4 {İmreniyorum} 4

968 106 86
                                    


"Yapraklarını sevdim, rüzgarla iyi anlaşıyor gibiler. Biliyor musun aslında buraya taşınmamızın sebebi o anlattığım 'eski' arkadaşım değil. Böyle tartışmalar her zaman oluverir, bunun için buraya gelmedik. Geldiğimiz şehirde iyi anılarımız olmadı, oladabilirdi ama artık o şehir iyi anıları hak ediyor muydu emin değilim. Belki de içinde kötü insanlar barındırması onun suçu değildir, bunun için şehri suçlayamam. Ama kötü insanlar barındırıyordu, onlara basacak bir zemin veriyordu, dokunacakları taşlar, çiçekler, kaldırımlar veriyordu, biz onlarla aynı çiçeği koklamak istemedik, aynı zemine de basamadık, nefes almak için geldik buraya. Güneş batmaya başlamış, her gün bu manzarayı görebildiğin için şanslı hissetmelisin, ben her zaman göremiyorum. Daha çok anlatmak isterdim ama, güneşin batışı bizim için veda vakti anlamına geliyor, evet, evet bende gitmek istemiyorum, ama ailem merak eder gitmem gerek. Bir tane yaprağını bana verir misin, söz yağmur yağmazsa seni sulayacağım ve yeni yaprakların çıkacak. Benimle arkadaş olduğun için teşekkür ederim, fırsat buldukça yanına geleceğim. Görüşürüz Lujon! Yaprak için teşekkür ederim!!"

Oturduğu çimenlerin üzerinden kalktı, ağaca sarıldı, el sallayarak bahçeden çıktı. Lujon da neydi? Sanırım bu ağacın ismi. Afallamış hissediyordum, ben hiç böyle bir görüntüyle karşı karşıya kalmamıştım, hem çok zeki hem çok deli görünüyordu. Ah! Ona deli derken içim cız etti, duysaydı bana kızardı kesin. Neredeyse 1 saattir penceremin önünde oturuyordum. Saçma bi tebessüm dudaklarıma yerleşmiş, şimdi fark ettim. Şaşkın, suçlu ve garip hissediyordum.

Onu dinlememeliydim, istemeden de olsa onun hakkında bir şeyler öğrenmiştim, belki de bir başkasının öğrenmesini istemediği şeyler...
Bu beni ürküttü, göğsümde koca bir kara delik oluştu, dinlememeliydim, dinlememeliydim, bahçemizden kovmalıydım onu, izinsiz girmişti, ağacımdan bir yaprak bile almıştı!

Dış kapının kapanma sesini duyduğumda odamdan çıkıp kimin geldiğine baktım.

"Anne? Hoş geldin."

"Tostunu yedin mi? Brokoli yapacağım, baban geldi mi? Gelmemiş televizyon kapalı. E ne diye orda dikiliyorsun ödevin falan yok mu?"

Kabanını çıkarıp asarken sayıkladığı şeyleri dinledim. Bazen sadece yemek yemek ve okula gitmek için doğduğumu hissettiriyordu bana, başka bir konu konuşmuyorduk, aç mıydım, notlarım iyi miydi, var olan tek amacım buymuş gibi sadece bunları konuşurduk, sadece bedenden oluşuyormuşum gibi hissettiriyordu, sanki ruhum yokmuş, sadece doyması gereken ve iyi bir iş bulması gereken bir et parçasıymışım gibi. Alıştım buna ben, artık eskisi kadar 'hoş buldum' dönütünü duyamayınca gözlerim dolar hale gelmiyordu.

"Jungkook daldın gittin bir soru sordum sana, ödevin var mı?"

"Var anne, yapmaya gideceğim şimdi."

Başını hafifçe sallayarak mutfağa geçti. Birazdan babam gelirdi. Odama geçtim ve ödevlerime odaklanmaya çalıştım, yok olmuyor, aklım hep o sarı saçlı çocuğa gidiyordu. Acaba bahsettiği eski şehirlerinde ne yaşamışlardı, ah bunları düşünmemem gerek, her an dibimde bitecek ve düşüncelerimi duyacakmış gibi hissediyordum.

Onda farklı bir hava vardı, bunu ona ilk baktığımda farketmiştim. Bir kere cesurdu, ben biri duyar korkusuyla kendi kendimle bile konuşamazdım, o oturup ağaçla sohbet ediyordu. Zaten biri okur diye günlük bile yazmıyordum, bazen bir cesaret geliyor, yazmak istiyorum, sonra aklıma birinin onu okurkenki takındığı alaycı tavır geliyor, okuyan kişi böyle bir tavır mı takınırdı bilmiyorum, ama hep böyleymiş gibi hayal ederdim, bu düşünceden sonra hemen kendime engel oluyordum. Yazamadığım yazılar bu muameleyi hak edecek bir şey yapmadılar, tüm sorun bende, kendi içimde, çözümde kendi içimde, sadece bakmaya cesaret edemiyorum.

O birinin onu duymasından korkmuyor muydu? Bilmiyordu ama ben duymuştum, kendimi onun yerine koydum bir an, oradan nasıl da çürümüş, özgüvensiz, ağaçla konuşmayı geç, ona dokunamayan biri gibi görünüyordum. Ben onunla empati yapamıyorum, onun hissettiklerini hissedemiyorum, onun kadar cesaretli olamıyorum, ben kendimi onun yerine koyamıyorum, nasıl da yaprağı koparıp götürüverdi, ben yaprağa bakmaya bile cüret edemezdim.

Basit bir şekilde yaprağı koparabilirdim tabii ki. Ama o ağaçtan izin alamaz, eğer kopardığım yerden yeni bir yaprak çıkmazsa, onu suluyacağıma dair söz veremezdim. Çok imrendim, fazlasıyla imrendim. Beni resmen büyülemişti.

Ama bunları düşünmemin yanı sıra, bir tarafım üzerime öyle bir baskı uyguluyordu ki, iki duvarın göğsümü sıkıştırdığını sanıyordum. Korkuyordum. Onu duyduğumu öğrenirse hayal kırıklığına uğrar mıydı, tüm o cesareti söner, kalbi kırılır mıydı, bahçeme geldiği için utanır, pişman olur muydu, üzülür müydü o ağacı seçtiği için, en korktuğum şey ise benden ve bu bahçeden nefret eder miydi? Bilemiyorum. Umarım hiç öğrenmem.

"Jungkook sana sesleniyorum sabahtan beri! Hadi yemeğe gelsene, on kere söylettiriyorsun bana, aklın beş karış havada, babana çekmişsin aynı, aynı onun gibisin, gel hadi artık!"

Bu kadar sessiz sakin olduğum için mi beni sevmiyordu, acaba taşkın ve hiperaktif olsam sever miydi beni? Neden duymadığımı hiçbir zaman sorgulamadı, duymak zorundaydım, duyamayadabileceğimi hiç düşünmüyordu, neden duyamıyordum ki, aklım beş karış havada mıydı, yoksa bir şeyler mi düşünüyordum, bu soruları hiç sormamış birinden cevabını bekleyemezdiniz. Bekleyememeye alıştım.

"Geliyorum."

——

Bölümle ilgili görüşlerinizi bu kısımda belirtebilirsiniz. 💜

•Jungle // Taekook•Where stories live. Discover now