54

279 20 66
                                    

Pes etti, davet etti
Elini sıktı, dikenleri battı
Olacakları tahmin etti
Ama asla geri dönmedi.

💧

Alpaslan'dan,

İçine çekemediği her nefes hatırına attı kendini dışarıya, elini göğsüne koydu. Duvara yaslandı, yaslanacak başka kimsesi kalmamıştı. Kurduğu bütün ütopya ve layık olma kaygısıyla geçirdiği onca zaman kalbine baskı yapıyordu. Nefesinin yetmesini dilerdi, haykırmak istese de yapamıyordu. Gerçeği görmek istemese bile karşısındaydı, ellerine baktı. Kirliydi elleri, belki de kanlı...O adama layık olmak uğruna yaptığı her şeyi bir kez daha düşündü. Anında zihnine balyoz yemişti.  Gözleri karardı ve eli pürüzlü duvarda kaydı. Ağlamaya başlamıştı fakat böyle bir anda bile o korkunç ses onu bırakmamıştı.

"Ağlama! Erkeksin sen! Erkek adam ağlar mı?! Sus, dedim sana! Sus!"

Ağlaması şiddetlendi. Gök üzerine kapansa, biri yıllardır açık olan yaralarına pansuman yapsa...Çok fazla şey istiyordu hayattan. Hak etmiyordu çünkü elleri kirliydi. Hatırlanmaya değmeyen geçmiş ve umrunda olmayan gelecek. Peki ya şu an..? Neresindeydi zihninin?

Çığlıklar arttı, zihni çatlayacaktı. O sahneyi görmemeliydi, biliyordu ama görmek çok farklıydı. Yarıklardan sıcak kanlar akıtan çığlıkları engellemek istedi.

"Sus!" diye bağırdı. Bilinçsizce elini duvardan kaldırmadan yürümeye başladı. Binadan uzaklaşmıştı. Adımları sarhoş birininkilere benziyordu. "Durdur!" dedi. Birinden yardım istedi. Yağmur istiyordu, bütün bedeninin öfkesini söndürecek bir yağmur. Fırtına istiyordu, bütün geçmişi silip süpürecek. Bir dayanak istiyordu, onu yargılamayacak...

Arabasına ulaştı, sürücü arabasına binip kapıyı kapattı ve başını direksiyona yasladı, susmuyorlardı. Böyle nasıl yaşanırdı?

"Git..." dedi güçsüzce. O sahne beyninde binlerce kez oynatılmıştı. Göğüs kafesinde bir sancı vardı, arınmak istiyordu. Bütün günahlarından, kırdığı kalplerin göğsüne batan cam kırıklarından...

"Kes şunu!" diye bir kez daha bağırdı. "Anne!" Bağırmaya devam etmişti. "Anne! Çok acıyor anne! Kimsem yok anne, hiç kimsem yok! Çok acıyor, çok..."

Dudağını ısırdı, durmayacaktı. Bu acı onu ölüme kadar takip edecekti.

Ölüm...

Ölümü ayağına getirirse geçecek miydi? Getiremezdi, o kadar cesur değildi. Acısını dindirecek, bıçak gibi kesecek yürek yoktu onda.

"Bak! Hep cesaretten bahsederdin! Benim ölmeye bile cesaretim yok! Senin oğlun olamadım, olmayayım da!"

Başını yukarı kaldırmıştı. Sanki babası her zamanki gibi tepeden ona bakıyordu. Kaşları çatıktı, gözlerinde kıvılcımlar vardı. "Artık bana işkence etme..." diye fısıldadı yukarı doğru. Gözlerini yavaşça kapadığında iki gözünden de yaşlar firar etmişti, bir yol bulmuştu. Her şeyi bitirecek bir yol...

Düşündüğü zihninde bir yılan gibi kıvrıldı, tısladı. Kalbine başka bir ağrı girdi. Bir zamanlar biri vardı, dedi içinden. Dayanacak bir duvar, sarılacak bir beden...Hala var mıydı? O kadar çok canı yanıyordu ki arabadaki diğer telefonu eline aldı ve hızlıca açıp rehbere girdi. Dudakları titrerken ağlaması kesilmişti. Artık dışa değil içe akıyordu gözyaşları.

YANILSAMAWhere stories live. Discover now