KURBAN

By edaatokmakk

5.8M 141K 13.6K

WATTYS 2017 KAZANANI✓✓ "Nefrete KURBAN Edilmiş Bir Aşk, Sizce Galip Gelebilir Mi?" Bir ta... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26 ( YARI FİNAL)
DUYURU!!!
!!!
Güzel Haberim Var!!!!!! 😉😀😂😁😀
Tanıtım Videosu
RÖPORTAJ !!!
> FİNAL'E BİR ADIM KALA<
DUYURU!!!
BEN GELDİM :):):)
KURBAN 2- Bölüm 1
KURBAN 2 -Bölüm 2
KURBAN 2 - Bölüm 3
KURBAN 2 -Bölüm 4
KURBAN 2 -Bölüm 5
KURBAN 2 - Bölüm 6
KURBAN 2 - Bölüm 7
KURBAN 2 - Bölüm 8
KURBAN 2- Bölüm 9
KURBAN 2 -Bölüm 10
KURBAN 2 Bölüm 11
KURBAN 2- Bölüm 12
KURBAN 2 - Bölüm 13
KURBAN 2- Bölüm 14
KURBAN 2 - Bölüm 15
KURBAN 2- Bölüm 16
KURBAN 2- Bölüm 17
KURBAN 2- Bölüm 18
KURBAN 2- Bölüm 19
KURBAN 2 - Bölüm 21
KURBAN 2- Bölüm 22
KURBAN 2 - Bölüm 23
KURBAN 2- Bölüm 24
KURBAN 2-Bölüm 25
KURBAN2-Bölüm 26
KURBAN 2 - Bölüm 27
KURBAN2 - Bölüm 28
KURBAN2 -Bölüm 29
KURBAN 2- Bölüm 30
KURBAN 2 - Bölüm 31 ( Final Öncesi Sessizlik)
KURBAN 2 - Final

KURBAN 2-Bölüm 20

11.4K 535 63
By edaatokmakk

Gökalp'ten...

8 yıl önce...

"Suçluluk duygusu!"

"Suçluluk duygusu mu? Ne yani Rüzgar'ın problemi bu mu? Biraz daha anlayabileceğim şekilde anlatır mısınız doktor hanım?"

"Bakın Gökalp Bey, suçluluk duygusu kişilerin birtakım sebeplerden ötürü bilinçli ya da bilinçsiz olarak kapıldıkları ve kendileriyle ilgili değer yargılarını derinden sarsan ve içten gelen güçlü bir duygudur. Kişi yanlış bir şeyler yaptığını düşündüğü için kendini suçlar, asla kendini affedemez ve bu tecrübeyi geçmişte bırakıp hayatına devam edemez."

Doktorun söylediği her bir kelime daha fazla endişelenmeme sebep oluyordu ama ben dikkatli bir şekilde onu dinlemeye devam ettim.

"Suçluluk duygusu beraberinde mükemmeliyetçilik, kızgınlık duygularını atamama, affedememe, depresif ruh hali, endişe, korku ve daima kontrollü olma ihtiyacı gibi özellikleri de getirir."

Kaşlarımı çatarak, "Ne yani, bunların hepsi Rüzgar'a olacak mı?" diye sorunca doktor derin bir nefes alıp yanıtladı.

"Evet ya da hayır gibi kesin cevaplar veremem size. Şu an Rüzgar'da birkaç tanesini görebiliyorum. Eğer iyi bir tedavi uygularsak durumun iyiye gideceğini garantileyebilirim fakat..."

Doktor bir an susup devam etmeyince endişelenerek, "Fakat ne?" diye sordum.

"Fakat Rüzgar tedaviyi kabul etmiyor. Böyle psikolojik vakalarda öncelikle hastanın iyileşmeyi istemesi gerekiyor. Hatta daha da öncesinde hasta olduğunu kabul etmesi gerekiyor."

"Ama Rüzgar hasta olduğunu da kabul etmiyor öyle değil mi?"

Doktor olumlu anlamda başını sallarken, "Evet." diye fısıldadı.

"Peki ne yapmalıyım? Rüzgar bana emanet. Rahmetli babasının benden istediği son şey çocuklarına göz kulak olmamdı. Ama şimdi elimden bir şey gelmiyor."

"Onu burada tedavi edemeyiz ama siz sürekli onun yanında olursanız ve beni Rüzgar'ın durumu hakkında bilgilendirirseniz sizi yönlendirebilirim."

"Tabii ki hep onun yanında olacağım. Şimdi süreç nasıl olacak, yani Rüzgar'a nasıl yardımcı olabilirim?"

"Bakın, suçluluk duygusu aşılamaz bir engel, yıkılamaz bir duvar olarak düşünüldüğünde depresyona doğru giden dikenli bir yola sokar insanı. Oysa bu duygulardan kurtulmak insanın kendi elindedir ve yapması gereken ilk şey, geçmişi geçmişte bırakmak, kabullenmek, şu an ve şimdiyi yaşamaktır. Size düşen Rüzgar'ın geçmişine sünger çekmesini sağlamak."

"İyi de bunu nasıl yapacağım?"

"Size bunu yapın diyemem. Ama şunu söyleyebilirim, suçluluk duygusunun temelinde hep yaşanan olayların sonucuna odaklanmak yatar. Oysaki bu, başka olayların, kişilerin ve durumların da işin içinde olduğu bir süreçtir. Çünkü hiçbir şey birdenbire, sebepsiz yere ortaya çıkmaz."

Karmakarışık olmuş aklımla öylece kalakaldım. Ne yapmalıyım, nereden başlamalıyım hiç bilmiyorum.

"Hayat bazen yeni bir kapı açmak için eski kapıları kapatır. İnsan karanlıkta ve yapayalnız kaldığını hisseder ama bilmez ki ışık birkaç adım ötesindedir. İhtiyacı olan tek şey o karanlıkta ona yol gösterecek olan biridir ve görüyorum ki Rüzgar öyle birine sahip."

...

"Gitme Deniz, gitme!"

"Karanlıktaydık biz Deniz, Rüzgar da ben de. Ona yol göstermesi gereken kişi benken, ben de yolu kaybettim. Rüzgar'ın yanındayım evet, onu düşünüyorum, koruyorum, onun için endişeleniyorum evet ama ikimiz de kaybolduk. Sonra sen hayatımıza girdin ve ışığınla bize yol gösterdin. Gün geçtikçe Rüzgar'ın nefreti dindi ve o da senin ışığına sığındı. Bunu gördüm, Rüzgar'ın gözlerinde bunu gördüm Deniz!"

Deniz söylediklerimi umursamadan yürümeye devam edince ben de ardından yürümeye başladım.

"Hiçbir kadına sana baktığı gibi bakmadı, hiçbirine sana güldüğü gibi gülmedi. İntikam diyor ya o sadece kendini kandırıyor. Seni sevdiğini kendine itiraf edemiyor!"

Son söylediğim dikkatini çekmiş olmalı ki olduğu yerde durdu.

"O bana tecavüz etti Gökalp! Hiçbir adam sevdiği kadına böyle bir acı yaşatamaz!"

Sesi buz gibi çıkmıştı. İlerledim ve tam karşısına geçtim.

"Hata yaptı ve bunun bedelini çok ağır ödeyecek."

Dümdüz bir ifadeyle bakarak, "Neden onun avukatlığını yapıyorsun söyler misin? Neden karşıma geçip onu savunuyorsun!" diye sordu.

"Onu savunmuyorum Deniz. Sana benimle gelip onun hayatını cehenneme çevirmeni söylüyorum. Ona iyi bir ders ver diyorum, intikamını al diyorum."

"Bunu neden yapayım!"

Sesi tüylerimi ürpertecek kadar yüksek çıkmıştı. Uzanıp kollarından tuttum ve "Çünkü canın yandı biliyorum. Rüzgar öfkesiyle seni yaktı kül etti biliyorum. Ama böyle gitmeni istemiyorum, yıkık dökük bir şekilde değil! Geri dönüp küllerinden yeniden doğmanı istiyorum ve bu defa alevinle sen Rüzgar'ı yak istiyorum." dedim.

Yanaklarından aşağı bir damla akıp gidince yavaşça uzandım ve geride bıraktığı izi sildim. Bu sırada gözlerimiz buluştu. Deniz'in gözlerinde görmeye alışık olmadığım ifadeyi fark edince dehşete kapıldım. Pes etmişlik... Çaresizlik... Umutsuzluk...

Diğer elimi de uzatıp yüzünü ellerim arasına aldım.

"Tanışmanı istediğim biri var!"

"Gökalp bak ben hiç kimseyle falan tanışmak istemiyorum ve o eve de geri dönmeyeceğim."

"Bak sadece tanışmanı istiyorum. Şimdi lütfen benimle gel."

Deniz'in gözlerindeki tereddüttü görünce ısrar edercesine, "Lütfen!" dedim.

Gözlerindeki tereddüt yerini düşünceli bir ifadeye bırakırken, "Peki." dedi.

Deniz'den...

Yol boyunca ikimizden de çıt çıkmadı. Başımı pencereye yasladım ve karanlığı seyretmeye başladım. Nereye gidiyorduk, kiminle tanışacaktım hiçbir fikrim yoktu. Oradan oraya savruluyormuşum gibi hissediyordum. Hiçbir yere ait değilmişim ve rüzgar beni nereye savuruyorsa oraya gidiyormuşum gibi.

Yaklaşık bir saatlik yolculuğun ardından Gökalp arabayı sevimli bir apartmanın önünde durdurup arabadan indi. Ben de onu takip ettim. Merdivenlerden çıkarken sessizliği bozarak, "Nereye geldik, kiminle tanışacağım?" diye sordum.

Gökalp sarı renkte olan ahşap kapının önünde durup zile bastı ve "Sevgilim!" dedi.

"Ne!"

Gökalp'in sevgilisi mi vardı yani? Bunu biz neden bilmiyorduk? Peki ne zamandır böyle bir ilişkisi vardı? Bir anda aklıma o kadar çok soru üşüşmüştü ki hangisini soracağımı bilemedim. Tam konuşmak için niyetlendiğimde kapı açılınca bütün kelimelerimi yutup karşımdaki sevimli kadına baktım.

Evet, onu görünce aklıma ilk gelen kelime kesinlikle sevimli oldu. Kızıl renkli uzun kıvırcık saçları ve bembeyaz bir teni vardı. Neredeyse yüzünün tamamını kaplayan kocaman yeşil gözleri, onu daha da sevimli yapan yuvarlak çerçeveli büyük gözlükleri vardı. Biraz kiloluydu ama bu kesinlikle onu çok daha çekici gösteriyordu. Boyu da aşağı yukarı benimle aynıydı.

Kapıdaki kadın beni şaşırtarak uzandı ve bana sarıldı. Sonra geri çekilip gülümseyerek, "Hoş geldin Deniz." dedi.

Kaşlarımı çatarak, "Beni tanıyor musun?" diye sordum.

Varlığından daha birkaç saniye önce haberim olan bu gizemli kadın beni tanıyor muydu yani?

Mahcup bir ifade takınarak, "Gökalp senden çok bahsetti." dedi.

İmalı ve kurşun gibi saplanacak olan bakışlarımı Gökalp'e çevirerek, "Ama o senden hiç bahsetmedi!" dedim.

Gökalp bakışlarımı görmezden gelip içeri girince ben arkasından bakakaldım. Sevimli kızıl gülümseyerek, "Lütfen içeri gel, seninle tanışmayı çok istiyordum." dedi.

Hiçbir şey söylemeden sessizce içeri girdim. Daha ilk adımda evin farklı havası insanın dikkatini çekiyordu. Sanırım kullanmadığı tek bir renk bile yoktu. Gökkuşağı gibi bir evdi resmen. Dikkatlice etrafa bakındığımı fark edince kendini açıklama yapmak zorunda hissetmiş gibi, "Renklere bayılırım!" dedi.

Fısıldarcasına, "Belli!" derken salon olduğunu düşündüğüm kapıdan içeri girdim. Kızıl hemen, çoktan yerleşmiş olan Gökalp'in yanına geçip oturdu. Gökalp eğilip onu saçlarından öptü ve duyamayacağım bir tonda kızılın kulağına fısıldadı. Bir anda sinirlendiğimi hissettim.

"Neler oluyor? Benim ne işim var burada?" Sesim istemeden biraz yüksek çıkmıştı.

Kızıl hemen karşısındaki koltuğu işaret ederek, "Lütfen otur Deniz." dedi.

Geçip oturdum ve bir açıklama beklercesine onlara baktım. Kızıl oturduğu yerde hafif doğrulup, "Benim adım Ayfer." dedi. Sonra ayağa kalkıp masanın üzerindeki sürahiden bana bir bardak su doldurup getirdi. Hemen önümdeki sehpaya bırakırken devam etti.

"Gökalp'in sevgilisiyim evet ama seninle tanışmak istememin sebebi aynı zamanda Rüzgar'ın da psikoloğu olmam."

Hiçbir şey anlamamıştım. "Rüzgar'ın psikoloğu neden benimle tanışmak ister ki?"

Ayfer, Gökalp'e dönüp, "Canım bize biraz izin verir misin?" diye sorunca Gökalp hızla yerinden kalktı ve onu alnından öpüp, "Yarın görüşürüz." diyerek evden çıktı.

"Karnın aç olmalı, önce bir şeyler yemek ister misin?"

"Hayır, hayır aç değilim. Lütfen hemen konuya gir, aklında neler var öğrenmek istiyorum."

Ayfer gülümseyerek karşımdaki yerine geçip oturdu. "Asıl ben senin aklındakileri öğrenmek istiyorum."

Sessizce ona bakınca konuşmaya devam etti: "Çok zor günler geçirdin, biliyorum. Bana anlatmak ister misin?"

Umursamaz bir tavırla, "Neden, psikologsun diye mi?" diye sordum.

Yine gülümsedi. Ne kadar çok gülüyordu. Tıpkı, tıpkı benim gibi.

"Sen elimde ses kayıt cihazı ya da not defteri görüyor musun?"

Olumsuz anlamda başımı salladım.

"O zaman burada bir doktor yok, seni dinlemek isteyen bir arkadaşın var."

Konuyu değiştirmek istercesine, "Söyler misin, Gökalp'le ne zaman tanıştınız?" diye sordum. Ama Ayfer beni anlayışla karşılayarak sorumu kibarca yanıtladı. "Yaklaşık 8 yıl önce. Rüzgar tedaviyi reddedince aileden birisiyle görüşmem gerekiyordu ve o görevi Gökalp üstlendi."

Saldırırcasına, "Hastanın ailesinden biriyle yakın bir ilişki kurman pek de etik gelmedi bana!" dedim.

Ayfer beni şaşırtarak gülümsedi ve "Aynen öyle!" dedi. "İlk üç yıl sadece Rüzgar için görüştük ama sonra durum biraz değişmeye başladı. Sonra bir gün bakmışız ikimiz de aşık olmuşuz. Aşk bu, nereden geleceğini, nasıl geleceğini bilemezsin! Bunu sen de gayet iyi biliyorsun!"

Bir an donup kaldım. Tamam kabul ediyorum, kendi tuzağıma yine kendim düştüm.

"Bahsettiğin şey Rüzgar'a olan aşkımsa onu çoktan içimden söküp attım."

Ayfer birkaç saniye öylece bana baktı. Gözlerindeki ifadeye bir türlü anlama veremiyordum. Sanki bakışlarıyla bana bir şeyler anlatıyordu.

"Seni anlıyorum. Çok öfkelisin. Çok sevdiğin için çok kırıldın."

Bütün bunları nerden biliyor bu kadın? Gökalp her şeyi anlatmış mı yani?

"Tecavüze uğradım ben! Sonra da beni evden kovdu o aşağılık pislik! Ne sevgisinden bahsediyorsun sen! Karşıma geçmiş saçma sapan aşktan bahsediyorsun. Böyle bir adamı ben artık nasıl seveyim? Beni aylarca kandıran bir adama bir daha nasıl güveneyim!"

O kadar yüksek sesle konuşuyordum ki boğazım acımıştı. Ama bağırmak istiyordum. İçimdekileri kusmak ve rahatlamak istiyordum.

"En başından beri evliliğim kocaman bir yalandan ibaretmiş ve ben bunu bu gece öğrendim. Daha iki gün öncesine kadar o adama deli gibi aşıktım. Ona güveniyordum. Yanında olmak istiyordum, ona sarılmak, varlığımla onu mutlu etmek istiyordum."

Gözyaşlarım akmaya başladığında umursamadan konuşmaya devam ettim: "Sandım ki, sandım ki aşkım onun kalbini yumuşatır. Öfkesi diner ve o da beni sever. Ama yanıldım. Her zamanki gibi yine yanıldım. Gözüme öyle bir perde çekmiş ki düne kadar gerçek yüzünü görememişim."

Ağlamam çok şiddetlenince birkaç saniye kendime izin verdim. Canımı yakan bütün gerçekleri tükürürcesine dışarı atmak istiyordum. Kanlı gözyaşlarım her ne kadar konuşmamı zorlaştırsa da susmayacaktım.

"Sevgiye ve ilgiye aç olduğumu biliyordu ve bu zaaflarımı intikam almak için kullandı. Bana dokundu, beni öptü, sıkı sıkı sardı beni. Bunu söylemeye utanıyorum ama hepsi de çok hoşuma gitti."

Ellerimi yüzüme kapatıp deli gibi ağlamaya başladım.

"Lanet olsun, lanet olsun! Bana dokunmasını istedim, beni öpmesini istedim. Her gece kollarında uyumak istedim. Hatta..."

Daha fazla konuşacak gücüm kalmamıştı. Ama bu sonuncuyu söylemem gerekiyordu çünkü bu, en çok canımı yakandı.

"Hatta onun olmak istedim!"

Ayfer oturduğu yerden hızla kalkıp yanıma geldi ve bana sıkıca sarıldı. Bu dokunuşuyla sinirlerim hepten boşaldı ve ben de ona sarılıp daha da şiddetli ağlamaya başladım.

Ağladım, ağladım, ağladım... İçim dışına çıkana kadar ağladım.

Güçsüz çıkan sesimle fısıldarcasına, "Beni kullandı sonra da bir paçavra gibi kenara fırlattı!" dedim.

Ayfer tek bir kelime bile söylemedi. Sadece bana sıkıca sarıldı ve ağlamama izin verdi.

...

Gözlerimi açtığımda bir an nerede olduğumu anlayamadım ve panikle doğruldum. Birkaç saniyelik afallamanın ardından dün geceyi hatırlayınca yavaşça yataktan kalktım. Evi müthiş bir omlet kokusu sarmıştı ya da ben çok aç olduğum için normal olan bu koku bana fazlasıyla lezzetli geliyordu. Seslerin geldiği tarafa doğru ilerledim. Ayfer kulağında kulaklık dans ederek –yani o komik hareketlerle dans ediyor galiba– kahvaltı hazırlıyordu.

Beni görünce hemen kulaklığı çıkardı ve mahcup bir ifadeyle, "Müziğe ayak uyduruyorum işte." dedi.

Gülümsedim.

Derin bir nefes alıp, "Güzel!" dedi. "Bir an bir daha hiç gülmeyeceksin sandım."

İlerleyip masaya oturdum. O da karşıma geçip oturdu. Fazlasıyla konuşkan biriydi. Resmen kahvaltı boyunca bir saniye bile susmadı. Ama sevimliydi. Konuşması da kendisi kadar sıcak ve samimiydi. Dün gece ona sert davrandığım için kendimi kötü hissettim. Kahvaltımız bitince kahve makinesinde hazır bekleyen kahvelerden iki fincan doldurdu ve "Hadi salona geçelim." dedi.

Sessizce onu takip ettim. Kahvesinden bir yudum alıp sehpanın üzerine bıraktı. Yüzüne ciddi bir ifade yerleştirerek, "Sana anlatmak istediğim birtakım şeyler var." dedi.

Sanki güç almak istercesine elimdeki kupayı sıkıca kavradım. "Dinliyorum seni."

"Rüzgar'la ilk tanıştığımda kazanın üzerinden iki yıl geçmesine rağmen sanki hâlâ o günde yaşıyor gibiydi. Fazlasıyla öfkeliydi ve o kazadan ötürü sadece kendini sorumlu tutuyordu."

"Bir saniye, ne demek kendini sorumlu tutuyor? Onun söylediği tek şey ailemin bir katil olduğu ve bu yüzden Toprak'tan ve benden nefret ettiği."

"Biliyorum Deniz, bu sadece bir savunma mekanizması. Yani Rüzgar bu suçluluk duygusu altında ezilince suçu başka birine atarak kendini rahatlatmak istedi. Bütün öfkesini, nefretini de onlara yönlendirdi."

Başımı iki yana sallarken, "Bu çok saçma!" diye mırıldandım.

"Suçluluk duygusunun ne olduğunu biliyor musun?"

Elimdeki kupayı sehpanın üzerine bırakırken, "Hayır!" dedim.

"Bak, bazı sebeplerden ötürü kişinin kendini suçlu hissetmesi ve bu yüzden de hayatı kendine ve etrafındakilere zehir etmesi. Fazla sinirli, fazla mükemmeliyetçi ve kontrol manyağı olurlar. Her şey istediği gibi olsun isterler. Bunlar sana birilerini hatırlatıyor mu?"

Dudaklarım arasından çıkan söze kendim bile inanamayarak şaşkınlıkla bakakaldım.

"Rüzgar!"

"Aynen öyle ve gün geçtikçe, biz çabaladıkça Rüzgar çok daha kötüye gitti. Sonra bir gün Toprak ortaya çıktı ve sahip olduğu tek kişiyi elinden aldı. Yani Rüzgar öyle düşündü. Toprak'ı araştırdığında onun çarptıkları arabadaki insanların oğlu olduğunu öğrenince işte tam bu sırada Rüzgar bütün suçu karşı tarafa attı. Böylece hem kendi yükünden kurtulacaktı hem de kız kardeşini vermemesi için elinde sağlam bir sebep olacaktı."

Duyduklarımın şokuyla yüzümü buruşturunca Ayfer, "Tabii bütün bunları bilinçsiz bir şekilde yapıyor." dedi.

Hızla ayağa kalktım ve ellerimi saçlarımın arasından geçirdim.

"Bütün bunları bana neden anlatıyorsun?"

"Çünkü cevaplara ihtiyacın var!"

"Bu cevapları bana Rüzgar'ın vermesi gerekiyor, senin değil!"

Ayfer kalkıp yanıma geldi ve "Rüzgar sana bunların hiçbirini anlatamaz çünkü henüz kendine bile itiraf etmiş değil. O kendini affetmedikçe geçmişi onun peşini bırakmayacak ve Rüzgar bu şekilde yaşamaya devam edecek."

"Peki benden ne istiyorsun?"

"O geçmişte sen de varsın Deniz. Bu yüzden onu geçmişe götürüp aslında her şeyin bir kaza olduğunu görmesini sadece sen sağlayabilirsin."

"Yani ona yardım etmemi istiyorsunuz! Yazık, gerçekten çok yazık! Peki ya ben, beni hiç düşündünüz mü? Ne hissederim, o evde nasıl yaşarım hiç düşündünüz mü?"

"Hayır Deniz, sen yanlış anladın..."

Dur dercesine elimi havaya kaldırdım. "Ben anlayacağımı gayet iyi anladım. Sen de Gökalp de beni kurban etmek istiyorsunuz."

Rüzgar'ın bazı psikolojik problemleri olduğunu öğrenmiş olmam onun bana tecavüz ettiği gerçeğini değiştirmiyordu. Bir kadın olarak Ayfer'in beni anlamasını beklerdim ama o sadece bir hastasına yardım etmek istiyordu. Peki ya tedavi sırasında zarar gören ben, neden göz ardı ediliyordum?

"Deniz, nasıl böyle düşündüğümüzü söylersin? Beni gerçekten çok üzdün."

"Emin ol benim kadar üzülen yok bu hikâyede! Her şey için teşekkürler!" deyip kapıya doğru ilerlediğimde kolumdan tutarak beni durdurdu.

"Benim söylemeye çalıştığım ikinizin de birbirinize ihtiyacı olduğu. Onu seviyorsun ve henüz itiraf etmemiş olsa da o da seni seviyor. Kader aynı anda sizi yaraladı ve yıllar sonra o yaralarınızı sarmanız için sizi tekrar bir araya getirdi."

Kollumu yavaşça çektim ve hiçbir şey söylemeden kapıya ilerledim. Ayfer ardımdan seslense de durmayacaktım, artık onu daha fazla dinlemek istemiyordum. Kapıyı açtığımda Gökalp de tam zile basmak üzereydi. Beni karşısında görünce şaşkın bir ifadeyle, "Günaydın ufaklık." dedi.

Hızlıca, "Günaydın!" deyip merdivenlerden inmeye başladım.

Gökalp de hemen ardımdan beni takip etti.

"Hey bekle biraz, neler oluyor?"

Onu duymazlıktan gelerek ilerlemeye devam ettim. Apartmanın dışına çıktığımda bana yetişerek önüme geçti.

"Kızım neler oluyor anlatsana!"

Geçmek için sağa adım atınca beni engellemek için o da adım attı. Sinirli bir ifadeyle ona bakarak, "Git sevgilinden dinle!" diye bağırdım. Bu defa sola adım attım ama Gökalp yine beni durdurdu.

"Tamam sakin ol! Bir şey sormayacağım. Sadece seni evine bırakmak istiyorum."

Durup birkaç saniye ona baktım. "Geri dön diye ısrar etmeyecek misin?"

Gökalp olumsuz anlamda başını sallarken, "Hayır, kararına saygı duyuyorum ve eğer dün üzerine çok geldiysem de affedersin."

Ne söyleyeceğimi bilemedim ve şaşkın bir halde ona baktım. "Şimdi gidelim mi?" diye sorduğunda başımı olumlu anlamda sallayıp arabaya ilerledim.

Bir hikâyenin son sayfalarındaydık şimdi. Araba hızla ilerlerken ben de son satırlara doğru kayıyordum. Hayat benim hikâyemi de olumsuz bir sona bağlamıştı işte. Bana da kabullenip son noktaya kadar çırpınmak düşüyordu.

Gerçekten de böyle mi bitecekti? Cam fanusun içinde kaldığım onca günlerden sonra artık daha fazla nefes alamayacağımı anladığım andı şu an. Ruhun yaralandığı ve inzivaya çekildiği, geride sadece bomboş bir beden bıraktığı andı.

İçimdeki acıyı her gün büyütecek ama bunu kimselere belli etmeyecektim. Bundan sonraki hayatım sadece bu birkaç ay içinde yaşadıklarımı tekrar tekrar düşünmekle geçecekti ve ben her gün nasıl da kandım diyerek kendimden nefret edecektim.

Hakaretler, aşağılanmalar ve bunların ötesinde kanayan bir kalp... Bütün bunları yanımda götürecektim. Peki ya Rüzgar? O, zaferinin verdiği mutlulukla sarhoş olmuşken, hayatımı hiç düşünmeden harcamışken ve kalbimi hiç çekinmeden paramparça etmişken ben acı mı çekecektim! Nefes almak istercesine camı indirdim. Gözlerim bir an aynadaki yansımama takıldı. Birkaç saniye boynumdaki yara izine baktım.

O birkaç saniyede aklımda Rüzgar'ın kolyeyi boynuma takışı ardından kulağıma fısıldadığı kelimeler ve sonra da benim itirafım dolanıp durdu.

"Seni seviyorum Rüzgar!"

"Seni seviyorum Rüzgar!"

"Seni seviyorum Rüzgar!"

Demek son aşaman benim bu sözlerimle başarıyla sonlandı ha! Demek intikamın benim itirafımla taçlandı! Sana asla o tacı taktırmayacağım Rüzgar! Seni kendi karanlığına hapsedeceğim. Geçmişin tüm gerçeklerini yüzüne bir tokat gibi çarpıp seni vicdanınla yüzleştireceğim. Yıllarca katil diye suçladığın ailemin masumiyeti ve bana zorla sahip olduğun gecenin laneti, seni cayır cayır yakacak!

O gün gelince ben de sana, "Bunu hak etmediğini söyleme!" demek için orada olacağım.

"Geri dön!"

Gökalp duyduğuna inanamayarak, "Efendim?" deyince tekrarladım: "Geri dön!"

Gökalp acı bir frenle arabayı durdurup bana baktı.

"Ne yani, teklifimi kabul mu ediyorsun?"

"Aynen! Şimdi vazgeçmeden geri dön!"

Gökalp birkaç saniye tereddüt edercesine bana bakınca, "Ne! İstediğin bu değil miydi?" diye sordum.

"Senin ne istediğin önemli!"

Gözlerimi ona çevirdim ve sadece içimdeki öfkeyi dinleyerek cevap verdim.

"İntikam!"

Yeliz'den...

Saat neredeyse 11'e geliyordu ama Rüzgar Bey hâlâ aşağı inmemişti. Dün, Deniz Hanım'ı gönderdikten sonra bütün gece odasında içmişti.

"Sen daha çok içersin Rüzgar!"

Deniz Hanım gibi birine nasıl bu kadar kötülük yapabildin bir türlü aklım almıyor. Sen böyle bir insan değilsin, neden böyle davranıyorsun be adam!

Birkaç dakika daha kendi kendime söylenerek oturduktan sonra Rüzgar Bey'i merak edince yukarı çıkmaya karar verdim. Kapısını yavaşça tıklattım ama içeriden ses gelmedi. Bu defa yavaşça kapıyı açtım. Rüzgar Bey yatağında değildi. İçeri girip etrafa göz gezdirirken, "Sanırım banyoda." diye içimden geçirdim.

Ama banyodan hiç ses gelmiyordu. Gidip kapıyı tıkattım ve "Rüzgar Bey?" diye seslendim. Cevap gelmeyince kapıyı açtım. Burada da yoktu.

Nereye gitti bu adam? Dışarı çıktığını da hiç görmedim ki.

Odadan çıkıp tam aşağı inecekken durup yukarıya baktım. Aklıma gelen düşünceye, "Yok artık!" diye biraz yüksekçe bir tepki verince öğrenmek için üst kata çıktım. Kapı aralıktı. Biraz ittirip içeriye göz attığımda dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.

Rüzgar Bey, Deniz Hanım'ın yatağında uyuyordu.

Dün kadını yaka paça evden attıktan sonra bu yaptığın da ne şimdi Rüzgar! Daha şimdiden onu özlüyorsun. Şimdilik kokusu sinmiş o yastığa başını gömüp uyudun, peki ya sonra o koku gidince ne yapacaksın?

Derin bir iç çekip, "Sen bu şekilde nasıl yaşayacaksın!" diye fısıldadım.

Sonra da onu teselli aradığı o odada yalnız bırakıp çıktım.

Continue Reading

You'll Also Like

174K 7K 108
Gururuyla Sevdiği Kadının Ölümüne Sebep Olan Bir Adam Tekrar Sevebilir Mi? Tahir Lia'ya aşık oldu ama Nefes'i sevdi.
69.6K 349 4
Hazel başını adamın omzundan ayırdı. Gözlerine bakıyordu. - Söyle bakalım Ali Aşiroğlu, beni ne kadar seviyorsun? Ali bir an sustu. Biliyordu, ne des...
1.9M 141K 55
"Bırak beni, bunu yapamam Rizgar! Sana bu kötülüğü yapamam, sevmediğin biriyle evlenmene göz yumamam!" Genç adam öfkeyle duvara vurdu. "Başka çaremi...
1.2K 333 28
İnstagram hesabı: yakamoz_sevdasi Soğuk duvarlar arasında başlayan hikayemiz yeni geldiğimiz bu sıcak mahallede devam ediyordu. Kendi kurduğumuz k...