-47-

301 25 299
                                    

Temmuz ayının ortaları yaklaşıyordu. Yazın gelmesiyle Güneş erken doğuyor olsa da bu saatte ne Güneş ne de ötüşen kuşlar vardı. Bu saatte iki ülkede uyanıktı. İkisi de son kez saldıracaktı bugün. Biri kazanacak diğeri kaybedecekti.

İkisi de hafifçe tebessüm ettiler birbirlerine bakarken. İki gemi birbirine yakın olmasına rağmen ikiside oldukça sakindi. İki ülkenin de arkasındaki ülkeler gergindi aslında. Hiçbiri o ikilinin ne düşündüğünü anlayamıyordu. Bulgaristan bile.

Bir adım geri gitti iki ülke de. Tebessümleri gülümsemeye dönüşünce "Sona geldik." dediler. İşte o zaman iki geminin etrafı gemilerle ve uçakla sarıldı. Son savaş başlıyordu. İnsan müdahilesinin olmadığı sadece teknolojisi güçlü olanın kazanacağı yani arkasının güçlü olanın kazanacağı savaş başlıyordu.

Kıkırdayarak arkasına dönen Yunanistan, işaret parmağını havaya kaldırıp salladı. Yunanistan yürüyerek "Çanakkale boğazından geçin!" diye bağırdığında Türkiye gözlerini sonuna kadar açtı. "Seni tavada hamsi yapmayan adam değildir!" diye bağıran Türkiye, işaret parmağını Yunanistan'ın bulunduğu gemiye işaret etti. "O gemiyi batırmadan gelmeyin!" diye bağırmasıyla Almanya ve Rusya kahkaha attı. İkisi de "İşte ani kararlar alan Türkiye!" diye bağırdığında Türkiye de onlara katıldı gülmekte.

***

"Beni bu olaya karıştırdığın için hâlâ sana kızgınım Amerika!" diye bağıran adam, kravatını düzelterek aynada kendine baktı. Şu an hem lüks hem de askeri bir gemideydi. "Hadi ama baba! Hem ben de gemide olacağım böylece bende olaya dahil görüneceğim." diye mızmızlanan genç adama sadece devirdiği gözlerle kısa süre bakıp söylenmeye devam etti. Neredeyse bir saat sonunda söylenmesi bitmişti.

"Sonunda söylenmen bittiğine göre artık şu duruma karışalım." diyerek ayağa kalkan Amerika'ya, "Otur yerine Amerika!" diye bağırarak çayından bir yudum içti adam. Göz deviren Amerika, kalktığı gibi geri oturdu. Saat dokuza geliyordu. Yani Türkiye ve Yunanistan şimdiden Ege Denizi'ni alt üst etmiş olmalıydı. Belki de Ege Denizi'ni geçip Akdeniz'i de qlt üst etmiş olabilirlerdi. Telefonun ekran kilidini açtığı anda karşısına gelen bildirimleri ve küfürleri gördüğünde bunu çok rahat anlamıştı. "Baba artık gitsek mi? Yoksa annem ve Almanya birbirine savaş açacak." deyip yutkundu.

Adam hiç istifini bozmadan çayından bir yudum daha aldı. "Eğer ki gitmek istiyorsan kaptana gidip söyleyebilirsin. Sonuçta ben gemi kaptanı değilim." diyerek omuz silkti. "İşte benim babam!" diye haykırarak kaptanın yanına koşmaya başladı Amerika. Arkasından bir süre bakıp kıkırdadı adam. Ardından ayağa kalkıp üstündeki lacivert takım elbisenin ceketini çıkarıp koltuğa fırlattı.

Dolaptan bir asker üniforması çıkarıp giydi. Her zaman taktığı eldivenleri takıp takmamakta kararsızdı. Aslında şu an hiç yapmadığı bir şey daha yapacaktı. Başkalarının işine katışacaktı. Kendisi her zaman bir arabulucuydu. O Britanya gibi değildi. Onun gibi olmayı da düşünmüyordu. Sadece onun da böyle düşündüğünü hatırlamak üzücü olmuştu. Sonuçta her ne kadar öyle olamamış olsalar da ağabey-kardeşlerdi. Anne ve babaları yaşarken ikisi de etrafta koşup oynuyorlardı. Ama birden anne ve babaları öldüğünde Britanya İmparatorluğu, Birleşik Krallık gibi ağlamak yerine yönetime geçmiş ve çocukluğundan duygularından sonsuza kadar vazgeçmişti.

Başını iki yana sallayarak bu düşünceden kurtuldu. Bunları düşünmek saçmalık gibi geliyordu. O zaman sadece anne ve babasının yokluğunu çeken bir çocuktu. Ağabeyi gibi muhafızlara, saraydaki çalışanlara ve halka emir vermeyi düşünememişti. Sadece ağlayıp "Anne!" diye sayıklamayı düşünmüştü ve öyle de olmuştu. Kenarda duran eldiveni hızlıca eline geçirdi. Her seferinde bu oluyordu. Ne zaman elindeki işareti görse bunlar aklına geliyordu. Şu an delirmesi ve ya düşünmesi için düzgün bir zaman değildi. Durdurması gereken bir savaş vardı ve daha fazla kayıp olmadan o savaşı durduracaktı. O büyük tehlikeyi görmüştü. İlk günden beri görüyordu.

Sırlar Dünyası - YükselişWhere stories live. Discover now