-40-

274 25 180
                                    

*Medya: Türkçe'ye ben çevirdim. Her gördüğümde gülüyorum.

Yine o sisli hava vardı Meteora dağında. Gülümseyen genç kız, bağdaş kurarak yere yavaşça oturdu. "Merhaba anne." dedi titreyen sesiyle. Çoktan göz yaşları sel olmuştu. Göz yaşlarını silmeye zahmet bile etmiyordu. Şu an bunu yapması annesine kabalık olurdu zaten. "Senin dediğin gibi anne." diyerek gülümsedi. Ardından işaret parmağını havaya kaldırıp "Eğer üzgünsen ağlamanı durdurma. Hatta daha da şiddetlensin." dedi sesini annesinin ses tonuna benzetmeye çalışarak. Birden etrafta bir uğultu oluştu. Peşinden de demin söylediği sözler annesinin ses tonuyla etrafta yankılandı.

Hafifçe gülümseyen genç kız, esen rüzgârın saçlarını okşamasına izin verdi. "Sağol anne, buna ihtiyacım vardı." diyerek göz yaşlarını silip ayağa kalktı. Çantasından çıkardığı papatyaları yere eğilerek bıraktı. "Eminim ki seneye bu papatyalar burada bulunmayacak. Sonuçta sen papatya gördüğün zaman alıp koklarsın. Asla bırakmazsın." derken ağlamamaya çalışıyordu. Eğer ağlarsa çığlık atacağını içindeki her şeyi haykırıp annesine yük edeceğini biliyordu.

"Yapamıyorum..." diye fısıldadı. Ardından "Anne olmuyor, yapamıyorum!" diye bağırdı. Sel olmuş göz yaşlarıyla beraber şiddetlenen rüzgar yüzünden mavi ve beyaz saçları da savruluyordu sağa doğru. Savrulan göz yaşları saçlarına değerek hafif ıslatıyordu. Zaten nemli olan saçları, bu ıslaklıkları fark etmiyordu. "Sen beni uyarmıştın anne. Ama ben dinlemedim!" diyen genç kız, bacaklarındaki yükü daha fazla kaldıramayıp dizlerinin üstüne düşmüştü. "Olmuyor anne! Ne yapsam yanlış oluyor!"

"Ağabeyim haklıydı. Her kötü şeyin sorumlusu benim. Senin ölmenin de ağabeyimin ölmesinin de sebebi benim. Tek size zarar vermedim. En yakın arkadaşıma sırdaşıma da zarar veriyorum böylece. Neden hiçbir şey düzgün gitmiyor anne? Neden hep bir sorun çıkıyor?"

-Geçmiş-

Balkonda duran şanlı imparatorluk askerlerinin gücünü arttırmak için havayı onlar için güzelleştirmeye çalışıyordu. Bazense Türk askerlerinin önüne yıldırımlar düşürterek onları engelliyordu. Ama karşısındaki imparatorluk da kendisine misilleme yapar gibi yürüdüğü her yerde ateş çıkararak askerleri korkutuyordu.

Balkonun kapısına gelen komutan ilk eğilerek selam verdi. Ardından "Prenses Doğu Roma İmparatorluğu, Türkler çok büyük bir tehlike oluşturduğundan içeride durmanız gerekmekte. Oğlunuz ve kızınız taht odasında güvenle sizi bekliyor." dedi. İç çeken Bizans, elini son kez havaya kaldırıp surların tam önüne büyük bir yıldırım gönderdi. Bir asker bölüğünü yok etmeyi başardığı için gururla gülümsedi. "O katolik pisliklerden bir yardım gelmedi hâlâ değil mi?" diye sordu. Sesindeki öfke ve kin ilk günkü gibiydi. Başını iki yana sallayan komutan, "Hayır efendim, gelmedi." dedi.

***

"Zırlamayı kes seni bebek!" diye bağırdı küçük çocuk, küçük kıza. Ağabeyinin bağırmasıyla daha çok ağlamaya başlayan küçük kız artık korkudan çığlık da atıyordu. Taht salonuna yeni giren Bizans, küçük kızı görünce şok olmuş ve hızlıca küçük kızı kucağına alıp küçük çocuğa bakmıştı. "Ne oluyor burada Zeus?"

Annesinin kucağında biraz olsun sakinleşen küçük kız, annesinin saçlarına dokunmaya başlamıştı. Bu sıralar çocuklarının arasında olan kavgalara sinirlenmeye başlamış Bizans, kızgın bir şekilde oğluna bakıyordu. Başını eğen küçük çocuk, "Bahçede oyuncağını unuttuğu için ağlıyordu. Bende seni rahatsız etmemesi için uyarmıştım onu ama o ağlamaya devam etti." diyerek yumruğunu sıktı. Gülümseyen Bizans, oğlunun saçlarını okşayıp "Dürüst olduğun için teşekkürler oğlum." dedi. Ardından kucağındaki kızını tahtına oturtarak "İkiniz beni burada bekleyin ben o oyuncağı alıp geliyorum hemen." dedi. Oğlu karşı çıkmak için ağzını açsa da Bizans onu dinlemeden bahçe kapısına yöneldi. O sırada parmağından kayarak yere düşüp seken safirden yapılma yüzüğünü fark etmemişti. Sonrası da malûmdu. Öldürülmüştü.

Sırlar Dünyası - YükselişWo Geschichten leben. Entdecke jetzt