12

830 48 9
                                    

Her gün başka bir bilinmezliğin suyuna daldığım dönemlere geldiğim için bakışlarım dejavu etkisiyle geçmişe kayıyordu. Geçmişten geleceğe ince bir çizgi vardı ve ben çoktan yolumu kaybetmiştim. Geçmişimin çizgisini sildiğimi sanmıştım, silinir miydi? Geçer miydi o kadar büyük acı?

Güneş'i evine bıraktığımızda ona ailesine söyleyebileceği birkaç bahane bulmuştuk. Oğuz beni parkın olduğu yere bırakana kadar son konuşmamızın üstüne hiçbir şey konuşmamıştık. Korhan'ı yıkmamızı söylüyordu, Korhan gerçekten hislerine sadık biriyse onu yıkmanın yolu Bensu'dan geçiyordu. Bu da farklı bir strateji izlemem gerektiğini düşündürüyordu. Beynim karman çorman olmuştu, düşünmem gereken onca şey varken bir de psikopatın birine çatmıştım. Ama korkmuyordum, benimle görüşmek istiyorsa onunla görüşecektim. Çünkü körü körüne güvendiğim kimse yoktu, beynimde herkesle ilgili sıkıcı şüpheler vardı.

Oğuz parkın olduğu yere varınca onunla iletişimde olmam gerektiğini söylemişti. Zihin yorgunluğumun üstüne kafamı sallamakla yetinmiştim. Arabadan inip eve yürürken kendini hissettiren rüzgar yüzümü üşütmüştü, donuk bir beyin daha iyi çalışır mıydı? Bu yöntemi de denemeli miydim? Düşüncelerimden sıyrılıp eve girdikten sonra kendimi duşa atıp günlük rutinim olan sorgulama seansını gerçekleştirmiştim.

Duştan çıktıktan sonra üzerime eşofmanlarımı geçirdim ve ıslak saçlarımı nemli kalacak şekilde kuruttum. Fazlasına üşeniyordum. Odadan çıkıp salona gittim, teyzem televizyon ünitesinin tozunu almakla meşguldü. Varlığımı hissedince arkasını döndü ve elindeki çerçeveyi telaşla yerine koydu. "Geldiğini görmedim."

Bir şey söylemeden koltuğa oturduğumda gözüm aslında ünitede olmayan çerçeveye kaymıştı, bu uzaklıktan tam olarak göremesem de ne olduğunu anlamıştım. Annemdi, güzelliğine hayran olduğum en acılı anımdı o çerçeve. Teyzem çerçeveye baktığımı görünce çerçeveyi oradan alıp çekmeceye koymaya yeltendi. Onu durdurmak için konuştum. "Teyze onu bana verir misin?" Üzgün bakışları elindeki çerçeveyle benim aramda gidip geldi. "Komodinime koyacağım. Merak etme, iyiyim. Varlığından haberim yoktu."  Çerçeveyi almak için ayağa kalktığımda teyzem isteksizce çerçeveyi bana uzattı. Çerçeveyi elinden kaptığım gibi "Hemen geliyorum." dedim ve geçmişle her fırsatta yüzleşen ve yenilen teyzeme bakmadan odama gittim.

Odamın kapısını kapatıp kilidini sessizce çevirdim. Yatağa oturup çerçeveyi kendime çevirdim, annemin gülen yüzü ve hafif kısılmış gözleri gözlerimin üzerinde gibiydi. Yaşanacakları bilmiyordu, sadece çok mutlu olduğu bir günü taçlandırmak için fotoğraf çekilmeyi seçmişti.

Yaşanacakları kimse bilmiyordu...

Eskiden oldukça güzel bir aileye sahiptim, işinde gücünde olan ilgili bir babam ve melek gibi bir annem vardı. Tek çocuk olduğum için ikisi de bütün ilgilerini bana yöneltirdi. Tabii ışık sonsuza kadar yanmazdı, zıtlıklarla iç içe olan şeyler bir süre sonra o zıtlıklara dönüşürdü. İyilik ve kötülük birbirini tamamlardı fakat bir süre sonra birbirlerine dönerlerdi. Gözlerimle görmüştüm, görmemeyi dilerdim.

Babamın tavırlarındaki değişiklik ben orta okulun başındayken başlamıştı, farklı ruh hallerine bürünmüştü. Ne annemle ne de benimle hiçbir iletişimde bulunmadan sofradan kalkıyordu. Yemek boyunca donuk bakışlarıyla ikimizi de süzüyordu. Oldukça korkmuş ve üzgündüm ama annem kocasının halini düşünürken bir de beni düşünmesin diye sorun yokmuş gibi davranmıştım. Ta ki o güne kadar...

Bir çarşamba günü okulda öğretmenlerimden övgü aldığım için mutlu bir şekilde evime dönmüştüm. Evin açık olan dış kapısını görünce içimi kaplayan kara bulutları yok etmeye çalışmıştım, açık kalmış olabilirdi. Bunda garip bir şey yoktu. Kapıya fazla takılmadan içeri girdiğimde yere düşmüş birkaç eşya beni karşılamıştı. Ortalık dağılmıştı ve annemlerin odasından konuşma sesleri geliyordu. Kalbim ağzıma geldiğinde koşarak odanın önüne gitmiştim. Aralık olan kapıdan gördüğüm manzara sonucunda bir daha aynı insan olamayacağımı anlamıştım. Babam annemin boğazını sıkıyordu ve bir şeyler geveliyordu. Kapıyı açıp içeri girmek istedim, o sırada annem beni fark etti. Nefessiz kalırken bile gözlerinden bir damla yaş düştü ve gözleriyle bana "Yapma." dedi. Küçük bir çocuktum, o manzara karşısında ne yapacağımı bilememiştim. Korkunun sindiği duvarlardan uzaklaşıp dua etmiştim. Ağlamıştım anneme bir şey olmasın diye. Korkmuştum, dışarı çıkıp yardım isteyememiştim. En sonunda odaya ne pahasına olursa olsun girmeye karar verdiğimde babam annemi boğazından tutmayı bırakıp yere fırlatmıştı.

"Öldüreceğim! Öldüreceğim!"

Babam derin nefeslerinin arasından sayıklarken gözlerinden akan yaşları görebiliyordum. Olduğum yerden annemin ne durumda olduğunu göremiyordum. Yaşlar gözümden sicim gibi dökülüyordu. Babam yere eğildi, ağlaması hızlanırken elini yere uzattı. "Hale...öldün mü Hale?! Beni...beni nasıl bırakırsın Hale?!" Ağzımdan çıkan bir hıçkırık beni belli ettiğinde odaya girmiştim. Babamın kan çanağına dönmüş gözleri üstüme sabitlendiğinde çenesinin titrediğini fark ettim. Elini uzattığı yere korkarak baktığımda elinin annemin saçları arasında dolaştığını gördüm. Annem dolabın yanında hareketsizce yatıyordu. Babam başında saçını okşayarak "Ölme." diye sayıklıyordu. Babamı umursamadan annemin yanına eğildiğimde gözlerimden akan yaşlar hızlandı. Sesli sesli ağlamaya başladım, hıçkırıklarım durmuyordu. Görüşüm bulanıktı. Fırtınaya kapılıp parçalara ayrılmıştım, ruhumun zelzelesinin altında kalmıştım. Küçücük yaşımda büyümüştü ruhum. Acı büyütmüştü beni. O anı aklımdan çıkaramazdım. Babamın halini aklımdan çıkaramazdım, bana zarar vermeye yeltenmemişti. Annemi düşünmekten onu umursamamıştım bile, o da yanımda ağlıyordu. Sanki annemin bu halde olmasının sebebi o değilmiş gibi...

Yardım çağırmam gerektiğini idrak edebildiğimde titreyerek ayağa kalkmıştım. Odadan çıkmadan önce babamın haykırışını duyup duraksamıştım. "Sen de bırakma beni! Bırakma!" Haykırarak ağlıyordu, boğazımdaki yumru gitgide büyüyüp bütün bedenimi etkisi altına almıştı. Evden çıkacağım sırada evimizin yakınında oturan teyzem annemle çay içmek için eve gelmiş, açık olan kapıdan içeri girmişti. Halimi görünce koşarak içeri gitmişti, sonrası bulanıktı. O kadar büyük bir tramvaydı ki sonrasını kesik kesik hatırlıyordum. Polisin ve ambulansın gelişi, babamın kelepçelenmesi ve götürülürken bana aciz bir şekilde bakması hatırladığım sahnelerden birkaçıydı.

Mutlu ailem kısa bir sürede mahvolmuştu, babam annemi öldürmüştü. Teyzem beni yanına almıştı, babamın ifadesi alınıp savcılıktan karar çıkana kadar cehennem hayatı yaşamıştım. Kabuslarımda sürekli aynı sahneyi görüyordum, sürekli babamın garip davranışları dönüyordu beynimin içinde. Annem, güzel gözlerini kapamış şekilde yerde yatıyordu her gece. Ben o günü bir kere yaşamamıştım, ben o günü her gün yaşamıştım.

Olay aydınlatıldığında babamın akıl sağlığının yerinde olmadığı, bu yüzden cezai ehliyetinin bulunmadığı ve cezaevi yerine akıl hastanesine kapatılması gerektiği söylenmişti. Babam şizofreniydi, ağır bir boyutta yaşıyordu ve kendi de farkında değildi. Herkese annemin onu öldürmeye çalıştığını söylüyordu çünkü nöbet esnasında tam olarak bunu görüyordu.

Fark etmemiştik, iş yerinde bir şeylere canının sıkıldığını düşünmüştük. Ona sorsak da cevap vermemişti. Babamın hastalığı annemin canına ve benim çocukluğuma mâl olmuştu. Bir çocuğu annesi büyütürdü, beni acı büyütmüştü. Acının büyüttüğü çocuklar büyüdüklerinde garip olurlardı, ben de öyleydim. Annemin son bakışı için yaşıyordum, her nefes annem içindi.

Benim yaşamamı isterdi, değil mi?

YANILSAMAWhere stories live. Discover now