Anılardan Anılara İnce Çizikl...

By mermaidsareal

108K 12.4K 23.2K

seni kendimden tanıdım çocuk; yüreği sürekli çiğnenen bir yol. gövdesi acılardan acılara köprü. biraz öfke, b... More

neden kimse sana benzemiyor?
susmak ve beklemek müthiş, genciz namlu gibi.
yıllar gözlerinden hiçbir şey eksiltmedi, ben biraz daha yenildim.
dayanamam, kıskanırım seni. paylaşamam.
içim çok özledi seni.
her cevabım sensin, hem de her bilmecem.
yokluğun da varlığın da yetmiyor.
ah içimizde ne aç hevesler. arada hicaz, arada caz nefesler.
bir küçücük kumru kuşu büyüttüm, göğsümün gizlisinde.
nasıl da yılları buldu, bir mısra dolu maceram.
biri gelişin, dünyayı isteyen sorular. öteki gidişin, kırılmış kirpik tufanı.
biz sadece aynı yere saklanan iki çocuktuk, sen benim en güzel rastlantımsın.
güleriz, unuturuz öleceğini annelerimizin. annem ölürse bana sarıl.
ismimi fısıldayan, bazen şarkı mırıldanan o ses yok, gülüş yok.
yanlış karar yok, işin özünde sen beni istemedin.
sözlerim acıtır, gözlerime bakma. tek bir söz söyleme, varsa az utanman.
ben böyle sığındım sana, böyle kuş gibi.
korkular da benim, umutlar da. beni bırakma.
gitme, ölürüm. gözlerinden, gözlerinden olurum.
kaç ayva sarardı, kaç kız sevişti. gelmemiş kimselerin.
değiştim, sanki içimde bi şeyler öldü. istesem de dönemem geriye.
hangi kahpenin hançeri, saklı hançeri yaranda?
döşümde yıllarla büyüttüğüm acı, ben ki yıllardır bir seni bilirim.
sana gelicem beklemelerin bu acılı durağından. bu giz, bu karanlık biticek.
sargın yaprakmışım, dallarına. yangın toprakmışım, yağmurlarına.
ayyaş ruhum sayıklıyor, her zerrem sende çarpıyor.
sanırsın ki sende kendimden bir şeyler biriktirmişim.
bir sen varsın güvenebileceğim. bilen, anlayan, bağışlayan. gökyüzü kadar engin.

bir gülsen ağlayacağım, bir gülsen kendimi bulacağım.

2.9K 397 533
By mermaidsareal


***

Her şey karmakarışıktı.

Ne için dilediğini bilmediğim özrünün telaşı, yüzümü okşayışıyla birlikte her yanıma yayılmıştı. Kalbim telaşımın aksine daha huzurlu bir duyguyla, gümbür gümbür atıyordu. Jimin öyle yumuşak, öyle kıyamıyormuş gibi değiyordu ki saçlarıma, titrememi durduramıyordum. Taehyung hala, orada bir yerlerde Hoseok'u sakinleştirmeye çalışıyor, öğrenciler tutturdukları aptal tezahüratlarını sürdürüyorken kendimi hiç olmadığım kadar korkmuş da hissediyordum. Her yanım birbirinden farklı duygularla sarılmıştı. Hangisine yetişeceğimi, hangisini hissedeceğimi bilmiyordum. 

Sonunda güçlükle araladığım gözlerimin ardından birkaç öğretmenin o kalabalık gruba daldığını gördüm. Aslında hiç de öyle olsun istemiyordum ama ağlamak üzere olduğumu bildiğim için, kırık cam parçaları yerleştirmiş gibi, mahzun bakan gözlerinden kaçarak elini ittim Jimin'in. O da elini ittiğimin farkında değilmiş gibi birkaç defa daha özür dileyerek telaşımı katladı.

Neden özür diliyordu? Neden bu kadar üzgün görünüyor, bana öyle bakıyordu? Bir erkeği öptüğümü mü duymuştu? Yoksa Jaewon'a sakso çektiğimi söylediklerini mi? Onu öpüşümün bile utancı hala beni terk etmemişken bir de yapmadığım şeylerin utancıyla kavruluyordum. Onu, inadım yüzünden öpüşümün utancı... Bunları duymuş olsa böyle mi davranırdı sahi, hiç kızmaz mıydı bana? Sadece böyle, üzülür müydü?

"Bu karmaşadan kim sorumluysa Müdür'ün odasına!"

İkimizi de yerimizden sıçratan bir ses, ben içimde bağırıp çağıran soruları düşünürken, bir öğretmene ait olan ses emrettiğinde korkum alevlenmişti. Daha önce de dediğim gibi Jimin'in yolu, müdürün odasına sık düşerdi ama ilk kez kavga yüzünden düşüyordu şimdi. Benim yüzümden.

Jimin gözlerindeki kırıkları topladı, dokunsan yine ağlayacakmış gibi dolu dolu bakıyordu bana ama başka bir şey söylemeden adımlarını öğretmenin emrine uydurdu. O, okul binasına doğru yürümeye başladığında aptal kalabalığın bakışlarını görmezden gelmeye çalışarak Taehyung'u aradım ve onu artık kimseyi yumruklamayan Hoseok'la birlikte müdürün odasına doğru yürürken buldum.

"Ne bekliyorsun?"

Yine aynı ses, aynı öğretmen, bu defa daha yakınımdan konuşunca bir defa daha irkilerek ona baktım. Kaşları havalanmış, ciddi, baskın bir ifadeyle beni izliyordu. Ona döndüğümde "Hadi," dedi. Anlaşılan o kargaşada, yüzümüz yaralı diye Taehyung ve ben de sorumlu tutuluyorduk. Kendimi açıklama zahmetine girmedim, zaten konuşmaya yetecek gücüm de yoktu. Onun yerine harcamam gereken tüm enerjiyi bacaklarıma yönlendirip diğerlerinin arkasından Müdür'ün odasına doğru ilerledim.

Aslında yapması gereken tam tersiyken Müdür, nasıl serseriler olduğumuzu, bizi yetiştiremediğini, şiddetin bir şeyi çözmediğini falan bağırdı, sonra da neler olduğunu sordu. Gerçekten gücüm çekilmiş gibi hissediyordum. Oda, sanki tüm duvarlarıyla birlikte üzerime geliyormuş gibiydi. Neden bu kadar hassas olduğunu anlayamadığım mideme yine, telaşım birikmişti. Katlanılmaz derecede bir bunaltı ve ağrı hissediyordum orada. Üstelik göğsüm daralıyordu. Jaewha'yı neden dövmüşlerdi?

Jaewha onlara ne demişti?

Ya da daha beteri, hiçbir şey dememişti de dünkü konuşmalar yüzünden durduk yere mi saldırmışlardı ona?

Her sorunun cevap olasılıkları göğsümü daraltıyordu. Her şekilde o baskı artıyordu. Jimin'i daha önce hiç öyle görmemiştim. Benim yüzümden birini, berbat bir karakteri de olsa bir insanı o şekilde dövmesi beni korkutuyordu. Onu hiç tanımadığım hissiyle sarsılmıştım. Kim bilir, benden gizlediği daha başka neler vardı.

Müdür'ün sorusuyla birlikte herkes suspus oldu. Belli ki hala yürüyebileceği kadar gücü bedeninde bulunduran Jaewha, okulda yaydığı dedikoduları odada tekrarlamayacaktı. Sanki gerçekten üzgünmüş gibi önünde kavuşturduğu ellerini izliyordu. Hoseok, onu hiç böyle görmediğimden bana inanılmaz garip gelen bir öfkeyle arada bir Jaewha'ya bakış atıyordu. Jimin ortamda yok gibiydi, boşluğu izliyordu.

Taehyung, tüm bunlardan sıkılmış bir şekilde ofladı. İfadesindeki sabırsızlığı görür görmez benim kimliğime kadar olan her şeyi dümdüz anlatacağını fark etmiştim. Bu yüzden ileri atılıp yalan söyleyecektim ki Jaewha o maskeli üzüntüsünü yıkıp "Durduk yere bana saldırdılar," diye olayı anlatmaya çalıştı. Jimin, bakışlarını boşluktan çekip, şimdi o gözlerdeki kırık cam parçalarını ona saplamak istiyormuş gibi Jaewha'ya bakmaya başladı.

Ama o daha bir şey söyleyemeden Hoseok, "Sabahtan beri dik dik bakıp duruyorsun." dedi, kendini tutmaya çalışıyormuş gibi gömleğini eziyordu parmaklarıyla. "Hem çirkin bir sürü laf ettin. Doğru konuş."

Kavganın sırf bakışları yüzünden çıkması hiçbirimizi kurtarmazdı ama ikinci cümlesi de telaşımı arttırmıştı. Bir yöne odaklayamadığım beynimde hep aynı sorular dönüp duruyordu. Tıpkı Müdür gibi, aklımdaki soruların cevabını duymak için başımı Jaewha'ya çevirdim ama ne Jaewha kendini ele vererek olanı doğru bir biçimde anlatacakmış gibi duruyordu ne de diğerleri beni ortaya serecekti. Biliyordum. Kavgalarının sebebini hiç öğrenememekten de öğrenmekten de çok korkuyordum. Jimin'in kulağına, beni uyardığı halde o sakso muhabbeti gitmişse... Yüzüne nasıl bakarım bilmiyordum.

Derin bir nefes alıp verdim. Söylediği çirkin şeyleri, biraz değiştirmek beni ondan farksız kılmayacaktı ama Jaewha'nın bu şeyden öyle elini kolunu sallayarak kurtulmasını izlemek de istemiyordum. Bu yüzden en az onun kadar iğrençleşerek "Jaewha günlerdir, çirkin şeyler söyleyip beni rahatsız ediyor." dedim, herkes nefesini tutmuş dediklerimi dinliyordu. Hoseok araya girmeye çalıştı ama onu engelledim. "İşi annemize kadar vardırdı, Jimin de buna sinirlendi."

Konuşmak tüm enerjimi sömürmüştü üstelik şimdi bir de yalan söylediğim için kötü hissedecektim, anne kozunu oynadığıma da inanamıyordum. Ama bir yükün, ağır bir yükün üzerimden kalktığını hissediyordum. Daha hafif olanının yerine yüklenmesi pek de sorun değildi. En azından şimdilik.

"Böyle bir şey yapmadım!" dedi, Jaehwa beklediğim bir şaşkınlıkla. Hem Hoseok, hem Taehyung aynı anda, "Bunu da biz uyduruyoruz o halde." diye karşılık verdi, "Hepimiz bir ağızdan yalan söylüyoruz da bir sen haklısın."

Müdür söylediklerime ikna olmuş gibi görünüyordu. Belki de yaramı deşeceğini sandığından benden detay beklemedi. Jaewha'ya disiplin cezası, dördümüze de uzaklaştırma verdi. Jimin, ağzını açıp tek kelime etmedi ama gözlerindeki kırıklığın yerini yaralı dudaklarına yerleşen bir gülümsemenin aldığını gördüm. Göz göze geldiğimizde dudak kıvrımları iyice yükselmişti, neden öyle güldüğünü öğleden sonra o söyleyene kadar anlamadım.

***

Bu, Jimin'le Hoseok'un ilk vukuati olmadığı için onlar bizden bir hafta daha fazla uzaklaştırma almışlardı ama o an hepimiz, okul sınırı dışında bulunmalıydık. Bu yüzden, sabahları daima boş olan bizim eve geçtik.

Yolda olanlar garipti. Jimin'in o suskunluğu, yerini enerjisine bırakmıştı. Benimle, benim tavrımdan ötürü çok konuşmuyordu ama sustuğu da yoktu. Küçük çocuklar gibi ya taşları ayağıyla iteliyor, ya Taehyung'a bulaşıyor ya da ne kadar kötü etkilendiğime aldırmadan Jaewha'yı nasıl benzettiğinden bahsediyordu. Dün onu sözde benzettiğimizden bahsederken biz de bu kadar barbar görünüyor muyduk diye merak ettim. İçimdeki ses de yine beynimden yükselen soruyu, tatlı diyecektin herhalde, diyerek düzeltti. Böyle bir konuda konuşurken onu tatlı buluyorum diye eve gidince kendimi dövecektim.

"Enerjinin bitmiş olması gerekmiyor muydu senin?"

Taehyung, nihayet eve geldiğimizde kıvırta kıvırta kendi pansumanı için su kaynatmaya giden Jimin'e sorunca Jimin omuzlarını silkelemişti. Yanından geçip guruldayan karnımı doyurabilmek için, telaşım hala midemdeyken yiyemeyeceğimi adım gibi bilmeme rağmen bir ekmek böldüm ve buzdolabına doğru yürüdüm. Soracağım soruların cevabını duymayı olabildiği kadar geciktirmek istediğimden, önce bir şeyler yemeyi tercih etmiştim.

Ve evet. Soracaktım. Sormadan duramazdım ki, kendimi biliyordum.

"Ben de kurt gibi acıktım." dedi, Taehyung, elimdeki ekmek parçasına imrenerek bakarken, onu ağzına tıktım ve dolaptan kahvaltılıkları çıkarıp masaya dizmeme yardımcı olan Taehyung dışında odada kimse yokmuş gibi davranmaya çalıştım.

Oysa bu çabamı Hoseok, işaret parmağını bir kendinde bir Jimin'de bir de ellerindeki malzemelerde gezdirip ben ağzıma ne bulduysam sokuşturmaya çalıştığım sırada "Yapmanız gereken daha önemli şeyler yok mu sizin?" diye sorarak yarıda kesti. Ağzımdakileri yutana kadar bekledim ki bu on beş saniyemi falan almıştı, ve "Burnunuzu bok çukurlarına sokarken bize mi sordunuz?" dedim. "Yapın birbirinize pansumanı. İki kişisiniz."

"Ama," dedi Hoseok, masum masum. Jimin yorum yapmadan beni izliyordu. Göz göze geldiğimizde Hoseok'un ama'sını bölerek "Ne bakıyorsun?" diye terslendim. Kaşlarını çatıp gitmesini beklediğim halde Jimin, güldü. Nereden gelmişti bu enerji sahiden?

"Ama biz birbirimize daha önce hiç pansuman yapmadık ki, bizim için fazla bromance bu."

Ben gülüşümü bastırmaya çalışırken "Iyy," dedi, Taehyung. "Testosteron." Sonra Hoseok'un ciddi olduğunu görüp sustu. Onlara pansuman yapmayı kabul edeceğini anlamıştım. Omuzlarım düştü. Jimin'in dudaklarına tentürdiyot dolu bir pamukla da olsa dokunan kişi olmayı istiyordum ama yaptığı şey yüzünden ona hala öfkeliydim. Hem aklımdaki sorulara korktuğum cevapları verecek olursa nasıl davranmam gerektiğini kestiremiyordum.

Olumlu ya da olumsuz bir şey söylemeden kahvaltımızı bitirmemizi beklediler. Sonra Taehyung bir defa daha o asi, dik duruşlu kişiliğinin ardında yumuşacık birinin yattığını ispat eden bir tavırla onlara salona geçmelerini söyledi. Ya da belki de tavrının arkasında... Sinsi gülüşünü gördüğümde yumuşaklığından mı yoksa intikam almak istediğinden mi bunu yapmaya rıza gösterdiğini anlayamamıştım.

Tıpkı düşündüğüm gibi, Jimin kollarını göğsünde bağlamış ters ters Taehyung'un sinsi gülüşüne ve elindekilere bakarken "Jungkook yapsın." dedi. Yüreğim ağzıma geldi. "Dün canını acıttım diye intikam almak ister bu uzun herif."

Bahanesine gülmek istedim ama hem pansuman yapma konusunda acemi olduğumdan hem de soracağım sorular dilimin ucuna kadar tırmandığından sustum. Taehyung homurdandı. O homurdanınca Hoseok bana pansuman yapmayı bilip bilmediğimi sordu. Omuzlarımı silkeledim.

"Taehyung yapsın işte!" dedim yalandan bir ısrarla. "Hem sen itiraf mı ediyorsun dün onun canını bilerek yaktığını?"

Jimin bunu sormamı hiç beklemiyormuş gibi irkildi ve "Ne?" dedi, gülmeye çalışarak suçunu örtebileceğini sanmış olmalı ki ağzının içinde bir şeyler geveleyip sırıttı. Taehyung gözlerini devirmesinin ardından eline intikam alma şansı geçtiği halde "Hiç uğraşamayacağım gerçekten." diyerek malzemeleri elime tutuşturdu. Sonra da Hoseok'u da bana bırakıp izin istemeden odama geçerken "Rahatsız etmeyin beni!" diye bağırdı. Uyuyacakmış.

Ben de önce Hoseok'la ilgilendim. Jimin'i suratında o gülümseme, gözlerinde ne olduğunu hala çözemediğim o anlamlı bakışla birlikte dibimde görmeyi ertelemek istiyordum. Hem bunu düşünmem ne kadar doğruydu bilmiyorum ama yüzündeki ufak tefek yaralarla inanılmaz seksi görünüyordu. Yine de içimdeki sesin aksine, ne yaptığımı dikkatle izleyerek bana talimat verdiği sırada Jimin'e "Biz dün dövmüştük işte Jaewha'yı!" diye bağırmayı ihmal etmemiştim. "Siz niye yeniden dövdünüz. O sizi daha kötü dövmüş, ikiniz de bok gibi görünüyorsunuz!"

Güldü, ben hala kendimden emin olmayarak elimdeki pamuğu Hoseok'un yüzünde dolaştırırken bana ne yapmam gerektiğini söyleyip durdu. Hem onu, seksi olduğu yetmemiş gibi sevimlileştiren gülüşüne hem de her şeye karışmasına sinir oldum.

"Çok biliyorsan," dedim çatık kaşlarımın ardından. "Al eline pamuğu da kendin yap."

Suç işlemiş bir çocuk gibi yerine sindi ve o dakikadan itibaren sustu. Ben de Hoseok'a çıkışmalarımı sürdüre sürdüre pansumanını tamamladım. Çok garipti. O ağzını hiç açmamıştı ve galiba söylemek istediklerini içinde tuttuğundan ya da gülüşünü, yanakları sıcaklamıştı.

Bir an sonra sıra Jimin'e geldiğinde bana, o ne olduğunu bilmediğim anlamlı bakışlarıyla bakmaya devam ettiği için Hoseok'un yanaklarındaki sıcaklık benimkilere geçmişti. Aptal ellerimde tuttuğum pamuk titrediğinde dikkatini başka yöne çekmek isteyerek boğazımı temizledim. Gözlerimin içine baktı, eh, bunu da istiyor sayılmazdım.

Hem aramızdaki garip çekimi dağıtmak hem de yumuşamadığımı ona göstermek istediğim için pamuğu, kaşındaki yaraya bilerek sertçe dokundurdum ve abartılı inlemesini dinledim. Gülmek üzereydim ama kaşlarımı çattım.

"Abartma," diye mırıldandım, ters ters. "O kadar da değil."

Benim yerime güldü, gülerken dudağındaki yara gerilmişti. Canının acıdığına emindim ama belli ki bu, onun umurunda değildi. İnsanı hem sıcacık bir banyoya girmiş gibi rahat hissettiren hem de karnındaki ağrıları tetikleyen yumuşak bakışlarıyla bir süre beni izledi. Ben de gözlerinden kaçabildiğim kadar kaçtım ve sırf ortamın sessizliği karnımdaki ağrıyı tetikleyip duruyor diye "Ne bakıyorsun bana öyle?" dedim. "Pişmiş kelle gibi."

Uzun zamandır duyamadığım yüksek sesli kahkahalarından birini attıktan bir saniye sonra ciddileşince "Annemiz dedin, orada." diye mırıldandı. Ciddi hissettiren suratına rağmen gülüşü gözlerine kadar ulaşmıştı, kalbim tekledi. Sırf sussun, konu dağılsın diye elimdeki tentürdiyotlu pamuğu dudağına bastırdım sertçe.

Orada, annemiz dediğimin farkında değildim. Bunu, son bir haftadır ikinci kez dile getirmiştim ama enerjisinden anladığım kadarıyla Müdür'ün odasındaki cümlem onu daha çok etkilemişti. İlk defa annemden, onun annesi olarak da bahsettiğim gün ona çok öfkeli ve kırgındım. Canını yakmak için söylemiştim öyle. Ama o odada, hiçbir amacım yoktu. Böyle söylediğimi bile Jimin deyince fark etmiştim işte.

Bu hareketim, aksini bağırıyorsa da "Seni affettiğimi falan sanıyorsan," dedim, sabahtan beri orada bulunan gülümseme usulca soldu. "Fena halde yanılıyorsun, Park Jimin."

"Affetmediğini biliyorum." dedi, ters ters. Dokunuşumdan uzaklaşıp oturduğu koltuğa iyice yaslandı. Bakışlarındaki sıcaklık oraya bir yerlere saklanmış olsa da nefes alabildiğim için bunu dert etmedim. "Öyle kolay affetmeyeceğini de biliyorum."

"Ve hala açıklama yapma zahmetine girmiyorsun." dedim, moralim feci bozuk, elimdekileri ortadaki sehpaya bırakırken. Bir şeyleri bile bile yapması, bilmediğini sandığım anlardakilerden daha çok yaralıyordu beni. Onu affetmediğimi biliyorsa neden çabalamıyordu?

"Sana söyledim," dedi. Sesi yine biraz kırıklaşmış, sönükleşmişti. Moralinin en az benimki kadar bozuk olmasına sevinirim sanmıştım ama daha çok üzüldüğümü gördüğümde kendime bir defa daha öfkelendim. Sınırı olmayan bir aptal gibi davranmaktan, beni önemsemediği halde onu her şeyden öne koymaktan nefret ediyordum.

"Ya da sadece, bir gün tüm inadımın kırılacağını biliyorsun." dedim, olduğu yerde dikleşip bana bakmadan diliyle dişinin arasında "Affetmemen gerekiyor zaten beni." dedi. Ne demek istediğini anlama amacıyla yüzüne baktığımda çoktan sessizliğine dönmüştü. "Niye öyle dedin?" diye sordum. Omuzlarını silkeledi.

"Yanında değildim ya," dedi, dalgın dalgın. Ona yeniden sarılasımı getirdi. "Sen böyle şeyleri çok önemsersin."

"Herkes, önemser." diye düzelttim. Gözlerini bana kaldırdı. Derin bir nefes alıp verdikten sonra "Eh," diye mırıldandım. Kendimi çiğnediğimi biliyordum ama artık buna alışmıştım. "Bunu bile bile yanımda olmayışının ciddi bir sebebi vardır, umarım."

Kendini gülümsemeye zorlamış gibi hissettiğimde az önce sehpaya bıraktığım malzemeleri yeniden elime alıp yarım bıraktığım pansumanına, bu defa daha yakından ve usulca devam ettim. O da sanki kaybolmuş gibi, gözlerini üzerimden hiç çekmedi. Sıcak nefesleri yüzüme değiyordu, pamuğu dokundurduğum her seferde dudakları titriyordu.

Birazdan istemeye istemeye, "Jaewha'ya bulaşan siz miydiniz?" diye sordum. O kaygı, telaş yeniden gelmişti. Alacağım olumlu cevaptan da olumsuz cevap kadar çok korkuyordum. Evet dese, fena bir kavga çıkaracaktım çünkü durduk yere ona bulaştıysa yaptığı zorbalıktı ve tanıdığım Jimin, ne olursa olsun birine öylece zorbalık yapmazdı. Hayır dese, belki oturup ağlayacaktım çünkü bu Jaewha'nın onlara bulaştığı anlamına gelecekti ve Jimin'in kulağına, birine sakso çektiğim iddialarının gitmiş olmasından deli gibi korkuyordum.

Başta bana iki cevabı da vermedi. Suçlu ya da utangaç gözlerini benden kaçırdı, odada bir yerlere dikti. Ben de ağzından laf almak isteyerek "Ne işe yaradı yaptığın? Seninki de aynı zorbalıktı." diye damarına bastım.

Yeniden omuz silkeledi. Bana bakmamakta ısrarcıydı, ben de vücuduma bir elektrik dalgasının yayılmasına izin verirken çenesinden yakalayıp başını kendime çevirdim.

"Niye özür diledin bugün benden?"

Elimi çenesinden çekmemiştim. Bıraksam başını yeniden çevireceğinden değil, çekmek istemiyordum. İçimde sürekli kavga ettiğim yanım, teniyle daha sık iletişim halinde olmamı istiyordu. Ufacık da olsa, ona dokunmamı...

Gözlerini kapattı, dolgun dudakları birkaç santim ötemdeyken derin bir nefes aldı ve yine, omuzlarını salladı.

Ne konuştuğumuzu unutmuştum çünkü benim için bir zaaf haline gelmiş kokusunu duymak canımı acıttığı kadar aklımı da alıyordu üstelik dediğim gibi dolgun dudakları birkaç santim ötemdeydi. Garip, yaramaz, hevesli birisi çenesine dolanmış parmaklarımda dans ediyordu. Elimi boynuna kaydırmak, tam bir teslimiyetle önüme serilmiş dudakları kendime çekmek...

Asla gerçekleşmeyeceğini bilmeme rağmen iki saniyede kurduğum hayal karnımı ağrıtmış, kalp atışlarımı hızladırmıştı. Parmaklarım hala çenesindeydi ama biraz geri çekilirken kendimi zorlayarak "Bir önemi var mı sence?" diye sordum, "Her şey için geç kalıyorsun. Ben annemin yokluğuyla da o yumruklarla da karşılaştığımda sen orada yoktun." Yalan olduğunu bile bile "Haftalar sonra bana sarılman da işe yaramadı zaten." diye üsteledim. "Beni döverken değil de ertesi gün gidip Jaewha'yı yumruklaman. Çok saçma."

"Jaewha'yı senin için mi dövdüm sanıyorsun?" diye sordu, o da. Dokunuşumdan kaçmak ister gibi başını geri çekmiş, bana dik dik bakıyordu. "Onu senin için falan dövmedim." dedi. Moralim feci bozuldu. "Niye dövdün öyleyse?" dedim, "Boş ver." dedi, "Bir önemi yokmuş nasılsa."

"Jimin." dedim, kaşlarını havalandırdı, ama sorumu cevaplamak yerine "Tüm bunlar ne zaman ve neden başladı?" diye sordu bana, yaptığım hatanın tüm utancı boğazıma kurulsa da Jaewon'u öptüğümden haberinin olmadığını görüp rahatladım ve cevap vermek yerine Hoseok'a çevirdim bakışlarımı. "Sen söyle, niye kavga ettiniz?"

Hoseok birden ona dönmemi hiç beklemiyormuş gibi irkildi, onu orada unuttuğumuzu sanıyordu galiba, önce Jimin'e sonra bana baktığında omuzlarını silkeledi.

"Seninle ilgili ağıza alınmayacak şeyler söylüyordu." dedi, "İşi Jimin'e kadar vardırdı."

"Eee?" diye sordum. Kaşlarımı çatarak kendime otoriter bir hava katmaya çalışmıştım ama Hoseok karşımda titreyeceği yerde sırıttı. "O bir şeyler uyduruyor diye gaza gelmeniz mi lazımdı?" "Orada değildin ama." diye mırıldandı. Yine ağzımı, terslenmek için açacakken "Sen de dayanamamışsın işte söylediklerine." diyerek beni susturdu. "Sen niye kavga ettin bu herifle?"

"Önce o Taehyung'a yumruk atmıştı." dedim. "Aynı şey değil. Konuyu saptırma."

"Bizden de Jimin attı ilk yumruğu." dedi, sanki marifetmiş gibi. "N'olmuş yani?"

"Jimin kavga etti diye senin de etmen gerekli miydi?" diye terslendim, tüm hırsımı Jimin'de söndüremeyeceğime göre onu azarlamam da gerekti. "Boş ver, Hoseok." dedi bir kere daha Jimin. Hoseok'sa "Hem dayağı hak etti hem de yalvardı resmen." diye anlatmaya devam etti. "Gel beni döv diye yalvardı." Ben şaşkınlıkla ona bakarken Hoseok, omuzlarını kaldırıp indirdikten sonra göğsünü çok mühim bir şey yapmış gibi kabartarak "Canım onu dövmek istiyordu kaç zamandır, zaten." diye ekledi. "İyi oldu."

Gözlerimi devirmek istedim ama gülümsemem buna engel oldu. Jimin kaşları daha da çatılmış "O sırf canı istedi diye adam dövüyor, gülüyorsun." diye mızmızlandı. "Benim haklı sebeplerim varken sinirleniyorsun."

Elimdeki pamuğu bir şey demeden yeniden dudağına bastırdım, "Ah-AH!" diye bağırdı, dokunuşumdan kaçmaya çalıştı. Elimi ensesine sararak buna engel oldum. Hayalimi bu kadar çabuk gerçekleştirebileceğime inanmazdım, içimden kıkır kıkır gülüyordum. Tam olarak böyle düşünmesem de sonuçta o boyna sarılmıştım.

Debelenmeyi bıraktı, elimi saçlarına çıkardığımda nefesi titredi, yalandan bağırmayı da durdurup ciddi ifadesiyle ben pansuman yapana kadar sessizce beni izledi. Kalp atışlarım hızlanıyor, yanaklarım sıcaklıyor, yüzünde dolaşan elim titriyorsa da işime devam ettim. Bir saniye sonra pamukla işim bittiği halde, gerçekten inledi.

"Ne oldu?" diye sordum, "Saçımı çekiyorsun." dedi. Başta neyden bahsettiğini anlamadım. Boş boş suratına baktım. Bir saniye sonra parmakları, ensesine dolanmış bileğimi kavradı usulca. O an öyle utanmıştım ki hızla geri kaçtım. Güldü, eski zamanlardaki gibi yanağımdan makas almaya çalıştığında sersemliğime rağmen bunu engelleyebildim. Gülmeye devam etti.

"Gülme şöyle," dedim. Sesim istediğim kadar sert çıkmamıştı. "Sinirlerimi bozuyorsun."

Jimin, dediğimin aksine gülmeye devam ederken "Biliyorum," diye mırıldandı. Dudak kıvrımlarına takılıp yiten bakışlarımı Hoseok'un boğazını temizlemesiyle, nihayet Jimin'den kaçırdım.

Hoseok beni daha da utandıran bir ikilemle tuvalete gitmesi gerektiğini söyleyerek hızla yerinden kalktı. O kalkınca ben de oraya, koltukta Jimin'in yanına oturdum. Jimin birkaç dakika, konuşmadan yanımda durdu. Sorduğum sorulara korktuğum iki cevabı da vermeyişinin rahatlığıyla ben de yanında durdum.

Beklemediğim bir anda, "Üzüldün halime," dedi arsız arsız. "Biliyorum."

"Neden üzülecekmişim?" diye sordum, omuzlarını silkeledi. "Omuzlarını silkeleyip durma," dedim bu sefer de. "Sinirlerimi bozuyorsun."

Güldü, kafasını arkasındaki koltuğa yaslayıp bir süre daha izledi beni.

"Sen peki?" diye sordum, "Beni dün öyle görünce hiç de üzülmüş gibi durmuyordun."

"Neden üzülecekmişim?" diye sordu gülerek, bunu ben yaptığımda eğlenceli sayılırdı, onun yapması sinirlerimi bozuyordu. Bu yüzden kalkıp sinirli sinirli, yanından geçmeye çalıştım. Beni bileğimden yakaladı, yanına çekti. Popom az kalsın dizine değiyordu, o kadar yanına.

"Yüzündeki yaralara değil," diye mırıldandı. Bileğime sarılmış parmakları, sıcacıktı. Kalbim tekledi, nefes alışverişim ben önleyemeden hızlandı. Kafası hala oraya yaslıydı. Alttan alttan, gözlerindeki o garip ifadeyle izliyordu beni. "Başına daha kötüsü geldi sandım, gelmiş de."

"Birkaç haftaya unuturlar." dedim, bakışları bile öyle şefkatliydi ki yine ağlayasım gelmişti.

Elimi bırakmadan öteki elini de yüzüme çıkardı. Biraz önce alamadığı makası almayı başardığında "Nasıl başladı tüm bunlar?" diye sordu yeniden. Yutkundum. Bir defa sorduğu soruyu asla unutmuyordu. Cevabı alana kadar peşimi bırakmayacağını anlamıştım.

Gözlerimde sorusunun cevabı, yaptığım hata dolanır da anlar diye bakışlarından kaçtım. Ve belki de ilk defa, hislerim dışında gerçek bir olgudan bahsederken yalan söyledim ona.

"Kampta olanlar yüzünden."

Karnıma feci bir ağrı saplandı, telaşlı olan bir tane. Hem kendimi kötü hissettiğimden hem de heyecanımdan ellerim titremeye başladı. Yutkundum. Yalan söylediğimi anlayacağından emindim.

Oysa anlamayarak suratıma baktı, sonra olanları hatırladığından olsa gerek bakışlarını benden kaçırdı ve sonunda da ortadaki sehpayı izlerken "Ama," dedi şüpheci bir sesle. "Jaewon'un adı seninkinin yanında çok geçiyordu."

"Bilmiyorum, Jimin." dedim. Sesim o kadar yorgun çıkmıştı ki bakışlarını yeniden bana kaydırdı. Ona yalan söylediğim için kendimi kötü hissetmem yetmemiş gibi başka bir korkuyu daha içime bıraktı.

"Jaewon denen şerefsizi bulduğum yerde döveceğim."

İleri atılıp "Ben de döverim," dedim. "Ayı gibi çocuğum, Jaewha'yı da dövdüm. Sana ne oluyor?"

"Dövemezsin mi dedim?" dedi gülerek, omuzlarımı silkeleyip ondan biraz uzaklaşmak istedim ama beni durdurdu.

"Niye gülüp duruyorsun?" diye sordum, kaşlarımı çatmak yerine büyük bir yorgunlukla başımı, onun başının yanına koydum. Eli hala bileğimi sıkı sıkı sarıyordu, yaralı yüzünün ne kadar yakınımda olduğunu fark etmeden geçemedim. Karnımdaki şey her neyse, koşturmaya başladı.

"Mutluyum çünkü." dedi, ben yine ters ters elimi çekip kalkmak için hareketlenirken bileğimdeki tutuşunu sıklaştırarak beni durdurmuştu.

"Haftalardır ilk defa mutluyum çünkü buradasın."

Aptal kalbim tekledi, gözlerine daha fazlasını duyma umuduyla baktığımı fark ettiğimde Jimin elini yüzüme çıkarıp saçlarımı alnımdan çekerken öyle usul usul konuştu ki kalbim tekledi.

"Buradasın ve beni affetmek istiyorsun. Bu yüzden mutluyum, sebeplerimin şansı arttı. Bugün ilk defa beni affedeceğine inanıyorum."

Ve sonra bileğini tuttuğu elimi alıp kalbimi deli gibi çırpındıran bir hareketle ters çevirdi, avucumu açtı. Kokumu çeke çeke içine, bir öpücük bıraktı avucuma, sonra da onu yanağını yasladı. Yüzümü dakikalarca, avucum gibi öpmeyi istiyormuşa benzeyen bir duyguyla izledi. Öyle güzeldi ki kaçamadım. Öyle güzeldi ki kalbim defalarca kere tekledi.

Ona yalan söylediğimi bile unuttum. Bana o kadar huzurlu hissettirdi.



***

ya sana yazıklar olsun vavi, dünyanın, bir aradayken özellikle, en gay iki oğlanına dönüşen jihope'unu da bromance bu diyerek ayırmazsın püüüüü sana ya. kesin korktum öpüştürürüm diye korktum sodmsşfö

ikinci not. wattpad senden bıktım. lütfen dün gece okuduysanız ve ben taslağa aldığım için yorum yapamadıysanız bugün yeniden okuyun 🥺 yorumlar 🥺

Continue Reading

You'll Also Like

448K 36.7K 28
Melez Kaplan Taehyung, Melez Tavşan Jungkook ile sevgili olmak istiyordu Ha birde onu altında inletmeyi... [texting+düz yazı] #3 - taekook [13.08.202...
28.2K 1.6K 15
Oynanılan her oyun er ya da geç bitmeye mahkumdur..
130K 22.5K 17
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
416K 42K 61
Taehyung iki yıllık ilişkisini ayakta tutmaya o kadar odaklanmıştı ki yanı başındaki gerçek aşkını fark edememişti bile. |omegaverse| |omegatae&alfak...