18 - ❝Seni nasıl bırakırım?❞

2.3K 212 144
                                    

1 EYLÜL 1976

Hogwarts'ta altıncı yıl.

Perona gelip Hogwarts Express'ine bakarken gülümsememe engel olamadım. Hogwarts'ı seviyordum. Kendimi güvende hissettiğim tek yerdi. Ayrıca yanında güvende hissettiğim kişiler de içinde bulunuyordu.

Nasıl sevmezdim ki?

"Val, hadi, kendimize yer bulalım." dedi Sirius beni dürtükleyerek. Başımı sallayıp onu onayladım. Trene binip boş bir kompartıman ararken sonunda bir tane bulup hemen içeri girdik. 

"Cam kenarı benim!" diye bağırıp sandığımı üstümüzdeki rafa koydum ve cam kenarına oturdum. Şu anlık peronu izliyordum ancak tren ilerlemeye başladığında yemyeşil manzaraya bakacağımı bildiğimden keyfim biraz da olsun yerine gelmişti.

Son dört günü ölü gibi geçirmiştim. Londra gezisinde berbat olan her şey James'in Lily'nin arkasından koşarak gitmesiyle tamamen parçalanmıştı. Odadan çıkmıyor, nadiren sohbet ediyordum birileriyle.

Birkaç kere James kapıma gelmiş, iyi olup olmadığımı sormuştu ama suratına bir kere bile bakmadan gitmesini, iyi olduğumu söylemiştim. Onu görürsem her şeyin daha kötü olacağını ve kendimi tamamen mahvedeceğimi düşünüyordum niyeyse.

Euphemia ve Fleamont da bir şeylerin yanlış gittiğinin farkındaydı. Tatilin başından beri sürekli onlarla konuşuyor, mutfakta Euphemia'ya yardım ediyor, Fleamont ile iksirlerden sohbet ediyorken bir anda içime kapanmış, kendimi tamamen onlardan soyutlamıştım.

Arada içeriye Sirius'un girmesine izin veriyordum. Bana Remus ile mektuplaştıklarında yazdıklarını anlatıyor, Peter'ın anlattığı komik olayları abartarak beni güldürüyordu. James'in adını bir kere bile anmamıştı ki bu onun için büyük bir başarıydı.

Çünkü Sirius, James'in adını anmadan iki dakika geçiremezdi. Aynısı James için de geçerliydi pek tabii.

Onun haricinde Gringotts'ta yaşanan olaydan sonra babamdan bir hamle daha beklemiştim. Gelmemişti. Hiç sesi çıkmamıştı, bu da beni kuşkulandırmıştı. Bir şeylerin yolunda olmadığını biliyordum ama o şeyin ne olduğunu bir türlü çözemiyordum.

"Ya beni niye beklemediniz?" Kompartımandan içeri giren James, Sirius'un yanına otururken benim gözlerim hala camdaydı. "Her yerde sizi arıyorum."

"Buradayız ya işte Çatalak." dedi Sirius sevimli sevimli. "Gel yanıma şöyle, özledim seni."

James'in sırıttığını hissedebiliyordum. Sirius'un yanına oturup onun dizlerine yattığında nefes verdim. Tam karşımdaydı, her zamanki gibi yaydığı enerji nefesimi kesiyordu ve ben ona bakmamaya çalışıyordum.

Bakamazdım, görmemeliydim. En yakın arkadaşıma aşık olan yakın arkadaşıma hislerimi gömmeye çalışırken sürekli ona bakarsam bunu başaramazdım.

Ki zaten bu hisler bana iyi gelmiyordu. Kalbimin ortasına oturmuş olan bu ağırlığı daha önce hiç hissetmemiştim. Aldığım her nefeste biraz daha belli ediyordu kendini ve bir tek James'in yüzünü gördüğümde hafifliyordu.

Yolculuğun ilerleyen saatleri olabilecek en sakin şekilde geçti. Sirius, Peter ve James kendi aralarında bir muhabbete tutuştular, kahkahalar atarak gülüyorlardı. Ben ise elimdeki dergiyi okumaya çalışarak James'e bakma dürtüme engel olmayı deniyordum. 

Onun kahkaha attığını bilerek yüzüne bakmamak çok zordu. Çünkü favori James'im kesinlikle gülen James'ti.

Muhabbete hiç dahil olmadım. Sirius da beni dahil etmek için çabalamadı. James ile ne zaman hazır olursam o zaman konuşurdum, zorlanmak veya tuhaf bir durumda kalmak istemiyordum. Sirius da beni tanıdığı için hiç o çabaya girmemişti.

𝐊𝐔𝐂𝐔𝐊 𝐁𝐄𝐘𝐀𝐙 𝐘𝐀𝐋𝐀𝐍𝐋𝐀𝐑 「Jᴀᴍᴇꜱ ᴘᴏᴛᴛᴇʀ 」Onde histórias criam vida. Descubra agora