KRALİÇE | MYG

By munaathia

229K 24.8K 18.7K

Ben Seon Ah... Sarayda kalmamak ve ailemin katilinin oğluyla evlenmek istemediğim için lanetlendim. Tanrı'nın... More

[1]
[2]
[3]
[4]
[5]
[6]
[7]
[8]
[9]
[10]
[ 11 ]
[ 12 ]
[ 13 ]
[ 14 ]
[ 15 ]
[ 16 ]
[ 17 ]
[ 18 ]
[ 19 ]
[ 20 ]
[ 21 ]
[ 22 ]
[ 23 ]
[ 24 ]
[ 25 ]
[ 26 ]
[ 27 ]
[ 28 ]
[ 29 ]
[ 30 ]
[ 31 ]
[ 32 ]
[ 33 ]
[ 34 ]
[ 35 ]
[ 36 ]
[ 37 ]
[ 38 ]
[ 39 ]
[ 40 ]
[ 41 ]
[ 42 ]
[ 43 ]
[ 44 ]
[ 45 ]
[ 47 ]
[ 48 ]
[ 49 ]
[ 50 ]
[ 51 ]
[ 52 ]
FİNAL
Teşekkürlerim En Kıymetlilere!
YAKINDA
KRALİÇE KİTAP BASIMI ERTELENDİ!

[ 46 ]

3K 400 348
By munaathia

Hayatta en güzel ve en kötü şeyler birkaç saniyenin sonunda gelişir. Bir saniye içerisinde tüm hayatınız değişebilir. Bundan bir saniye sonra hayatınızın fırsatını yakalayarak mükemmel başarılar edecek bir yola da girebilirsiniz, korkunç bir hata da yapabilirsiniz. Bundan bir saniye sonra hayatınızın aşkıyla da karşılaşabilirsiniz, en sevdiğiniz kişi de hayatınızdan çıkarabilirsiniz. Bundan bir saniye sonra yaşamak için bir umut bulabilirsiniz, yaşamınız sona erip yok da olabilirsiniz.

En keskin şeyler uzun zaman dilimlerinde olmaz. Birden olur, aniden ve hiç beklenmedik anda. Hayatınıza hiç beklenmedik anda biri girer, birden başarıyı yakalarsınız. Sevdikleriniz birden gider, birden yalnız kalırsınız. Her şeyin başlangıcı ve sonucu için bir şeylere ihtiyaç vardır. Küçük kıvılcımlara... Dünyanın en fakir insanıyken, bir günde en zengin insanı olabilirsiniz. Şanslıysanız... Dünyanın en mutlu insanıyken, bir anda en mutsuz insanı olabilirsiniz. Şanssızsanız...

Hayatımda aldığım bir karar, belki de bu en tehlikeli karardı, tüm akışımı değiştirmişti. Söylediğim bir söz beni lanetlemiş ve ölene kadar mutsuzluğa sürüklemişti. Birkaç dakika içinde bu dünyadan yok oldum ve geleceğe sürüklendim. Birkaç dakika içinde orada yok oldum ve buraya sürüklendim. Başlangıçlar ve sonlar hep birkaç dakikaya sığdı. Bana zaman tanımadı, kimseye tanımadığı gibi...

Kulağıma dolan boğuk seslerin netleşmesiyle yumulu gözlerimi birden açtım. Kafasını sudan çıkarmış bir insanın havaya kavuşması gibi bir şeydi. Yerden başımı kaldırıp hafifçe doğrulduğumda yanımdaki kapıdan gelen yumruklama ve bağırma sesleri daha da artıyordu. Korkuyla etrafıma bakındım. Burası... Hayır! Hayır! 

"Hayır!" Ellerimi kulaklarıma götürüp tıkadığım da gerçek olduğuna inanmak istemeyerek çığlıklar savurmuştum. Geri dönmüş olamazdım! Buraya gelmiş olamazdım! Bıraktığım yere... Aynı odaya, aynı saniyeye... Nasıl her şey kaldığı yerden devam edebilirdi? Orada en az 2 yıla yakın süre yaşamıştım. Nasıl buraya gelebilirdim?

"Hayır! Bu gerçek değil! Tanrım, lütfen..Lütfen! Hayır, geri gitmek istiyorum!" Delirmiş gibi çığlık çığlık bağırdığımda ellerimle üzerimdeki gelinliğin eteğini sıktım. Olduğum gibi gelmiştim. Tanrım! Yoongi...

Kim bilir ne haldedir? Ona ne olmuştu, orada ne olmuştu, ben geldikten sonra ne olmuştu bilmiyordum. Yok mu olmuştum yoksa bir ceset gibi hala kollarında mıydım? Beni hatırlıyor muydu yoksa benimle alakalı her şey zihninden silinmiş miydi? Bana ait olan her şey yok mu olmuştu? Çocuklar nasıldı? Kafayı yemek üzereydim. Onları terk ederek buraya geldiğime, bu lanetin gerçek olduğuna inanamıyordum.

Kapı sonunda kırılarak açıldığında başta amcam ve Kang Dae olmak üzere çalışan bir topluluk içeri girmiş ancak beni görmeleriyle geri çıkmışlardı. Kafamı kaldırarak ıslak gözlerimle Dae'ye baktım. Kim Taehyung... O hızla başını yere eğdiğinde amcamın üzerime doğru yürümesini umursamadım.

"Taehyung! Taehyung! Bir şeyler yap, beni geri gönder! Buraya gelmemeliydim!" Ağlayışlarım ve çırpınışlarım sürerken aklımı kaybedeceğimi düşünüyordum. Bundan biraz önce binlerce yıl ileride, sevdiğim adamın kollarındaydım. Şimdi ise ondan binlerce yıl uzakta, geçmişte, asla olmak istemediğim bir yerdeydim. 

"Bu halin ne? Bu üzerindekiler ne? Ölmek mi istiyorsun, ha? Ailen gibi geberip gitmek mi istiyorsun?" Amcam kolumdan kavrayıp beni azarlamaya başladığında zerre kadar umrumda değildi. Yakmam gereken bir ağıt varmışcasına sadece acımı çekiyordum. Sıkı sıkı tuttuğum eteklerime sarılarak gitmek için yalvarıyor ve sadece ağlıyordum. Ağlayışlarım ve acı dolu çığlıklarım kısılmak yerine daha da güçleniyordu. İnanmak istemiyordum. Bu gerçeğe inanmak istemiyordum! Aklımı oynatacaktım. Bu gerçek olamazdı!

"Seon.. Kraliçe'm! Kendinizi toparlayın lütfen. Majesteleri..." Tae, sözlerine devam edememişti. Hala beni itip kalkan ve küfürler savuran amcamı umursamadan başımı ona kaldırdım. 

Gerçekten her dünyada yanımdaydın. Tek tesellim bu olabilir miydi? Peki ya diğerleri... Hepsini ölecek kadar çok özleyecektim. Onlar olmadan, ailem olmadan nasıl yaşayacaktım? Kalbim olmadan nasıl yaşayacaktım?

Uzun saçları ve içinde olduğu bu askeri kıyafetle mükemmel görünüyordu. Farklılıkları şimdi daha net anlayabiliyordum. Kocaman açılmış ve ne olduğunu anlamaya çalışan gözleriyle bana bakmaya devam etti. Endişesini görebiliyordum, acımı gördükçe aynı şekilde canının nasıl yandığını görebiliyordum.

"Hepimizi öldürmek mi istiyorsun? Kral'ın yanına böyle mi gideceksin? Bu kıyafeti nereden buldun? Hangi cüretle, çıplak bir şekilde onu karşılayacaksın? Sen bu ailenin yüz karasısın!" Sıktığı kolumu morartırken vurmak için diğer elini havalandırmıştı. Ona karşı koyamayacak kadar kendimde değildim. Ama o tokat yüzüme inmedi çünkü yanımda her zaman beni koruyan bir melek vardı.

"Efendim... Karşınızda bir Kraliçe var. Ona dokunmak bile suçken... Ölmenizi istemem." Dae sert ve net bir şekilde konuştuğunda bileğini sertçe bıraktı ve onun kollarından kurtulmamı sağladı. Hareketlenip yerde bulunan örtülerden birini alıp omuzlarıma örttüğünde ruhen hala onların yanında değildim. Hala sadece ağlıyor ve geri de bıraktıklarımı düşünüyordum. Bunların gerçek olmadığında, kötü bir kabus olduğuna kendimi inandırmaya çalışıyordum. 

"Hazırlan! Görevini yap ve ailemizi onurlandırarak Majesteleriyle evlen! Onun Kraliçe'si ol. Daha fazla rezillik çıkarma!" Bunları söyleyerek çömeldiği dizlerini düzeltti ve yanımdan kalkıp başımda dikildi. Ben hala olduğum yere çökmüş ağlıyordum. Ağlamaktan kanlanmış gözlerimi kaldırdım ve ona diktim. Demek ki insanların böyle zamanlarda gözleri dönüyormuş. Titreyen dudaklarımı bir araya getirmekte zorlanarak işaret parmağımı ona karşı tehditkarca savurdum.

"Seni öldürürüm! Duydun mu beni? Seni öldürürüm!" Sonunda çığlık atarcasına bağırdığımda odadaki diğer kişiler korkarak geriye adımladığında onun suratı şaşkınlıkla sarsılmış, gözlerini kısarak bana bakmaya devam etmişti.

"Onunla evlenmeyeceğim! Beni öldürsen de yok etsen de onunla evlenmeyeceğim! Katilin oğluyla evlenmeyeceğim! Onunla evlenemem! Onunla evlenmeyeceğim! Kraliçe olmayacağım!" Sert başlayan cümlelerim sonunda hıçkırıklarla bitmişti. Kendimi tekrardan kaybedip bağıra bağıra ağladığımda tekrardan benimle aynı konuma geldi ve bileğimi sıkıca kavrayıp canımı yaktı.

"Demek seni öldürsem de onunla evlenmeyeceksin?"

"Majesteleri geliyor." İçeri koşarak giren bir görevli bunu söyleyip geri odadan birkaç adım uzaklaşmıştı. Kalbim deli gibi atıyordu! Onunla karşılaşmadan direk burada yok olmak istiyordum. Başımı hızlıca önüme eğdiğim de ayak sesleri çoğalmış ve yakınlaşmıştı. En sonunda durduğunda bu odaya girdiğini anlamıştım. Biraz önce var olan nefes sesleri yok olmuş, sanki herkes adeta nefesini tutmuştu. Az bir şey değildi. Koskoca Goryeo Kralı şu an buradaydı!

"Burada ne oluyor? Bu ne cüret! Kraliçe'me nasıl dokunursun?" Tok bir şekilde konuştuğunda odadan tek bir çıt bile çıkmamıştı. Bu ses? Bana birini anımsatıyordu ama... Amcam hızla kolumu bıraktığında ona doğru döndü ve önünde dizlerinin üzerine çöktü. Yalvarırcasına özürler dilediğinde hala başımı eteklerimden kaldıramıyordum.

Şimdi bir Kral'ın gözlerinin içine bakarak onu nasıl istemediğimi söylerdim? Beni öldürür müydü gerçekten? Bana bu iyiliği yapar mıydı? 

Sessiz ağlayışlarım ve acı çekişlerim sürerken, gözlerimden akan yaşlar yanağımdan süzülüp yavaşça gelinliğimi ıslatmaya devam ediyordu. Derin bir nefes verdi sonunda Kral. Bakışlarını üzerimde hissediyordum. Bana baktığına emindim. 

"Herkes çıksın! Bizi yalnız bırakın!" Konuşmasıyla herkes ayaklanıp burayı terk ederken, ellerimi birbirine kenetledim. Tanrım... Sesi! Düşündüğüm şey olamazdı değil mi? Bu ses tonu birininkine benziyordu. Bana onu hatırlatıyordu. Aynısı değildi ancak anımsatıyordu. 

Kapı kapandığında biraz önce var olan sessizlik sanki daha da artmıştı. Ölüm sessizliğine dönüşmüştü. Birkaç dakika öylece bekledi. Ben de başımı kaldırmadım. Elimde olmadan gözlerim ıslanıp, yaşları akıtmaya devam ettirirken göğsüm titriyordu. Nefeslerim kesik kesikti. 

"Merhaba, Seon Ah." Aramızdaki boşluğu kapatarak yanıma gelip, dizlerini kırarak yanıma çöktüğünde beynimden kaynar sular dökülmüştü sanki. Bu.. bu mümkün olabilir miydi? Kocaman açılmış gözlerimle hala ellerime bakarken kafamı kaldırıp onunla göz göze gelmeye korkuyordum ancak onun olup olmadığını sadece ona bakarsam anlayabilecektim.

Yavaşça başımı kaldırdığımda tüm vücudum titriyordu. Göz göze geldiğimizde, iri ve yumuşak bakan o gözlerle karşılaşmıştım. Bu olamazdı. Hayır! Hayır, bu kadarı fazlaydı! Sevinmeli miydim yoksa üzülmeli miydim? Ona bakarken, onun gülümseyen yüzüne karşı yüzüm acıyla kavrulmuş ve daha fazla dayanamayarak sesli bir şekilde ağlamaya başlamıştım. 

İnanamıyordum! Gerçek olamayacak kadar acımasızcaydı! Beni bu kadar mı zorlamak istiyordun? Bana bu kadar mı acı çektirmek istiyordun?

"Hayır... Bu mümkün olamaz. Hayır! Tanrım! Buradasın..." Ağzımı kapatarak ağlamaya devam ederken onun gözleriyle endişe içinde daha fazla büyüdü. Çığlıklarım ve gözyaşlarım karşısında ne yapacağını bilemediği her halinden anlaşılıyordu. 

"Kraliçe..."

"Jungkook..." Ellerimle ağzımı kapattığımda feryatlarım tüm sarayda yankılanıyordu sanki. Bu nasıl olabilirdi? Kral Wang Ye... Nasıl Jungkook olabilirdi?

"Bu çok acımasızca! Tanrım.. Neden? Neden? Bu çok ağır..." Bağırarak ağladığımda eteklerimin üzerine kapanmış sadece isyan edercesine konuşarak ve çektiğim acıya engel olmuyordum. Vücudum bunu sessizce kaldıramıyordu. Buna tepkisiz kalamıyordum. Sadece şaşırarak devam edemiyordum. Onu burada gördüğüm için mutlu mu olmalıydım? Onu şimdiden çok özlediğim için boynuna mı sarılmalıydım? 

Bu kader öyle karmaşıktı ki... Bu lanet öylesine büyüktü ki... Her yerden bana acı verilmesi için yaratılmıştı. En yakın arkadaşım, kardeşim, sevdiğim adamın kardeşi... Kocam mı olacaktı? Katilin oğlu mu olacaktı? Felakete götüreceğim kişi mi olacaktı? Başkasına ölecek kadar aşıkken onunla evlenmek zorunda mı kalacaktım? 

"Neler oluyor? Endişeleniyorum Majesteleri. İyi misiniz?" Tereddütle bana dokunup dokunmamak arasında olan eli üzerimde inip kalkarken ben kendimi kaybetmiş gibiydim. Kafamı çevirip ona baktım. Berbat görünüyor olmalıydım. Ona bütün bunları nasıl anlatacaktım?

"Beni...beni hatırlıyor musun?" İç çekişlerim sürerken titreyen bedenim bir yaprak gibi sallanıyordu. Gözlerim ağlamaktan yanıyor, gözyaşlarımla birlikte akacağını hissediyordum. Kurumuş dudaklarımı, tuzlu göz sularım ıslattı. 

"Sizi, birkaç defa görmüştüm." 

"Ne yapacağım?" Cevabıyla birlikte başımı sağa sola sallayarak ağlamaya devam ettim. O ise şaşkındı. Hiçbir şey anlamadığına, ne yapacağını bilmediğine emindim. Yavaş bir şekilde boğazını temizledi.

"Sanırım." dedi usulca. Gözlerimiz geri buluşmuştu. O aynıydı. Resmen karşımda Jungkook vardı. Uzun siyah saçları başının üzerinde toplanmış, güçlü aksesuarlarla sarılmıştı. Üzerindeki kaftanı tüm heybetini ortaya sererken vücudu şimdiki haline göre daha iriydi. Bakışlarındaki sıcaklık ve merhamet aynıydı ama... Sanırım gerçekten de anlatıldığı gibiydi. O iyi bir Kraldı. 

"Sanırım bu birlikteliği istemiyorsunuz." Dudaklarımı birbirine bastırdım ve başımı hayır anlamında salladım. Her şeyi anlatmalı mıydım? Bana inanır mıydı? Buradan gitmeme izin verir miydi? Tanrım... Bu ne içinden çıkılmaz bir karmaşaydı!

"Ben seninle evlenemem. Sizinle... evlenemem efendim." Ona nasıl hitap edeceğimi bile bilmiyordum. Karşımda benim el şakaları yaptığım, birlikte dondurma yediğim, kızdığım zaman küstüğüm, saçlarını ördüğüm çocuk vardı. Ancak şimdi bir Kraldı. Ülkemin Kralı, en kıymetli, en değerli insanıydı. Ve düşmanımdı.

"Söylediklerim saçma gelecek, inanmayacaksınız ama hepsi doğru. Ben şimdiye kadar burada değildim. Başka bir yerdeydim. Majesteleri ben, iki yıl gibi bir süredir burada yoktum. Burada zaman durmuş nasıl oldu bilmiyorum ama ben gelecekteydim. Yüz binlerce yıl sonrasına gittim. Delireceğim." Ağlarken konuşmak çok zordu.

"Jungkook-ah, elbiseme bak. Bu bir gelinlik! Burada böyle bir şey var mı? Ya da yüzüğüme bak. Buraya hemen gelmeden önce evlenme teklifi aldım. Ben başkasına aşıktım, onunla yaşıyordum ve onunla evlenecektim. Yemin ederim Jungkook..Ah majesteleri! Yemine ederim söylediğim her şey doğru. Yalvarırım bana inanın, ben burada değildim. Sizinle evlenemem, bu mümkün değil."

Sözlerimle göz bebekleri daha da büyürken artık endişeyle de kaplıydı. Beyaz teni daha da beyazladı. Birkaç defa yutkundu ve benden gözlerini kaçırarak kıyafetimi, saçımı, bedenimi inceledi. Bir şeylere inanmakta zorlanıyor gibiydi. Söylediklerim tabii ki de mantık dışındaydı. 

"Biliyorum inanması zor."

"Hayır, sana inanıyorum." Gözlerim kocaman açıldığında birkaç saniye ona bakakalmıştım. Oysa ben deli olduğumu düşüneceğini düşünüyordum. Kafamı sıyırdığımı düşünmesini bekliyordum.

"Ne?"

"Lanetli Kraliçe, benim Kraliçem mi?" Yerdeki gözlerini bana doğru kaldırdığında dudaklarım istemsizce aralanmıştı. Lanet... Onu biliyordu. 

"O sensin değil mi? Cennete giden Kraliçe... Kalbini başkasının kalbinde bırakıp, kendi kalbinde başka bir adamın kalbini taşıyıp başarı ve mutluluğa götürecek Kraliçe... Bir melek kadar güzel yüze ve kalbe sahip Kraliçe... Feci bir şekilde lanetlenip, azabından can çekişecek olan Kraliçe..." Bir kitap gibi konuştuğunda nutkum tutulmuştu. Ben gelmeden bile beni tanıyordu. Bunu herkes biliyor muydu böyle? Ne diyeceğimi bilemeden ona bakmaya devam ettim. 

Korkmuş ve streslenmişe benziyordu. Elini alnına attı ve sertçe birkaç defa okşadı. Ne yapacağını mı düşünüyordu? Evet, ben de bunu beklemiyordum. Kendimi bu kadar kolay anlatacağımı, bana hemen inanacağını ve hemen her şeyi anlayacağını... Gerçi öbür sefer de böyle olmuştu. Hemen anlamıştı. Çünkü zaten o da çoktan hikayeye hakimdi. 

Jungkook'u düşünerek gözlerim dolduğunda dudaklarım bir daha titredi. Arkadaşımı çok özlemiştim... Bu aynı görüntüye sahip adam, onun ruhuna da sahip miydi? AYnı ruhları mı taşıyorlardı? Kang Dae ve Tae gibi birbirilerinden izler taşıyorlar mıydı? 

"Beni de gördün mü? Jungkook dediğin..."

"Evet." Sözünü kesmiştim. "Jungkook... O sendin. Jungkook... Önceki hayatında bir Kral'mışsın." Cümlemi söylerken sesim titremiş, küçük iniltilerle konuşmuştum. Belli belirsiz şoku daha da artarken merakı da aynı oranda ilerliyordu, farkındaydım. 

"Cennet dediğin gelecek mi? Beni yani bir sonraki hayatımı gördün mü?" Olumlu anlamda başımı salladım. Şimdiye geleceğe gidip bunu ona söylemek istiyordum. Hep önceki hayatında ne olduğunu merak ediyordu. 

"Ah... Garip." Derin bir nefes verdiğinde gözlerini yere indirdi. "Bunların hepsini senden detaylıca dinleyeceğim ancak şimdi... evlenmemiz gerekiyor."

"Ben...yapamam. Başkasını seviyorum. Ben.. senin...sizin abinizle.." 

"Majesteleri." Sözümü kesmişti. "Bana bakınız lütfen. Sizi anlıyorum. Olaylar korkunç ve karmaşık. Dünyalarınız birbirine girmiş durumda, şu halinize bakılırsa da zerre kadar buraya gelmek istemediğiniz açık... Yalnız evlenmemiz gerek, bunu siz de biliyorsunuz. Her şey zaten belli değil mi? Kraliçe olmalısın, denildiği gibi şeyler yapmalısın." 

O konuştukça gözyaşlarım sessizce akıyordu. Bunu nasıl yapacaktım? Tanrım...

"Üstelik, bunu benim ve ülkeniz için de yapmalısınız. Ben bilmiyorum ancak Jungkook ismini söylerken sesinizin derin bir sevgiyle kaplandığını hissettim. Onun için yapmalısınız. Ben tahtta sizinle evlenmek koşulu ile çıkarıldım. Eğer aileniz ve ailenizin dostları beni desteklemeseydi bu ülke cehenneme sürüklenirdi. Ve şimdi eğer evlenmezsek sözümü tutmadığım için birkaç saatlik krallığımın bitmesi inanın uzun sürmez. Sizi de beni de öldürürler. Ve Goryeo ondan sonra yok olur."  

Onun ölümüne sebep olmak mı? Hayır hayır... Kendim umrumda değildi. Ancak şu an ona bir yabancı gözüyle bakamazdım. O Jungkook'tu işte. Biraz önce düşmanımın oğlu diye bağırdığım kişi benim ailemden biriydi. 

"Ama..."

"Siz istemediğiniz takdirde kadınım olmayacaksınız. Size dokunmayacağıma söz veriyorum. Aşkınıza ve size saygı duyacağım. Lanetinizi kırmak için elimden gelen her şeyi yapacağım. Lütfen bana güvenin Majesteleri. Sadece Kraliçem olarak kalın. Size zorluk çıkarmaktan çok, yardımcı olacağım." Gözlerime bakarak hafifçe gülümsediğinde ona güvenmek istiyordum. Hissedebiliyordum. Yalan söylemiyordu. Söylediklerinde dürüsttü. 

Yavaşça başımı salladım ve az da olsa içimdeki acıyı bastırmaya çalıştım. Daha fazla ağlamamak için... 

"Size yardımcı olayım." Kendisi tamamen dik bir şekilde durduğunda tek elini bana uzatmıştı. Bacaklarımda zerre güç hissetmiyordum. Nasıl kalkıp, duracaktım bilmiyordum. Tek elini tuttuğumda ne kadar güçsüz olduğumu fark etmiş olacak ki diğer elimi de tutup kaldırmıştı. Ayağa kalkmamla tam karşısında durdum. Gözlerinin üstümde gezindiğinin farkındaydım. 

Güzellik laneti... Büyüleyici kadar güzellik...

Başımı kaldırıp ona baktığımda hızlıca başını yere eğdi. Kaşlarının çattığını görmüştüm. Eteğime kadar eğilip yerden bir şey aldığında tekrardan eski asil duruşunu aldı. Elindeki kağıt gibi şeylere baktığımda heyecanla nefesler vermiş onlara sarılmıştım. Fotoğraflar....

Jungkook ve Tae ile olan fotoğrafımdı bir tanesi. İkisinin ortasındaydım. İkisi de sıkıca bana sarılmıştı ve kocaman gülüyorduk. Diğerinde ise Namjoon ile birlikteydim. Başımı omzuna yaslamış, kameraya sıcacık gülümsemiştik.

"Komutan Kang Dae." dedi buz gibi bir sesle. Dolu gözlerimi ona kaldırdım. Wang Ye, Jungkook'a göre daha uzundu. Daha iri omuzlara sahipti. 

"Kardeşlerinden bir tanesiydi. Öz olmayan ama ailenden farkı olmayan altı abinden sadece bir tanesi... Hepsini çok seviyordun. Onunla çok iyi anlaşıyordunuz, her zaman birlikteydiniz ve çok komiktiniz." Sonunda acıyla karışık gülümsemiştim. Yüzündeki şaşkınlık ve anlamakta zorlandığı ifadeyle fotoğrafa bakmaya devam etti. Ben ise özlemle parmaklarımı yüzlerinde gezdiriyordum.

"Saçlarım, yüzüm... Çok garip, çok garip hissediyorum. Bir kere daha hayata gelecek olmak... Çok farklı hissettiriyor." Sözlerini bitirdikten sonra yavaşça başını salladı ve uzattığı elleriyle fotoğrafları aldı. "Bunları geri size getireceğim Majesteleri." Yavaşça kaftanının iç cebine bıraktı.

"Sizi hazırlamalarını söyleyeceğim. Törende görüşürüz... Kraliçem. Lütfen kendinizi fazla üzmeyin." Hızlıca arkasını dönüp, kapıyı açarak dışarı çıktı. Omuzlarım çökmüş bir halde arkasından bakmaya devam ettim. Bir süre sonra odayı dolduran nadimeler beni hazırlamış, süslemiş ve bu zamana uygun hale getirmişti.

Kenara astıkları gelinliğime baktım. Kendi gelinliğime... Odama götürmelerini söyleyerek, yardımcılar eşliğinde Kralın yanına, sonrasında da onunla birlikte törene katılmıştım. 

En büyük acı buydu değil mi Tanrım? Bana verdiğin en büyük acı buydu. Bu olsun... İnan, feci bir şekilde öldürülmek bile canımı daha az acıtacak. Nasıl öleceğimi bilmesem de şimdi daha fazla acı çektiğime eminim. Evet işte, eninde sonunda senin istediğin oldu. Sonunda Kraliçe oldum, gerçek bir Kraliçe.

Başından beri kaçtığım şey beni buldu. Üstelik şimdi daha acı... Kardeşim gibi gördüğüm biri, sevdiğim adamın en yakın arkadaşlarından biri.... Yoongi... Kalbim sana aitken başkasıyla evlenmek... Farklı zamanlarda olmamıza rağmen, şimdi burada olmamana rağmen seni bekliyorum. 

Tören bittiğinde ve odaya getirildiğimde başıma örtülen kırmızı örtüyle Kralı bekliyordum. Gerçek bir gelin gibi... Zaman geçtikçe daha sessiz ağlıyordum artık. Gözlerimden akan yaşlar, her gözümü kırptığım da daha çok boşalıyor ve çenemde birikiyordu. Hala gerçek değil gibi geliyordu. Bu olanlar... Bu kadar kötüsüne layık görülmemişimdir gibi... Ama görülmüştüm değil mi? Biraz önce evlenmiştim. Asla yapmayacağım dedim şeyi yapmış, uğruna lanetlendiğim şeyi kabul etmiştim.

Kapılar yavaşça açıldı. Adımlarını duyuyordum. Jungkook'un olması hem daha iyi hem de daha kötü hissetmeme sebep oluyordu. Çaresizliğim ölümcül bir acı yüklüyordu kalbime.

Yavaşça örtümü kaldırdığında yüzümü kaldırıp ona bakamamıştım. Elimin tersiyle çenemdeki ıslaklığı silmiştim. Alışmam gereken ilk kural, onun Jungkook olmadığıydı. Kral Wang Ye! Ruhlarının aynı olup olmadığını bilmem için onu tanımam gerekiyordu. 

"İşte." dedi elinde tuttuğu fotoğrafları bana uzattı ve yatakta yanıma oturdu. Elimdeki fotoğraflara bakarken kaşlarım tekrardan kırışmış, gözlerim netliği bozacak kadar dolmuştu. 

"Komutan biliyor mu? Gelecekte dost olduğumuzu?"

"Hayır, ona daha anlatamadım. Bana inanır mı bilmiyorum." Konuşurken bir yandan da akan gözyaşlarımı siliyordum. 

"Bu bize çok anlatılır yani prenslere... ama halk biliyor mu bilmiyorum." Anladım dercesine başımı salladım ve hafifçe ona baktım. Beyaz, oldukça zengin görünen bir gecelik giymişti. Saçları aynı şekilde toplu ancak daha gösterişsizdi. 

Sana uzun saç da yakışıyormuş Jungkook-ah...

"Hadi anlatsana." 

"Hı?" Afallayarak ona dönmüştüm. 

"Yalnızken, sen diye hitap edebilir miyim ya da isminle?"

"Tabii ki Majesteleri." Başımı yavaşça eğmiştim.

"Sen de öyle yap lütfen. Karı-koca olmayacağımıza göre iyi bir arkadaş olmalıyız. Hatta istersen... bana Jungkook diyebilirsin. Yani ona nasıl hitap ediyorsan... Nasıl rahat ve iyi hissedeceksen?" Acı bir şekilde gülümsediğim de yavaşça başımı salladım.Gözyaşlarım hiçbir zaman dinmeyecekti. Biliyordum.

"Sen diyeceğim ve Wang Ye... Ama boş bulunup bazen..."

"Sorun değil." Yavaşça gülümsedi. "Hadi hikayeni anlat. Oraya nasıl gittin, orası nasıl bir yer? Bahsettiğin kişiler...?"

Yavaşça ona doğru döndüm. Gelinliğimin eteği oldukça büyük bir hışırtı çıkarmıştı. Ellerimle yüzümdeki yaşları silerek onun parlayan gözlerine baktım. Ve en başından anlatmaya başladım. Ailemin nasıl öldürüldüğünü, amcamı, beni buraya getirmesini, evlenmek istemememi, sonra o yaşlı kadını görmemi, sonra birden bayılmamı ve kendimi birden Seul şehrilde 2018 yılında bulmamı...

Heyecan ve hayretler içerisinde beni dinliyordu. Her cümlemin ardından mutlaka bir sürü soru soruyordu. En çok ülkeyi, şehri, insanları merak ediyordu. Sabırla ona her şeyi anlatmaya çalışıyordum. Evleri, eşyaları, teknolojiyi, arabaları, Güney Kore'yi...

Ben ilk gördüğüm de nasıl tepkiler veriyorsa aynı öyle tepkiler veriyordu. Şaşkınlıkla ve keyifle dinliyordu. Gördüğüm zamandaki tepkilerimi duydukça kahkahalarla gülüyordu. Taehyung'un beni hatırlamasını, onlarla yaşadığı eve getirmesini ve onunla olan ilk karşılaşmamı...

Detaylıca anlatmıştım ona kendisini. Boyunu, fiziksel özelliklerini, karakterini, sevdiği sevmediği şeyleri, mesleğini... Ne kadar yetenekli olduğunu, ne kadar sevildiğini, ne kadar başarılı olduğunu... Hepsini anlattım. Ben anlattıkça gözlerindeki ışık daha da büyüyordu. Ona gerçek gibi geliyor muydu bilmiyordum ama bunların hepsi gerçekti.

"Şimdi daha iyi anlıyorum. Kraliçe olduğumu, geçmişten geldiğimi hemen anlamıştın. Hemen kabullenmiştin, hiç zorlanmamıştın, hemen alışmıştın bana da sırrıma da... Çünkü ruhunun derinlerinde bir yerlerinde her şeyi biliyordun. Her şeye en yakından şahittin. O yüzden bana o kadar yardım ediyordun, benimle o kadar ilgileniyordun. Şimdi olduğu gibi... O yüzden beni kıskanıyordun, kendini bana bağlı hissediyordun. Şimdi ki ilişkimiz yüüznden..." Sesim hüzünle titrediğinde burnumu çektim ve ellerimle yüzümü kapattım. Her şey daha fazla yerine oturuyordu.

"Sana iyi davrandığım ve sahip çıktığım için çok mutluyum." Derin bir nefes verdi. "Peki, aşık olduğun adam... O kimdi? Nasıl biriydi? Nasıl tanıştınız?"

Yüzümdeki acı kaybolup hafifçe gülümsediğim de onu ne kadar özlediğimi daha net fark etmiştim. Kalbim çırpınırcasına onu istiyordu. Acaba şimdi ne yapıyordu? Dün gece onun kollarında huzurla uyurken, şimdi nasıl olur da burada ondan bu kadar uzakta olurdum.

"Yoongi..." Zorla çıkmıştı sesim. Tebessüm eden kuru dudaklarımı gözlerimden akan yaşlar ıslatmıştı. 

"Onu ilk gördüğüm de koltukta uyuyordu. Ve saçları yeşildi biliyor musun? Evet, çok güzel yeşil yumuşak saçları vardı. Sonra farklı renklerde yaptı tabii. Siyah, gri, sarı, mor... Ben geldiğimde o uyuyordu. Sonra, sonra sen onu uyandırdın. Kalktı... Onun küçük küçük gözleri vardı. Kalktı ve o küçük gözleriyle bana baktı. Jungkook-ah.. Şu an harika bir rüya görüyorum. Karşımda çok güzel bir Kraliçe var dedi." Gözyaşlarım ince ince süzülürken, anıların mutluluğuyla gülümsemem kaybolmuyordu. Hem ağlayarak, hem gülerek, hem de özleyerek anlatmıştım ona hepsini. 

"Ona o gün aşık olacağımı hiç düşünmezdim. Biz ilk başlarda hiç anlaşamazdık, benden nefret ederdi. Bana şey demişti." Onunda gözleri arada doluyor, benden kaçırıyor ve başka yerlere bakınıyordu.

"Senin cezan ben olacağım. Tanrı, cezanı çekmen için seni bana gönderdi. O zamanlar anlamamıştım, inanamıştım meğerse çok haklıymış. Meğerse benim cezam gerçekten oymuş." Başımı sallayarak gülümsedim. Sanki Tanrıya inat gibi...

"Ama ben bu cezayı çok seviyorum. Ben bu cezaya aşığım. Bu cezayı tüm ödüllere tercih ederim." Dudaklarım büzülüp ağlamaya başladığımda kafamı öne eğdim ve eteğimi avucumun içinde sıktım. Çok ses çıkarmadan ağlamaya çalışıyordum ancak bu çok zordu. Hıçkırıklarım içimde kalmak istemeyerek boşaldığında onun aşkıyla acı içinde kıvranıyordum. Onu ölecek kadar çok özlemiştim. 

"Belki...belki o da buradadır. Kang Dae burada, ben buradayım. Belki o da buradadır." Hızlıca kafamı kaldırıp ona baktım.

"Sence bu mümkün olabilir mi?"

"Bu büyük aşkın böyle biteceğine inanmıyorum. Belki yeniden karşına çıkar, belki yeniden karşılaşırsınız?" 

"Belki beni bulmak için peşimden gelir? Belki de çoktan beni aramaya başlamıştır. Belki de dediğin gibi buralardadır."

"Olabilir... İkimizde buradayız, o da burada olabilir."

Gözyaşlarımı silerek ona döndüğümde tüm bedenim umutla kaplanmıştı. Olabilir miydi? Bu zamanda da yaşıyor olabilir miydin Yoongi?

Öyleyse eğer öyleyse... Seni mutlaka bulacağım. Seni mutlaka bulacağım ve sözümü tutacağım. Seni sonsuza kadar seveceğim ama uzaktan değil yan yana... Seni bulacağım sevgilim..

Continue Reading

You'll Also Like

11.4K 1.2K 28
Seul Ulusal Üniversitesi voleybol takımının altın oyuncusu Park Chaeyoung, bir anda anonim bir hesaptan tuhaf mesajlar almaya başlar. ღ texting ve dü...
371K 34.1K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
89.3K 3.6K 30
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...
116K 6K 34
Meleğim olduğunu sandığım kişilerin, siyah kanatlarını saklayan birer şeytan olduğunu öğrendiğimde güvenim milyonlarca parçalara ayrıldı. Peki onları...