on dört

9.6K 778 128
                                    

Evin içindeyken, dışarıdayken, otururken, yürürken, arkadaşlarımla veya ailemle konuşurken her yere içimdeki sıkıntıyı da beraberinde götürüyordum. Baran'la aramızdakinin neye evrildiğini anlayamamıştım ama bu aralar fazla sessizdi. Gülünecek, sinirlenecek, üzülecek bir şey olduğunda ya tepkisi geç kalıyor ya da direkt sessiz kalıyordu ve bu ondan beklenen bir şey değildi. Bana karşı hiç öyle esip gürlememişti ancak hepimiz Baran'ın sakin bir kişiliğinin olmadığını biliyorduk. Her anlamda. Ama şu sıralar gerçekten sessizdi.

İster istemez bu sessizliğini kendime yoruyordum. Durduk yere kafasını bu denli karıştıracak ya iş olabilirdi ya da aşk. Ailevi bir mevzu olmadığını biliyordum. İşle ilgili olsa abimin de aynı olacağını biliyordum. Sorun ya bendim ya Kardelen'di. Ve umarım, Kardelen'le ilgili bir şey olurdu çünkü benimle ilgiliyse eğer olabilecekleri pek tahmin edemiyordum.

İçeride ruhum daraldı. Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Üzerime bir ceket alıp evden çıktım. Yemek saati yaklaşmıştı ve muhtemelen birazdan herkesi peşime aratacaktım ama umrumda değildi. Sakinleşmeye ve uzaklaşmaya ihtiyacım vardı.

Yürüdüm. Tepe'ye gidene kadar sessizce yürüdüm. Tepe; çocukluğumuzdan beri derdi olanın, aşıkların, rakı masalarının, doğum günü partilerinin yeri olmuştu. Bu mahallede oturan her gencin çocukluğu burada geçmiş, geçmeye de devam ediyordu. Yokuşta, dağın ova gibi düzlüğe kavuştuğu ve tüm köyü ayaklar altına serdiği bir yerdi. Manzarası da havası da sanki Mardin'den değil gibiydi. Şortumun açıkta bıraktığı bacaklarıma çalılar ve çeşitli bitkiler batarken ulaşabildim. Sadece bir araba vardı Tepe'de. O da sanırım aşağıdaki evin arabasıydı. İçinde kimse yoktu.

Yere oturdum. Ayaklarımı boşluğa uzattım. Ağustos böceklerinin sesi kulaklarımda uğulduyordu. Hafif bir rüzgar esiyor sıcak havanın özrünü diliyordu sanki. Etrafa derin bir sessizlik çökmüştü. Güneş batarken çok hoş bir pembelik yayılmıştı. Telefonumu çıkarıp birkaç fotoğraf çektim. Sonra da kapattım. Avuçlarım arasında titriyor oluşundan herhangi birinin beni aradığını fark ettim ama uzanıp bakmadım. Cevaplayasım gelmemişti.

Kendi kendime orada öylece oturduktan sonra telefonum ısrarla çalmaya, üstüne de mesajlar eklenmeye başlayınca oflayarak baktım ekrana. Annem arıyordu.

"Efendim?" dedim.

"Anneciğim neredesin sen, yemeğe bekliyoruz."

"Ben çıkmadan yedim anne, size afiyet olsun."

"Neredesin?"

"Tepe'de."

"Geç kalma bak."

"Görüşürüz."

"Hadi öptüm kuzum."

Telefonu elime aldım ve yandaki kapatma düğmesine uzun uzun basıp telefonu tamamen kapattım. Şimdi sırf kimse bana ulaşmasın diye aşağı fırlatmak bile geliyordu içimden ama muhtemelen babam yeni telefon almak için yaptığımı düşünecekti. Bu yüzden yapmadım.

Düşündüm. Güneş yerini aya bırakana kadar düşündüm. Baran'ı düşündüm. Kardelen'i düşündüm. Yıllardır içimdeki aşkı düşündüm. Esra yengenin söylediklerini düşündüm. Hatta Yusuf Abi'nin hareketlerini bile düşündüm. Ama hiçbirinde bir sonuca varamadım. İçinden çıkamadığım haller içindeydim. Kafamı mı kessem yoksa buralardan gitsem mi bilemiyordum.

Emin olduğum tek şey Baran'ı çok sevdiğimdi. Kalışlarımın da gidişlerimin de sebebi oydu. Beni biraz sevse yapamayacağım şey yoktu.

Ve beni biraz sevse, burada oturup saatlerce düşünüyor olmazdım.

Tam eve mi gitsem diye düşündüğümde omuzlarımda bir ceket, yanımda bir beden hissettim. Bakmaya gerek bile yoktu. O güzel kokusunun duyumsayabileceğim alana girdiğinden itibaren o olduğunu biliyordum.

Nazende (bxb)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin