olsun, belki gökyüzünden daha sevecen görünüyorumdur.
Belki sevgilerini oradan veriyorlardır,
hissedemiyordum.

Şimdi tedavimin son seansından çıkmış, eve yürüyordum. Bana psikolojik destek veriyorlardı, ben hiç gülmüyormuşum, doktorum öyle söylemiş. Çabuk sinirleniyor, konfor alanımdan çıktığımda çok asabi oluyor, asla hiçbir şeyi umursamıyormuşum. İçten içe yalnız olduğumu biliyordum ama bu fiziksele de taşınınca biraz afallamıştım o kadar, hasta falan değildim. Umutlarım, beklentilerim farklıydı.

•Jungle // Taekook•Where stories live. Discover now