7

1.3K 73 65
                                    

Elektrikler kesildikten sonra zorla mumları yaktım ve kötü hisseden teyzemle biraz sohbet ettim. Geçmişten bahsederken eniştem de yanımıza geldi ve konuşulanlar gözlerimi doldurdu ama gözyaşımı akıtmadı, alışmıştım bir kere. Duygusuz değildim sadece kolay uyum sağlıyordum. Kısa sohbetten sonra onlara "İyi geceler." diyip odaya kapandım, konuşulanlar ağlatmasa da içime dokunmuyor değildi. İçime dokunan o kadar çok şey vardı ki üzülmeye kalksam hangisine üzülmem gerektiğini şaşıracaktım. O yüzden "Fazla düşünme, manyak olursun." hayat mottosunu uygulayıp yatağa girdim. Uzandığımda sızlayan yorgun bedenim sayesinde kısa sürede deliksiz bir uykuya dalmayı başarmıştım.

****

Ertesi gün okulda her şey sıradan ilerlemişti. Sadece bu kez benim olaylara bakış açım değişmişti. Dedikoducu tayfa dışarıdan oldukça kötü gözüküyordu fakat olayların ardında yatanları ve eylemlerinin sebebini bilmiyordum. Hiçbir kötülüğe kılıf uydurmak istemiyordum tabii ama çok fazla değişken vardı. Hayat sayısız bilinmeyenli bir denklemse tek bir bilinmeyeni öğrenmek yeterli gelmezdi.

Okuldan çıktığımda adrenalin bedenimdeki etkisini hafiften göstermeye başlamıştı. Dıştan belli olmasa da içimde minik minik fırtınalar kopmaya başlamıştı. Bu durum tramvaya binene kadar devam etti. Tramvaya bindiğim gibi boş bulduğum yere yığılmıştım, kafamı cama yasladığımda biraz sakinleşsem de gözüm sürekli tramvayın kapısındaydı. Dün gördüğüm çocuğun tramvaya bindiği durağa geldiğimizde oturuşumu dikleştirdim. Kalbim yine hızlı hızlı atmaya başlamıştı, ona rağmen buz gibi olan bakışlarım tramvaya binen kişiye kaydığında yavaşça yutkundum. Yine buradaydı, yüzüne tükürme isteğimi zor bastırıyordum. Kendimi işlere zorla itildiğine ikna etmek istiyordum. Çocuklara yapmayı planladıkları şeyler çok alçakçaydı ve ben bu işin içinde olan birine saygıyla yaklaşamıyordum. Yine de kendimi dizginledim, bu kez ayaktaydı çünkü tekli koltuktaydım. Bana oldukça yakındı, tam olarak dibimdeki demire tutunuyordu. Yüzük parmağındaki işlemeli gümüş yüzüğü gördüğümde duraksadım, içinde birkaç harf gizliydi fakat o kadar çok sembol vardı ki harfi algılayamıyordum. Bakışları birden bana döndüğünde gözümü yüzükten çekip onu fark etmemiş gibi yolu izlemeye başladım.

Kısa süre bakışları üstümde dolandıktan sonra, muhtemelen beni dün de gördüğü için hatırlamıştı, başka tarafa döndü. Ben de elindeki yüzükle bakışmaya devam ettim, hatta bakışmanın bir tık ötesine geçip telefonumu çıkardım. Telefonla ilgileniyormuş gibi yapıp kameraya girdim ve hızlıca yüzüğün fotoğrafını çektim. Şansıma flash falan açık değildi yoksa hayatımdaki en büyük aptallığı yapmış olacaktım. Telefonuma dikkat çekmemek için bir süre daha baktıktan sonra telefonu çantama attım, yüzüğü kendisiyle ilgili kişisel bilgi barındırıyor olabilirdi ve işin içine polis sokmak istersem bu kişiler hakkında olabildiğince fazla bilgi toplamış olmam gerekirdi.

İneceği durak geldiğinde kapıya doğru yürüdü, tramvay durduğunda direkt kendini dışarı attı. Ben de dikkat çekmemek için ondan sonra kalktım ve hızlı bir şekilde tramvaydan indim, adımları tekrar aynı yere doğru ilerlerken arkasından temkinli bir şekilde ilerliyordum. Kalabalıktan uzaklaştıkça heyecan seviyem artsa da bir an bile duraksamadan ilerlemeye devam ettim. Oğuz denen o ketum gelmiş olsa iyi ederdi çünkü içimden bir ses işleri hep bana yaptıracağını söylüyordu.

Geçtiğimiz gün durduğum bina girişine sindiğimde derin bir nefes aldım, uyuşturucu satıcısı daha gelmemişti. Alıcı da sokakta hiç durmadan dolanıyordu, kafamı hafifçe çıkarıp ona baktığımda deli gibi aynı yerde turladığını gördüm. Birden dibindeki binanın duvarına ellerini yasladı. Başını eğip duvardaki ellerini aşağı doğru kaydırdı. "Ben bir şey yapmadım, ben bir şey yapmadım." Sayıklamaya başladığında diğer adamın gelmek üzere olduğunu düşünüp binanın içine doğru iyice girdim. Çöp dolu bir çıkmaz sokakta olduğumuzdan her yer leş gibi kokuyordu. Ağzımdan nefes almaya özen gösterdim yoksa kusabilirdim.

YANILSAMAWhere stories live. Discover now