Bölüm 24

41K 2K 104
                                    

Önümdeki çayı sehpaya bırakıp telefonuma bakındım. Nereye bıraktım? Etrafta gözlerimi gezdirirken Çağatay'ı gördüm. Kaşları çatık bir şekilde telefonundan bir şeylere bakıyordu. Sinirli gibi değil de ciddiyetten olan türden gibiydi.

"Telefonumu gören var mı?"

Herkes etrafına bakıp bilmediğini söylediğinde kalkıp etrafı aramaya başladım.
Nerede bu telefon ya?

"Biriniz beni arasanıza."
"Arıyorum ben."

Çağatay aramaya başladığında herkes sessizliğe bürünüp etrafı dinledi.

Çağatay telefonunu hoparlöre aldığında çalmaya başladığı için telefonun zil sesini bekledik. Ama bu odada değil demek ki ki duyamadım. Allah Allah!

Dışarı çıkmak için Çağatay'ın yanından geçerken telefonda yazan ismi gördüm. Tamamını okuyamadım telefonu çevirmişti. Sadece başındaki ben yazısını
görmüştüm. Ne diye kaydetti acaba beni?

••••••

Uzun bir süre sonra gelen sınır dışı görev emri ile yine ışık hızı ile hazırlanıp helikoptere binmiştik. İçimde kötü bir his vardı. Kendimi rahat hissetmiyordum. Tamam, normal olan buydu zaten ama başka bir şeyler vardı. Tuhaf hissediyordum. Telefonumu çıkardım ve anneme, babama, Nazenin'e, Cihan'a tek tek mesaj attım.

Vedalardan hiç hoşlanmayan ben, onlar buradayken bile böyle veda eder gibi konuşmamıştım. Yanlış yapıyordum. Korkacaklar benden haber alana kadar. Kim bilir o haber ne zaman gidecek onlara. Mesajları silmeyi düşünsem de hepsine gittiğini görüp vazgeçtim. Silsem de anlayacaklar zaten.

Helikopterden inip yürümeye başladık. Çağatay ve Timur haritadan yön belirliyordu. Etrafta pek ağaç yoktu. Bozkırın ortasında gibiydik. Etraf işsiz ve sessizdi. Saklanacak bir yer yoktu. Kaçacak yer de yoktu. Her şey ortadaydı. Ne bir ağaç vardı ne de çalılıklar.

"Üsteğmen!"
"E-emredin komutanım."
"Sana sesleniyorum yarım saattir. Kendine gel."
"Emredersiniz komutanım."

Bize verilen koordinat tam bulunduğumuz yerdi. İlk indiğimiz yere kıyasla daha az görünürde olan bir yerdi. Açıklık daha azdı.

"Burası. Buradan sonra aşağıdaki köye gideceğiz. Köyü tamamen eline geçirmiş itler. "

Aşağısı tehlikeliydi. Daha doğrusu aşağı inmek. Uçurumun tepedindeydik. Kayaların arasından aşağı kadar inip sonra da köye sızacaktık.

"İniyoruz. Hakan ve Barış burada kalıyorsunuz."
"Emredersiniz komutanım."

Hep beraber aşağı indik ve önümüze çıkan ilk eve yöneldik. Yıkık dökük bir beton yığını demek daha doğru olur tabii ki.

Çağatay'ın hemen arkasından ilerlerken aramızdaki mesafeyi koruyup tetikte bekliyordum.
Kısa bir süre sonra çatışma başladığında yine arkalarda yerimi alıp öncekileri korumaya başlamıştım.
Köylülerden sesler gelmeye başlarken Çağatay dakika başı bizi uyarıyor ve yanlış şeyler yapmamızı söylüyordu. Bazıları evlerinden çıkıp bizim yanımıza yaklaşmaya başladığında Çağatay onları durdurdu.

"Yat, yere yat! Ellerini kafanın üstüne koy! Kimsiniz siz?"
"Biz, biz burada yaşıyorum! Esir aldılar bizi! Sizin yanınızdayız!"

Yaklaşmalarına izin vermese de orada durup bizim tarafı savunmalarına izin vermişti. Zaten kısa bir süre sonra geri çekilip yok oldular. Daha ne olduğunu anlamadan ortadan kaybolmuşlardı.

"Hakan, konum bildir, Hakan!"
"Komutanım, birkaç tanesi çatıdan aşağı atladı. Göremedik zaten arkada kaldılar. Kalanlar ise diğer evlerin arkasına doğru gitti. İçeri giren olmadı."
"Hareket."

Bordonun AşkıWhere stories live. Discover now