Mavinin Maviyle Buluştuğu Çiz...

By Bayanperest

1.6M 87.4K 25.6K

Öğrenciliği ve garsonluğu eş güdümlü olarak yürütmeye çalışan Nazlı, kendi halinde tek başına yaşayıp giden b... More

I.
II.
III.
IV.
V.
VI.
VII.
VIII.
IX.
X.
XI.
XII.
XIII.
XIV.
XV.
XVI.
XVII.
XVIII.
XIX.
XX.
XXI.
XXII.
XXIV.
XXV.
XXVI.
XXVII.
XXVIII.
XXIX.
XXX.
XXXI.
xxxıı.
XXXIII.
XXXIV.
XXXV.
XXXVI.
XXXVII.
XXXVIII.
XXXIX.
Karanlıktan Korkan Adamın Hikayesi
XL.
XLI.
XLII.
XLIII.
XLIV.
XLV.
XLVI.
XLVII.
XLVIII.
XLIX.
L.
FİNAL
ÖZEL BÖLÜM/I.
ÖZEL BÖLÜM/YARIM KESİT/TEŞEKKÜR DUYURUSU
ÖZEL BÖLÜM/II.

XXIII.

29.5K 1.6K 713
By Bayanperest

  Tüm gece Engin'le çene çalmaktan uyumaya ancak iki saat vakit bulabilmiştim. Açıkçası Engin ile sabahlamayı özlemiştim ve bana çok iyi gelmişti. Birlikte sabah dörde kadar her şey hakkında muhabbet etmiştik. Hatta bir ara kafayı iyice bozup Engin'in instagram hesabında canlı yayın açmış ve Tufan'ın da fake hesabıyla katıldığı dört kişiyle saçma sapan eğlenmiştik. İki saatlik uykuyla, Engin uyurken saçlarına bir öpücük kondurdum ve hazırlanıp evden çıktım. Gün ışığına dair tek bir iz bile olmayan sokakta tırsa tırsa yürüyerek otobüse atladım ve İstanbul'a doğan güneşi otobüs penceresinden izledim.

İçimde yepyeni bir şey yapacak olmanın verdiği heyecan ile yerimde duramıyordum. Eğer adım Tufan ile manşetlere çıkmasaydı, Kemal Bey beni Onat'ın kiracısı olarak bilecekti ve bu sabah Onat yola çıkarken ben evde yapayalnız kalacaktım. En başında, Onat karşıma çıkmasaydı hayatımın nasıl ilerleyeceğini bilmiyordum. Onunla tanışana kadar dümdüz bir rutine sahip, kendi halinde işten okula, okuldan işe giden biriydim. Onat ile tanışmamdan sonra ise hayatımda pek çok şey değişmişti. Sayesinde güzel insanlarla tanışmıştım. Yeni ve güzel anılar edinmiştim. Şimdi ise içim içime sığmıyordu. Acaba uçağa binmek nasıl bir şeydi? Hayatımda hiç uçağa binmemiştim. Açıkçası benim için fazla lükstü ve pek fazla şehir görme imkanım da olmamıştı. Benim için ilklerin yolculuğu olacaktı.

Binanın olduğu sokağa kadar tüm bu düşünceler zihnimi meşgul ediyordu. Ta ki, sokakta Filiz Teyze ve Onat'ın yan yana durup konuştuğunu görene kadar. Adımlarımı hızlandırdım ve sokağın diğer ucundan binanın önüne yaklaşmakta olan taksiyi gördüm. Filiz Teyze taksi ile mi gidecekti?

"Filiz Teyze!" diye seslendim onlara doğru koşturarak. Filiz Teyze, beni gördüğünde gülümseyerek kollarını açtı ve yavaşlayıp açtığı kollarına atıldım. "Hemen mi gidiyorsun?"

"Biletimi sekize aldım mein leben," dedi Filiz Teyze geri çekilip sevgiyle yüzüme bakarak. "Bana yetiştin."

"Seni görmeden gitmene izin vermezdim."

Eğilerek yanağına bir öpücük kondurdum. Güzeller güzeli yüzü inceden hüzünle kaplanmıştı. "Kendinize iyi bakın ve güzelce eğlenin," dedi gülümseyerek.

"Sen hiç merak etme teyzem, asıl sen eğlenmene bak. Geri dönüşün için şimdiden plan yaptım."

Filiz Teyze baş parmağını kaldırdı ve Onat'a dönüp ona da sıkıca sarıldı. Biraz geri çekilip birbirine sarılan teyze ve yeğeni izledim. Onat sessizdi ve yüzünden pek bir şey belli olmuyordu fakat üzüldüğünü biliyordum. Birlikte tıpkı anne ve oğul gibi görünüyorlardı.

"Hadi, hadi siz girin artık," dedi Filiz Teyze el bavulunu yerden alarak.

"Keşke bırakmama izin verseydin," diyen Onat'ın yüzünden düşen bin parçaydı.

"Sizin daha yetişmeniz gereken bir yer var," dedi Filiz Teyze taksinin arka koltuğuna binerken. "Tschüss bir tanelerim!"

Yolcu kapısını kapattı ve taksi hareket ederken bize el salladı. Aynı şekilde ben de ona kocaman gülümseyerek el salladım ve taksi sokağın sonunda kaybolduğunda derin bir nefes alıp arkama döndüm. Onat sesizce sokağın sonuna doğru bakıyordu. Ardından bakışlarını bana çevirdi. "Biz de hazırlanıp çıkalım."

Birlikte eve çıkıp hazırlanmaya başladık. Yolculuk faslı uzun sürecekti, bu yüzden üzerime rahat bir şeyler giymeyi uygun görmüştüm. Siyah bir tayt ile bol ve uzun kapüşonlumda karar kılıp saçlarımı tepemde topuz yaptım. Kalacağımız yere gittiğimde üzerimi tekrar değiştirmeyi düşünüyordum. Tamamen hazırlandığımda, odamdan çıktım ve salonda telefonuyla ilgilenerek beni bekleyen Onat'a bir göz attım. Siyah bir eşofman altı ile beyaz kapüşonlu giymişti. Bu haliyle bile inanılmaz çekici görünüyordu.

Gitmeye hazır bir şekilde evden çıkarken hiç konuşmuyorduk fakat benim bunun için bahanem midemdeki heyecan kelebekleriydi. İstanbul'dan uzaklaşacağıma inanamıyordum. O kadar uzun süredir şehrin içine hapsolmuştum ki, başka şehirlerin varlığını bile unutmuştum. Onat'ın arabasının yolcu koltuğuna yerleştim ve Onat arabayı çalıştırmadan önce dönüp bana baktı.

"Kahvaltı ettin mi?"

Başımı iki yana salladım. Uykumdan bile zor uyanmıştım. Kahvaltı edecek vakit bulamamıştım. Hem midemdeki bu heyecan ile bir şey yiyebilecek miydim bilmiyordum.

Onat arka koltuğa koyduğu büyükçe spor çantasına uzandı ve fermuarını açarak içinden bir poşet çıkardı. Poşetin içinde, özenle hazırlanmış iki tane sandviç vardı. "Ye," dedi bir tanesini bana uzatarak.

"Benim için mi hazırladın?" diye sordum gülümsememe engel olamayarak.

"Yolda yeriz diye düşünmüştüm," diyerek omuz silkti ve arabayı çalıştırdı. Bu düşünceliliği karşısında mutlu olmuştum. Sandviçi tam benim sevdiğim malzemelerle hazırlamıştı. Bunun karşısında mutluluğum ikiye katlanmıştı.

Birlikte havaalanına yola koyulduğumuzda, uzanarak müzik sistemini açtım ve Onat'ın en son dinlediği şarkı arabanın içine doğru süzüldü. Bu şarkıyı biliyordum, Aerosmith'in, I don't want to miss a think şarkısıydı. Başımı kaldırıp Onat'a baktım ve o da bana çevirdi gözlerini.

Uyanık kalabilirdim, sadece nefesini duymak için

Gülümseyişini izlemek için, sen uyurken

Sen çok uzaklarda rüya görürken

Ömrümü harcayabilirdim bu tatlı teslim oluşta

Sonsuza dek bu anda kaybolabilirdim

Seninle harcadığım her an

Çok kıymet verdiğim anlardır

Onat boğazını temizleyerek bakışlarını tekrar yola çevirdi. Şarkının çok hüzünlü bir havası vardı ama sözleri çok güzeldi, bu yüzden gözlerimi kapatıp başımı koltuğa yaslayarak kendimi adeta teslim ettim. Bu şarkının hemen ardından, rock klasikleri peşi sıra çalmaya devam edtmişti. Onat'ın müzik zevki gerçekten harikaydı ve bilmediğim çok hoş parçalar da öğrenmiştim bu sayede. Tıpkı benim gibi Bon Jovi'yi çok seviyor olmalıydı çünkü peş peşe Bon Jovi parçaları sıralanmıştı. Kendimi şarkılara eşlik etmekten alıkoyamamıştım. Özellikle okula gidiş yolunda o kadar dinlemiştim ki bu parçaları, hepsini ezberlemiştim.

Onat benimle birlikte şarkıya sesli bir şekilde eşlik etmese de, ara sıra kafasını sallıyordu ve parmakları ile direksiyonda ritim tutuyordu. Kızmayacağını bilsem bu anını videoya almak isterdim çünkü çok sevimli görünüyordu.

"Uçakta yanımda sen mi oturacaksın?" diye sordum havaalanına iyie yaklaştığımızda.

"Sen, ben ve Ulaş."

"Ulaş kim?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak.

"Stajyerimiz."

Onat ile yalnız oturmayacağımıza biraz üzülmüştüm. Çünkü uçağa ilk kez bindiğim için korkup korkmayacağımı bilmiyordum. Bu halime bir başkasının tanık olmasını istemiyordum. Hem doyasıya gökyüzünü izlemeyi planlıyordum, umarım cam kenarını kimse kapmazdı.

Havaalanına vardığımızda, uçağın kalkışına bir saat civarı kalmıştı. Onat ile arabadan indiğimizde, şehir merkezindeki hakim rüzgarın iki katına maruz kalarak kapüşonumu başıma geçirdim. Onat aceleci davranıyordu bu yüzden bir yandan da onun hızına ayak uydurmaya çalışıyordum. Elimde uçak bileti yoktu. Onat, Kemal Bey'in ayırttığını söylemişti. Sanırım şimdi parasını beraber ödeyecektik. Birlikte bilet işlemlerini halletmek üzere sıraya girdik ve çantalarımızı teslim ettikten sonra kimse bizden ücret almadan bileti öylece uzattı. Saf saf bir elimdeki bilete, bir Onat'a baktım.

"Ücret ödendi," dedi Onat ayakta dikilmemem için beni kolumdan çekerek sıradan çıkarırken.

"Nasıl ödendi?" diye sordum kaşlarımı çatarak.

"Şirket tarafından."

Onat ile kontrol kapısına yürürken, bu durum beni bir miktar düşündürmüştü. Acaba insanlara fazladan yük mü olmuştum? Sonuçta uçak bileti ucuz bir şey değildi ve ben tamamen sürpriz yumurtadan çıkmıştım. Bu bilet parasını karşılamam gerekiyodu. Bu insanlar büroda çalıştığı için kaçamağı hak ediyorlardı, oysa ben keyfi gidiyordum onlarla.

"Onat," diye fısıldadım ona yaklaşarak. "Ben doğrudan Kemal Bey'e veremem ama parayı sana versem, sen benden iletsen olur mu?"

Onat adımlarını yavaşlatarak durdu ve bana tepeden yan gözlerle baktı. "Ne saçmalıyorsun?"

"Ne kadar kabasın!" dedim kollarımı göğsümde kavuşturarak. "Biletimin hepinizin parasıyla alınacağını bilmiyordum."

Onat birkaç saniye yüzüme baktı ve "Nazlı, yorma be güzelim," diyerek beni olduğum yerde bırakıp yürümeye devam etti. Olduğum yerde şok geçirerek Onat'ın sırtına bakakaldım. Güzelim? Onat bana güzelim mi demişti? Acaba yanlışlıkla mı ağzından çıkmıştı? Gözlerimi kırpıştırarak, benden hızla uzaklaşmakta olan Onat'a yetişebilmek için koştururken yanaklarım yanmaya başlamıştı. Onat bana güzelim demişti.

Kelimenin etkisinden tam manasıyla çıkamadan, kontrol noktasından geçmek için tekrar sıraya geçmiştik. Yanaklarımda oluşan kızarıklığı görmemesi için Onat'ın arkasına geçtim ve sırtının arkasına saklandım. Bu şekilde kendimi daha rahat hissediyordum. Havaalanı sabah erken saatler olmasına rağmen epey kalabalıktı ve cihazdan geçen insanların arasında, bekleme salonuna geçtiğimizde Kemal Bey ile birkaç kişinin koltuklarda oturduğunu görmüştük. Yanında oturan ellili yaşlardaki kadın zannımca eşiydi. Kahverengi kıpkıvırcık saçlara sahipti ve çok alımlı bir kadındı. Kemal Bey, bizi gördüğünde konuşmasına ara verdi ve ayağa kalkarak kollarını havaya kaldırdı.

"Kimler gelmiş böyle," dedi Onat'a kısaca sarıldıktan sonra bana dönerek. "Nazlı, seni gördüğüme çok sevindim."

Kemal Bey'in sarılışına sıcak bir karşılık verdim ve geri çekilerek eşine gülümseyerek baktım. "Merhaba, ben Nazlı," dedim elimi uzatarak. Kadın soğuk bir gülümsemeyle benimle tokalaşırken, bir an tavrı karşısında afallamıştım. Bu nedenle üzerime çöken utangaçlık hissiyle, tanıştırıldığım diğer üç kişiye yalnızca gülümsemekle yetinmiştim. Bu üç kişinin üçü de, erkekti. Bir tanesi benim yaşlarımda gözüküyordu, diğer ikisi ise otuzlarında olmalıydı.

"Ben Ulaş," dedi hepsinden daha sıcakkanlı olan adam bana nazikçe selam verdikten sonra.

"Memnun oldum Ulaş," derken bu nezaketi karşısında gülümsedim. Bizimle oturacak stajyerin bu adam oluşu gevşememe sebep olmuştu. Hemen yanımda bulunan Onat, oturmam için koltuklardan birini işaret etti ve onu ikiletmeden koltuğa çöktüm. İsimlerinin Çağın ve Osman olduğunu öğrendiğim diğer iki adam kendi arasında konuşmaya dalmıştı.

"Ah, Yasemin'de geldi," dedi Kemal Bey'in eşi Leyla Hanım oturduğu yerden kalkıp gülümseyerek. Benim aksime, Yasemin'i oldukça sıcakkanlı bir tavırla sarılarak karşıladığını gördüğümde yanağımın içini dişledim. Acaba bu kadının bana soğuk davranması beni tanımayışından ötürü müydü? Görünüşe göre bu kafile arasında üç kadındık ve şimdiden diğer ikisi tarafından dışlanmış gibi görünüyordum, çünkü Leyla Hanım, Yasemin'i yanına oturtarak onunla sohbete dalmıştı bile.

Bir süre, kimse ile diyaloğa girmeden havaalanındaki insanları izledim. Buraya kadar geldiğimize göre, bir aksilik çıkma korkusunu içimden atmaya başlayabilirdim. Çünkü bir şekilde hala inanasım gelmiyordu gittiğime.

Cebimdeki uçak biletini çıkardım ve sevgiyle baktım. Bu bileti sonsuza kadar saklamayı düşünüyordum. Muhtemelen önümüzdeki zaman beni Onat ve onun çevresinden kopardığında bile, bu bilete bakarak bu günü hatırlayacaktım.

Uçağın kalkış saati yaklaştığında, toplamda sekiz kişi peş peşe sıralandık ve heyecanımın midemden boğazıma kadar çıktığını hissettim. Benim dışımda herkes, son derece sıradan bir şey yapıyormuş gibi görünüyordu, oysa ben heyecanımı saklamaya çalışırken bile heyecanlı görünüyor olmalıydım. Onat bunu fark etmiş olacak ki, bana gözünün ucuyla baktı ve "Ne oldu?"diye mırıldandı.

"Hiç," dedim buz gibi ellerimi yanaklarıma bastırarak.

Uçağın içine girip koltuklarımızı aramaya koyulduğumuzda, kalbim küt küt çarpıyordu. Ya bayılırsam? Ya ben aslında uçak korkusu olan biriysem ve bunu şimdi öğrenirsem? Gerginliğim git gide artarken, arkamda beni takip eden Onat kolumu tutarak beni durdurdu ve dudaklarını kulağıma yaklaştırdı.

"İlk defa mı biniyorsun?"

"Çok mu belli ediyorum?"

Onat'ın dudağının ucu yukarı doğru kıvrıldığında, bu halimle eğlendiğini fark etmiştim. Açıkçası bu vicdansızlıktı. Eğer o böyle bir heyecanın içinde olsa, yapacağım ilk şey onu rahatlatmaya çalışmak olurdu. Koltuklarımızı bulduğumuzda, Onat hiç beklemeden önüme geçerek pencere kenarındaki koltuğa kurulurken dudağımı büzerek oturuşunu izledim. Madem ilk defa bindiğimi öğrenmişti, neden bana dışarıyı izleme fırsatı vermiyordu ki?

"Ben ortada mı oturacağım?" diye sordum yan yana bulunan üç koltuğa bakarak. Ulaş'da arkamızdan gelerek, benim arkamda durup beklemeye başlamıştı.

"İstersen koridor tarafında otur," dedi Onat pencereden dışarıyı izlerken.

"Pencere kenarında ben otursam?"

"Mümkün değil," diyerek omuz silkti. "Midem bulanır."

Derin bir nefes aldım ve arkamda durup bekleyen Ulaş'a bakarak ortaya oturmaya karar verdim. En azından ucundan gökyüzünü izleme şansı yakalayabilirdim böylece. Ulaş ise koridora bakan koltuğa, yanıma oturmuştu. Heyecandan titreyen ellerimi kucağımda birleştirdim.

"Ne zaman kalkacak bu uçak?" diye sordum etrafıma bakınırken.

"Henüz kalkmasına var," dedi Ulaş bana gülümseyerek. "Uçağın kalkışı ve inişi daima uçuş süresinden daha uzun sürer."

"Yaa, teşekkür ederim," dedim ben de ona gülümseyerek.

Onat başını bize çevirip bir süre ikimize dümdüz bakarken, ona sinir olduğum için kollarımı göğsümde kavuşturdum ve başımı diğer tarafa çevirdim. Bir süre sonra, uçağın içinde bize ne yapmamız gerektiğini anlatan talimatlar verilmeye başlanmıştı. Her şeyi can kulağıyla dinleyip, emniyet kemerimi bağlamaya giriştiğimde, bunu yapan tek kişinin ben olması enteresandı. Kimsenin emniyet umurunda değilmiş gibi görünüyordu. Eh, benim umurumdaydı.

"Ne kadar heyecanlı görünüyorsun," dedi Ulaş arkasına yaslanıp kafasını bana doğru çevirerek. Sarıya dönük uzun saçları yüzüne düşmüştü. "Aviofobik misin?"

"Aviya ne?"

Ulaş kısa bir kahkaha attı ve "Uçuş korkusu," diye açıkladı.

Kendimi aptal gibi hissederek onu başımla onayladım. İlk defa duyuyordum, dediği şeyden bende olup olmadığını bilmiyordum fakat daha fazla saçmalamamak için sessiz kalmayı tercih etmiştim. Dakikalar geçtikçe, heyecanım azalmak yerine daha da fazla artıyordu. Öyle ki, kalp atışlarımı önümüzdeki sırada oturanlar bile duyuyormuş gibi geliyordu bana. Buz kesen ellerimi bacaklarımın arasına koydum ve sabırla uçağın kalkmasını dilemeye başladım.

"Açıklanan son istatistiğe göre uçak kazası yaşama ihtimali 2 milyonda bir," diye mırıldandı Onat, sanki gündelik bir şeyden bahsediyormuş gibi.

"Ne?"

"Farzı misal bu kazalardan birine denk geldik, bu durumda ölme ihtimalimiz ise %5," diye devam etti beni duymazdan gelerek.

"Nesin sen tüik mi?" diye sordum gözlerimi devirerek.

Onat bana ters ters bakmayı ihmal etmeyerek homurdanırken, uçağın motoru bir anda çalıştı ve sıçradım. Çaresizce ısıtmaya çalıştığım ellerim refleksle koltukların kenarına yapışmışlardı. Uçak bir dakika daha bu şekilde bekledikten sonra yavaş yavaş, tıpkı bir arabaymış gibi yolun üzerinde ilerlemeye başladı. Beklediğim kadar hızlı değildi, bu halde nasıl havalanacağını merak ediyordum. Onat ise pencereden dışarı bakmayı bırakmış, meraklı gözlerini bana çevirmişti. Sanki bir gösteri izliyordu. Ona eğleneceği bir malzeme vermemeye kararlıyken, uçak hızını arttırmaya başladı ve tırnaklarımı koltuğa iyice geçirdim.

"Hey," dedi yanımdaki Ulaş bana doğru eğilerek. "Tırnaklarını kıracaksın, rahatlamaya çalış. İstersen kolumu tutabilirsin."

Koltuğun kenarına yapışan elimi işaret etti ve kaygıyla yüzünü buruşturdu. Ona telaşlı gözlerle bakarken, diğer yanımda varlığını birkaç saniyeliğine unuttuğum Onat'ın sıcacık eli, sol elimin parmaklarını koltuğun kenarından çözdü ve kendi avucunun içerisine aldı. Yutkunarak başımı ondan tarafa çevirdim. Yüzünde düşündüğü şeyi açık edecek tek bir mimik dahi yoktu, bakışları ise Ulaş'a yönelikti.

Hislerim bir süre havada asılı kalırken, uçağın tekerleklerinin yerle ilişiğinin kesildiğini fark ettim ve gözlerimi sımsıkı yumdum. İşte havalanıyorduk. Uçağın an be an, yukarı yönlü hareketini karnımın içine kadar hissedebiliyordum. Bu hissi ancak bir lunaparktaymışım gibi tanımlayabilirdim. Gondola bindiğinizde, içinizden ılık ılık bir şeyler akar ve tüm mideniz ağzınıza düğümlenir ya, işte öyle bir şeydi. Ya da arabayla hızla giderken bir rampadan atlamak gibi. Ve... Düşündüğüm gibi korkutucu olmaktan ziyade zevkliydi.

Gözlerim titreşerek açıldığında, nefes nefese önümdeki koltukla bakıştım ve daha fazla sarsılmadığımızı fark ettim. Hatta öyle ki, sanki evde koltukta oturmak kadar normaldi şu anda her şey. Onat'ın parmaklarına sıkıca sardığım parmaklarım, gevşeyerek avucuna yığılırken kendi kendime bir anda gülmeye başladım. Gerçekten bu kadar mıydı?

"Korktuğum gibi değilmiş!" dedim kahkahalarımın arasında Onat'a bakarak. "Aşırı zevkliymiş hatta."

Onat hafif bir şaşkınlıkla beni izlerken, diğer yanımda Ulaş'ın da benimle birlikte güldüğünü duymuştum.

"Demek ki aviofobik değilmişsin," dedi az önceki konuşmamızı hatırlatarak.

"Değilmişim," diyerek onu onayladım ve gülümsedim.

Hala Onat'ın avucunun arasında duran elimi nazikçe çektim ve arkama yaslandım. İçimdeki gerginliğin büyük bir kısmını üzerimden attığım için tüm uzuvlarım bir anda kocaman bir yükün altından kurtulmuştu sanki. Şimdi oturduğum koltuğun izin verdiği ölçüde gökyüzünü izleyebilirdim işte. Pencereler oldukça küçüktü fakat yanından geçmeye devam ettiğimiz bulutları bu kadar yakından görmek harika bir deneyimdi. Acaba daha iyi görebilmek için başımı Onat'tan tarafa uzatsam ne olurdu? Sonuç olarak buradaki herkes bizim sevgili olduğumuzu sanıyordu ve yanımızda Ulaş varken Onat bana bu hareketimden ötürü söylenemezdi.

Bu fikrimi eyleme geçirmek için çok hızlı bir karar aldım ve başımı izinsizce Onat'ın kişisel alanına doğru uzattım. Onat bu hareketim karşısında vücunu refleks olarak geriye, koltuğa doğru iterken bunu görmemiş gibi davrandım. Bunu yaptığıma değmişti çünkü yakından manzara kesinlikle daha iyi görünüyordu. Hala yeryüzünü tam olarak göremesem de, renginin katman katman açıldığı gökyüzünü izlemek bile yetmişti.

"Bu bulutlara ne deniyor?" diye sordum, parmağımla kast ettiğim bulutları işaret ederken Onat'a doğru dönerek. Ve bu sayede yüzünün yüzüme çok yakın bir mesafede olduğunu fark ettim. Bu kadar yakından, Onat'ın laciverte dönük gözleri gökyüzüyle oldukça uyumlu görünüyordu.

Onat boğazını temizledi ve gösterdiğim bulutlara bakarak, "Altokümülüs gibi görünüyorlar," diye mırıldandı.

"Ya!" dedim yeni bir bilgi öğrenmenin heyecanıyla. "Ne çok şey biliyorsun."

"Daha ne kadar böyle durmaya devam edeceğiz?" diye sordu gergin bir sesle. Ona seni oradan yıldırıp kaldırana kadar dememek için dudaklarımı birbirine bastırdım ve el mecbur geri koltuğuma yaslanmak zorunda kaldım. Olsun, en azından görmüştüm.

Onat bir süre sessiz kalıp pencereden dışarıyı izledikten sonra sonunda pes etmiş gibi bir homurtu çıkardı ve "Geç," dedi koltuk boşluğunun izin verdiği ölçüde ayağa kalkarak. Şaşkınlıkla huysuz suratına baktıktan sonra gülümsemem tüm yüzüme yayılmaya başladı. Gerçekten cam kenarına oturmama izin veriyordu şu anda!

Hemen oturduğum yerden yan koltuğa sıyrılmak üzere harekete geçtim ve biraz zorlansak da, birkaç saniyenin sonunda Onat ile yer değiştirmiş vaziyetteydik. Onat oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi kafasını koltuğa yaslayıp gözlerini kapatırken ben onun oyuncağını alan çocuk alarak sevincimi içimde yaşıyordum.

*

Uçakla Dalaman havaalanına indiğimizde, neden Antalya Havaalanı'nda olmadığımızı anlamam biraz zaman almıştı. Çünkü gitiğimiz yerin Kalkan olduğunu bilmiyordum ve Antalya'nın Kalkan ilçesi, Antalya Havaalanı'ndan çok Muğla Havaalanı'na daha yakın mesafede bulunuyordu. Bilete bakarken, Dalaman'ı Antalya'ya bağlı bir ilçe sandığım için kendimden utanıyordum. Coğrafya bilgim bölgelerden ibaretti. Hep birlikte, bizim için kiralandığını öğrendiğim iki farklı arabaya gruplar halinde kalacağımız villaya gitmek üzere dağılmıştık. Ben, Onat, Ulaş ve Osman bir arabadayken, diğer arabada Kemal Bey, eşi Leyla Hanım, Yasemin ve Çağın bulunuyordu. Bizim arabayı kullanan kişi Onat'tı. Her yerde olduğu gibi liderliğini konuşturmasa olmazdı. Havaalanı, Kalkan'a bir saatten biraz uzak mesafede bulunuyordu. Onat'ın da İstanbul trafiğine kıyasla, burada arabayı daha hızlı kullanması gözümden kaçmamıştı. Bilerek arka koltukta oturmayı talep etmiştim çünkü uçaktan indiğim andan itibaren gecenin uykusuzluğu ve yorgunluğu bir anda üzerime çökmüştü.

Bu nedenle arabaya bindikten kısa bir süre sonra uykuya dalmış olmalıydım. Çünkü hızla kapının çarpılma sesiyle uykumdan sıçrayarak uyandığımda, iki katlı muazzam bir villanın hemen önünde park halinde olduğumuzu fark etmiştim. Uyku aptallığıyla etrafıma bakınırken, sürücü koltuğundan inen Onat camımın önüne geçerek bana ne duruyorsun işareti verdi. Hızlıca toparlanıp ayağımın dibinde bulunan çantayı aldım ve arabadan indim.

Villa, beyaz renkteydi ve büyükçe bir bahçe çiti ile çevriliydi. Bulunduğumuz sokakta bu villaya benzeyen yalnızca iki tane villa vardı. Hepsi de geniş bir bahçeyle birbirinden ayrılıyordu. Muhtemelen evin kapısı, sokağa bakan taraftı. Hayranlıkla başımı kaldırıp binanın mimarisini inceledim. Çoğunlukla camla kaplı odaları ve yepyeni boyasıyla harika görünüyordu.

"Nazlı büyülenmiş gibi görünüyorsun," diyen Kemal Bey arkamdan bana yaklaşarak omzuma babacan bir tavırla elini koydu.

"Harika bir yermiş Kemal Bey," dedim ona doğru dönerek. "Beni de davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim."

"Etmez olur muyum? Sen bizim onur konuğumuzsun," diyerek gülümsedi ve bahçenin dışında bekleyenleri daha fazla bekletmemek için hareketlendi. Kemal Bey, kapının önüne geldiğinde anahtarları kullanmak yerine zile basmıştı. Demek ki, burada o yokken birileri bulunuyordu. Nitekim birkaç saniye içinde kapıyı açan kırk yaşlarında bir kadın tezimi doğrulamıştı. Bizi sıcak karşılamalarla evin içine aldıklarında, inceleme huyum nedeniyle içeri girer girmez her yeri görsel taramamdan geçirmeye başlamıştım. İçerisi son derece sade ve modern döşenmişti. Tıpkı dışı gibi içi de beyaz renkte duvarlarla kaplıydı ve koridor direk geniş salona açılıyordu. Salonun hemen karşısında, alabildiğine kumsal ve deniz uzanıyordu. Bu nedenle, oradaki duvarı yıktırarak tamemen cam ile kaplatmışlardı muhtemelen. Burada sonsuza dek yaşayabileceğimi düşündüm. İstanbul'u ne kadar sevsem de, binaların arasında ara sıra hissettiğim sıkışmışlık hissi burada yerini huzura bırakmıştı.

"Size evi gezdireceğim ama öncelikle herkes odasına yerleşir diye düşündüm," dedi Kemal Bey ellerini birbirine sürterek. "Biz Leyla ile kafamızda bir plan oluşturduk. Size de uyacağını düşündük, tabii sorun olursa değişiklik yapabiliriz."

Herkes başıyla onu onayladığında devam etti. "Erkekler çoğunlukta olduğu için odaları ikişer kişi kalacak şekilde bölüştürdük. Bu plana göre Nazlı ve Yasemin birlikte kalırlar diye düşündük."

"Ah," diye araya girdi Yasemin kollarını göğsünde kavuşturarak. "Bu pek iyi bir fikir değil. Ben kimse ile aynı odada uyuyamam."

Boğazıma incinmişlik hissi yerleşirken, gözlerimi kırpıştırarak Yasemin'e baktım. Suratından, fikrin kabul edilemezliği apaçık belli oluyordu.

"Bu durumda bir kişi açıkta kalıyor yalnız," dedi Kemal Bey kaşlarını çatarak. Belli ki bu çıkışı o da beklemiyordu.

"Biri şu koltuklarda yatsın,"dedi Yasemin hanım omuz silkerek. "Nazlı burayı çok beğenmiş gibi görünüyor. O yatabilir."

Benim adıma konuşmasına sinirlendiğimi hissettim. Daha gelir gelmez beni ortamdan dışlamaya yönelik hareketleri hiç hoş değildi. İşin garip tarafı bu hoşnutsuz tepkilerini hak edecek hiçbir şey yapmamıştım ona karşı.

"Nazlı salonda uyumayacak. Çok yalnız kalmak istiyorsan sen salonda uyu o halde," dedi Onat dümdüz bir ifadeyle Yasemin'e bakarak.

Yasemin'in, Onat'ın çıkışı karşısında afalladığını yüzünden okuyabiliyordum. Birkaç saniye içerisinde yüzündeki şaşkınlığın yerini öfke alırken, buz gibi bakışlarını bana doğru çevirdi. Onunla bu bakışmayı yaşamak istemediğim için gözlerimi kaçırdım.

"Ben salonda uyurum," dedi Ulaş araya girerek. Yüzünden herkesin yumuşamasını sağlamaya çalıştığı belli oluyordu. "Hem manzaraya bayıldım. Koltuklar da rahat görünüyor. Benim için burada uyumak sorun olmaz."

Kimseden ses çıkmayınca gülümsedi ve elindeki çantayı koltukların yanına bıraktı. Kemal Bey, bu işe gönlü razı değilmiş gibi duruyordu fakat bu konu hakkında sesini çıkarmadı. "O halde hepinize odalarınızı göstereyim."

Az önce olan olaydan hiçbir şey anlamamıştım. Yasemin'in benden hoşlanmaması yüzünden salonda yatmak zorunda kalan Ulaş'a içten içe üzülüyordum. Ben de onunla kalmaya can atmıyordum fakat buraya misafir olarak gelmiştim. Beni beş kişi ile birlikte yerde yatmaya davet etseler onu bile kabul ederdim. Bazı insanların bu kadar bencil olabilmelerine inanamıyordum.

Kemal Bey Osman, Çağın ve Yasemin'in kalacağı odaların üst katta olduğunu söyleyerek onları Leyla Hanım ile gönderirken, Onat'ı ve beni yanına alarak salonun soluna uzanan koridora soktuğunda dudağımı ısırdım. Onat ve ben birlikte kalacağız gibi görünüyordu ve işin açığı bu durumdan ötürü Onat'a bakmaktan çekiniyordum. Ne kadar hoşnut olup olmadığı tam bir muammaydı. Daha iki gece önce birlikte kalmak zorunda olduğumuz için oldukça gergin olduğunu unutamamıştım. Şimdi ise iki gece daha benimle birlikte uyumak zorunda kalacaktı.

"Burası evin en güzel iki odasından biri," dedi Kemal Bey kapıyı açıp bizi içeri buyur ederken. Onun hemen arkasından eşiğe adım attığımda, dudaklarım hayretle aralanmıştı. Burası hem geniş, hem de çok güzel bir odaydı. Tıpkı salonda olduğu gibi, duvarın bir kısmını camla kaplatmışlardı. İki kişilik yatağın hemen yanında nefis bir manzara bulunuyordu. "Normalde Yasemin ile senin burada kalmanı planlamıştım ama eh, kendi kaybeder," dedi Kemal Bey bana gülümseyerek bakarken.

"Teşekkür ederim Kemal Bey," dedim bu inceliği karşısında ne diyeceğimi bilemeyerek. "Gerçekten, tüm bunlara beni de dahil ettiğiniz için aşırı mutluyum."

"Biliyorum, sen açık ve net bir insansın Nazlı kızım," dedi bana kafasını sallayarak. "Bu yaşıma kadar çok insan görüp geçirdim. İnsan sarrafı oldum da denilebilir. Bu yüzden senin nasıl biri olduğunu daha ilk görüşte çözdüm. Kendini hiç mahcup hissetme. Onat ile birlikte kaçamağın keyfini çıkarın."

Bana ve Onat'a gülümsedikten sonra rahatça yerleşebilmemiz için odadan çıktı ve kapıyı ardından kapattı. Onat ile odada yalnız başımıza kaldığımızda, geçen seferkinden daha fazla çekindiğimi hissederek yüzümde oluşan kızarıklığı saklamak için başımı ondan diğer tarafa çevirdim. Birlikte söylediğimiz bir yalan yüzünden, sürekli benimle yakın temasa girmek zorunda kalıyordu ve belki de onu çok rahatlatacak bu haftasonu şimdiden pek iyi başlamamıştı.

Onat yanımdan sessizce geçerek iki kişilik yatağın üzerine oturdu ve önüne koyduğu çantanın fermuarını araladı. İçini tıka basa doldurmuş gibi görünüyodu. İki günlük bir gezi için neden bu kadar fazla şey aldığını anlamayarak içerisinden çıkardığı şeyleri izlemeye başladım. Kıyafetler, iç çamaşırları, çoraplar, iki tane havlu, traş makinesi, yüksek korumalı el sabunu, diş temizliği için tüm araç ve gereçler, yedek ayakkabı, birkaç adet pil, şarj aleti, ıslak mendil, ev terliği, yastık kılıfı ve bir tane temiz çarşaf. Tüm bunları nasıl sığdırdığını anlamadığım çantası boşaldıktan sonra küçücük kalmıştı.

"Ne kadar çok şey getirmişsin," dedim hayretle onu izlerken.

"Hepsi gerekli şeyler."

"Çarşaf ve yastık kılıfı? Burada zaten olacağını düşünmüştüm," diye mırıldandım. Benim aklımın ucuna gelmezdi doğrusu.

"Temizliğine güvenemezdim," dedi Onat başını kaldırıp bana bakarak. "Sen kendine getirmedin mi?"

"Yo, yalnızca kıyafet aldım ve bir de diş fırçası."

Onat gözlerini devirdi ve oturduğu yerden kalkarak çıkardığı tüm eşyaları bomboş görünen dolaba yerleştirmeye başladı.

"Onat," dedim aramızdaki ufak çaplı gerginliği hissedip üzerine gitmeden duramayarak. "İki gece benimle kalmak zorunda olduğun için sinirli misin?"

"Hayır değilim," diyerek kestirip attı.

"Ama öyle görünüyorsun," dedim ve yanağımın içini ısırdım. Eğer öyleyse, Ulaş'ı buraya çağıracaktım. Salonda yatmak benim için sorun olmazdı. Kimsenin keyfini kaçırmak istemiyordum. Onat bana doğru döndü ve bir süre yüzümü inceledi. Benim yüzümde nasıl bir ifade olduğunu bilmiyordum ama onunkini anlamak imkansızdı şu anda.

"Sinirli değilim," dedi yumuşak bir sesle. "Yasemin'e sinirlendim. Benim yanımda sana karşı tavırları hoş değildi."

"Ah," dedim sinirinin benden kaynaklı olmadığını öğrendiğim için rahatlayarak. Ardından onun az önce beni korumak adına konuştuğu aklıma geldi ve gülümsedim. "Orada yaptığın şey için teşekkür ederim. Yasemin'in neden böyle davrandığını anlamadım ama benim için seninle birlikte uyumak sorun değil."

Onat beni cevaplamadı fakat cevabını bildiğine dair içimde güçlü bir his uyandı. Bu nedeni az çok kestirebildiğim için de olabilirdi. Yasemin ve Onat arasında bir şeyler geçtiğine neredeyse emindim. Bunun ne olduğunu kestiremiyordum fakat benim Onat'ın sevgilisi olduğumu düşündüğü için direkt düşman safına geçmişti. Bu düşmanlığı hak edecek hiçbir tarafım olmasa da, yapacak bir şey yoktu.

Antalya'da hava, İstanbul'a nazaran epey sıcaktı. Tahminime göre en az 17 derece olmalıydı, bu yüzden kendi çantamın fermuarını açarak ince bir tişört çıkardım. Aralık ayına göre hava şaşırtıcı derecede güzeldi. Denize girilecek kadar olmadığına şüphem yoktu ama yanımda getirdiğim kıyafetlerle üşümeyeceğime sevinmiştim.

Onat yanında getirdiği çarşafı, yataktakiyle değiştirirken bunu fırsat bilerek üzerimdeki kapüşonludan kurtuldum ve tişörtü üzerime geçirdim.

"Oradaki diğer kapı banyoya açılıyor muhtemelen," dedi Onat arkasını dönmeden. Arkasında gözü mü vardı? Bahsettiği kapının, dolabın diğer tarafında olduğunu gördüğümde gözlerimi kapadım. Bu kocaman kapıyı fark etmediğime inanamıyordum.

"Sen benim yanımda üzerini değiştirebiliyorsun," dedim kendimi kurtarmaya çalışarak. "Ben de sorun olmaz diye düşündüm."

Onat başını bana çevirerek kısa bir bakış attı ve yastık kılıfını da değiştirmek üzere önüne geri döndü. "Aynı şey değil," dedi birkaç saniye sonra.

"Neden değilmiş?" dedim kollarımı göğsümde kavuşturarak.

"Bir kadın, erkek vücudundan kolaylıkla etkilenmez çünkü."

İşini bitirip tamamen bana döndüğünde, sözleri karşısında ne diyeceğimi bilemedim. "Senin yanında üzerimi değiştiriyor olmam seni etkiliyor mu yani?"

"Sözlerimi çarpıtıyorsun."

"Bu anlama çıkıyorlar," diyerek omuz silktim. Asıl erkeklerin düşünceleri sorunluydu. Kadın ve erkek anatomisi neredeyse aynıydı. Neden erkekler kafalarına estikleri gibi tişörtlerini çıkarabiliyorken, kadınlar bunu yapamıyordu? Bu cinsiyetçilikten başka bir şey değildi. "Ayrıca kadınlardan nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz? Belki biz de erkek vücudundan etkileniyoruz."

"Senin yanında üzerimi değiştiriyor olmam seni etkiliyor mu yani?" diye sordu Onat tıpkı benim sözlerimi kullanıp üzerime doğru yürüyerek.

"Ben öyle bir şey demedim."

"Niye, sözlerine göre belki de etkileniyorsundur?" dedi başını yana doğru yatırarak. Gözlerini benimkilere dikti ve vereceğim herhangi bir tepkiyi yakalamak üzere dikkatle bana bakmaya başladı.

"Ben, yani ne alaka," dedim gülmeye çalışarak. Yanaklarıma kan hücum etmişti. "Ben genel konuştum. Yani herhangi bir kadın üzerinden. Spesifik bir olay üzerinden değil."

Onat kaşlarını hafifçe yukarı kaldırırken yutkundum ve yoğun bakışlarına daha fazla maruz kalmamak için gözlerimi kaçırdım. "İçeri mi geçsek artık? Belki diğerleri çoktan geçmiştir."

Ona konuşma fırsatı vermeden ayakta öylece dikilmekten vazgeçip arkama döndüm ve odanın geri kalanını adımlayarak dışarı çıktım. Onat'tan uzaklaştığımda, kalbimin küt küt atarak göğüs kafesimi zorladığını yeni fark etmiştim. Bu da neydi böyle? Neden bu kadar tepki vermişti vücudum? Aramızda geçen konuşma ile mi alakalıydı yoksa Onat'ın üzerime yoğunlaştırdığı bakışlarla mı? Her ne ise, şu anda yapmak istediğim tek şey koşarak uzaklaşmaktı bu yüzden koridoru hızlıca geçerek salona vardım. İçerde Ulaş, Kemal Bey, Leyla Hanım ve Yasemin koltuklara dağılmış oturuyorlardı. Kemal Bey eşini yamacına almış, onu kolunun altına sıkıştırmıştı. Çok tatlı görünüyorlardı.

"Yerleşebildiniz mi?" diye sordu Kemal Bey beni gördükten sonra konuşmasına ara vererek.

"Yerleştik Kemal Bey," dedim ben de Ulaş'ın yanındaki boşluğa gözümü kestirerek. Bu dörtlü arasında kendimi en rahat hissettiğim Kemal Bey ve Ulaş'tı. Kemal Bey'in yanı dolu olduğuna göre, Ulaş'ı tercih etmem gerekiyordu, bu yüzden kendimi koltuğa bıraktım.

"Hava epey sıcak değil mi?" diye sordu Ulaş, bana nazikçe gülümserken.

"Evet, çok şaşırtıcı gerçekten. Burada yaşayan insanlar ne kadar şanslı."

"Burada kız kardeşim yaşıyor," dedi Kemal Bey. Eve ilk girdiğimizde, bize kapıyı açan kişi olmalıydı kardeşi. Ama şimdi ortalıklara gözükmüyordu. "Ben yazlığı yalnızca yazları kullanıyorum, bir de bu haftasonu için bize bir iyilik yapmasını rica ettim."

"Aaa, keşke o da bizimle olsaydı," dedim gitmesine üzülerek. Tatlı bir kadına benziyordu. Yasemin ve Leyla Hanım'a göre daha sıcakkanlı gözüktüğü kesindi.

Kemal Bey cümlem üzerine gülümserken, Leyla Hanım bana soğuk bir bakış göndermişti. Acaba onun tepkisini nasıl çekmiştim? Mizacen böyle bir insan olabilirdi. Yani benimle alakası olmayabilirdi. Herkes sıcakkanlı olacak diye bir şey yoktu. Sohbete sonradan Osman ve Çağın'da katıldı. Onat herkesten çok sonra ortama dahil olmuştu. Neyse ki, hepimize yetecek kadar yer vardı. Bir süre kendimi pencerenin dışında bulunan güzel manzaraya kaptırıp denizin dalgalarını izlemiştim. Şu an burada oturmaktan ziyade kendimi kumsala atmak istiyordum.

"Bir şeyler mi oynasak?"

Öneri Kemal Bey'den gelmişti ve herkes bir ağızdan olabileceğine dair bir şeyler mırıldanmıştı. Açıkçası buraya gelirken neler yapacağımıza dair pek bir fikrim yoktu fakat sadece burada oturup kalabalıktan enerji almak bile benim için yeterliydi. Etrafımın insanlarla dolu olması beni mutlu ediyordu.

"Ne oynayacağız?" sorusunu soran Yasemin'di.

"Kutu oyunları duruyor mu acaba?"

Kemal Bey oturduğu koltuktan kalarak salondan ayrılıp gözden bir süreliğine kaybolduğunda, Osman ve Çağın ile oturmakta olan Onat'a kaçamak bir bakış fırlattım. Sıkılmış gibi görünüyordu. Bakışlarımı hissetmiş gibi o da bana baktı ve yakalandığım için gözlerimi kaçırdım. O sırada Kemal Bey, elinde iki tane kutu ile tekrar salona dönmüştü.

"Elimizde tabu ve twister var," dedi ikisini de havaya kaldırarak. "İkisini de oynayalım derim."

"Twister çok severim," dedi Ulaş hemen yanımdan muhabbete dahil olarak.

"Önce tabu oynayalım."

Kemal Bey önerileri kabul etti ve önce tabunun kutusunu açarak yerde bulunan büyük yuvarlak halının üzerine oturdu. Sanırım koltuklarda oturarak bu işi halledemeyecektik, bu yüzden ona uyarak koltuktan kalkıp hemen karşısında bağdaş kurarken, diğer herkes halının etrafında bir çember oluşturacak şekilde dizilmişti.

"İki grup şeklinde mi olacağız?" diye sordum merakla. Tabu birkaç kez oynamıştım ve iyi olduğum oyunlardan bir tanesiydi.

"Sekiz kişiyiz, dörderli gruplara ayrılabiliriz," dedi Osman beni destekleyerek.

"O zaman iki takım lideri seçelim," dedi Kemal Bey. "İlk takımın lideri ben olacağım, ikinci takımın lideri de Osman olsun."

Osman kafasını sallayarak onu onaylarken, Kemal Bey sevgi dolu bakışlarla hemen yanında oturan karısına baktı ve "Öncelikle Leyla benim grubumda olacak," dedi. "Bir de Nazlı ve Onat'ı istiyorum."

"Olmaz," dedi Osman başını ikiye sallayarak. "Çiftler çok güçlü grup oluşturuyor. İki çifti tek grupta toplarsak siz kazanırsınız. Leyla Hanım ve siz bir grupta olacaksanız, Onat ve Nazlı'yı benim takımıma almalıyım."

Kemal Bey bu duruma üzülüyormuş gibi görünerek başıyla onayladı ve "O zaman Ulaş ve Çağın'ı alıyorum," diye mırıldandı.

Bu şekilde, Onat, Osman, Yasemin ve ben bir grup olurken; Kemal Bey, Leyla Hanım, Ulaş ve Çağın da ayrı bir grup olmuştuk. Yasemin ile aynı takımda yarışmayı her ne kadar istemesem de, buna mecbur olduğum için moral bozukluğumu kendi içime sakladım.

"Yenilen yemek sipariş etsin," dedi Çağın sırıtarak. Bu fikri herkes destekledi ve oturma düzenimizi yeniden oluşturmaya giriştik. Oyunda iyi olmak zorundaydım, çünkü Onat ile aynı takımdaydık. Çift olduğumuz için iyi olacağımızı düşünüyorlardı. Yani Onat'ın kaybetmesine izin veremezdim. Rekabetçi bir insan olduğu için, yenilirsek çok sinirleneceğini de kestirebiliyordum.

Tabuyu hemen ortamızdaki boşluğa koyduk ve kartları karıştırdık. İlk Kemal Bey'in takımı oyuna başlayacaktı. Kum saatini çevirmeden önce, gruptaki herkes birbirine başarılar diledi. İlk anlatıcı Çağın'dı. Eline aldığı kartların birkaç tanesini anlatmadan geçtikten sonra, süre bitimine kadar kendi takımına üç kelime bildirmişti. Fena bir anlatıcı değildi. Bir kez tabu yapmasına rağmen, süreyi ideal kullanmıştı.

Sıra bize geçtiğinde, ilk anlatıcı Yasemin olmak istedi ve kartları ona teslim ettik. Derin bir nefes alarak onu can kulağıyla dinlemeye başladım. Fakat anlattığı hiçbir şeyi aklımda canlandıramıyordum.

"Olur ya," dedi elindeki karta bakarken elini havada sallayarak. "Uzak doğuda giyilir."

"Çarşaf?" diye atıldım heyecanlı bir sesle.

"Uzak doğu diyorum," dedi bana küçümseyici bir bakış atarak. "Ortadoğu değil."

Dudaklarımı birbirine bastırdım ve sessiz kaldım. Osman cevabın kimono olduğunu bulduktan sonra yeni kelimeye geçti. İlk önce tabu kelimesi olan mısırı anlatıp, ardından devam etti. "Bu Mısır'da küçük yaşta bir kraldı, hani erken yaşta ölmüştü."

"Firavun?" diye sordum şansımı bir kez daha deneyerek.

"Kral diyorum, isim soruyorum," dedi Yasemin sinirli bir nefes alarak.

"Süreniz bitti."

Yasemin elindeki kartları pat diye ortaya fırlattı ve "Onun yüzünden kafam karıştı!" dedi yüksek sesle. "Hiçbir şey anlamadığı gibi bir de beni etkiliyor!"

"Tutankhamun'u bilememesi gayet doğal," dedi Ulaş bilemediğim karta uzanarak. Hem ben bir şeyler bilmeye çalışırken, Osman ara ara söze girmiş, Onat ise genel olarak sessiz kalmıştı. İçimde bir yerlerde sinir oluşmaya başlarken, Yasemin'e çıkışmamak için kendimi zor tutarak yanağımın içini kanatacak kadar ısırdım. Muhtemelen yara olacaktı ama şu anda maruz kaldığım davranıştan ötürü sinirlerim aşırı bozulmuştu.

"Üçe sıfır mıyız şimdi?" diye sordu Çağın keyifli bir sesle. Karşı takım bunun üzerine birbirlerine beşlik çakarken sessiz kalarak sakinleşmeye çalıştım. Bu bir oyundu. Açıkçası, oyunlarda sinirlenen biri değildim. Sinirlendiğim şey, aptal muamelesi görmekti.

"Başlıyorum," dedi Kemal Bey ve eline aldığı kartlar arasından iki tanesini süre bitene kadar anlatmayı başardı. Bu sefer hiç tabu yapmamışlardı. Durum beş sıfıra ulaşmıştı ve sıra bize geçmişti. Sıradaki anlatıcı bendim ve sıra bana gelene kadar sinirlerim biraz olsun yatışmıştı. Elimden geleni ardına koymayacaktım. Bu yüzden derin bir nefes aldım ve ardından kartları elime aldım. Süre başladığında, Ulaş tabu yapıp yapmadığımı kontrol etmek için bana yaklaştı.

İlk kelime koltuktu. Ve yasaklı kelimeler arasında oturmak, salon, salon takımı, ikili, tekli gibi kelimeler bulunuyordu. Bunu Onat'a çok kolay bir şekilde anlatabilirdim.

"Hani ben içeride bir şeyler yemiştim ve bıçağı üzerinde unutup yırtılmasına neden olmuştum," dedim ona heyecanla bakarak.

"Koltuk?"

Hemen bilmesinin üzerine ikinci kelimeye geçtim. "Hani ben üzerine kahve dökmüştüm," dedim ona bakarak. "İlk tanıştığımızda."

"Dizüstü bilgisayar."

"Evet," dedim sevinçle. Yasemin homurdanarak araya girdi ve "Bize de anlatacak mısın?" diye sordu. Ona bakmadım bile. Üçüncü kelime malaydı. Bunun bir inşaat malzemesi olduğunu biliyordum fakat asla bu şekilde anlatamazdım.

"Köyde ineklere denir," dedim hepsine tek tek bakarak. "Ya da boşverin. Hani derler ya bir nokta noktanın satış fiyatı falan diye."

"Mal," diye atıldı Osman cümlem üzerine.

"Heh, şimdi malı aklında tut. Hani mesela deriz ya aptala bak aptala diye, onu uyarlayın."

"Mala bak mala," dedi Osman kaşlarını çatarak. "Buldum, mala!"

"Bu sayılmaz!" diye sitem etti Kemal Bey olaya müdahale ederek.

"Aslında sayılır," diyerek Kemal Bey'a karşı çıkan kişi Onat'tı. "Sonuçta yasaklı kelimeleri kullanmadı. El kol hareketi de yapmadı."

"Süre bitmek üzere," diye hatırlattı Ulaş.

"Tamam," dedim yeni karta bakarak ve bir anda gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Yine Onat'a kolaylıkla anlatabileceğim bir şeydi. "Hani bir keresinde sen salondaydın," dedim ona bakarak. "Bir tane böcek görmüştün. Sonra ne yapmıştın?"

"Korkmuştum," diye anında cevap verdi Onat.

"Hayır, korkunca ne yaptın diye soruyorum."

"Çığlık attım."

"Yani?" dedim heyecanla bağırarak.

"Çığlık atmak!"

Sürenin tam sonunda bildiği kelimeyle, skoru beş dörde eşitlerken sevinçle ellerimi çırptım ve Onat'ın yüzündeki ifadenin değişimini görmemle sevincim kursağımda kaldı. Az önce çok fena bir bok yediğimi ise o an fark ettim.

"Sen böceklerden mi korkuyorsun?" diye sordu yanındaki Yasemin ona dönerek.

"Ulan Onat," dedi yanındaki Çağın onun omzuna eline koyarak. "Demek böcek görünce çığlık attın ha?"

Aynı anda ortama senkronize bir kahkaha yayılırken, Onat'ın bana yönelttiği öldürücü bakışlar karşısında yutkundum ve başımı öne doğru eğdim. Heyecanla fark etmeden Onat hakkında kimsenin bilmediği bir şeyi ortaya çıkarmıştım. Onat'ın bakışlarını hala üzerimde hissedebiliyodum ve herkes onunla dalga geçerken sessiz kalışının hiç de iyiye işaret olmadığının bilincindeydim.

"Fena değildin," diye mırıldandı Ulaş benim duyabileceğim bir sesle. "Dört kelime bildirdin. Düşürme modunu."

Ona modumu düşüren şeyin ne olduğunu söyleyebilmek isterdim fakat yalnızca gülümsemekle yetinmiştim. Sıradaki anlatıcı o olduğu için, kartları kontrol etme görevi bana düşmüştü. Ulaş sakin bir anlatıcıydı. Şimdiye kadar hepimiz biraz heyecanlanmıştık fakat o üst üste dört tane kelime bildirmişti. Osman ise sıra bize geldiğinde, dokuza dört olan skoru dokuza yediye kadar çıkartmıştı. Hala bizden iki sayı önde olmaları dezavantajımızdı. Osman'ın anlattığı üç kelimeden birini bildiğim için ise biraz olsun rahatlamıştım. Bunda, Onat'ın öfkeli bakışlarının durulmasının da etkisi olabilirdi.

Oyun bir süre böyle ilerledikten sonra, Leyla Hanım takımına yalnızca iki kelime bildirebilmişti ve son skor on bire yedi ile bizi epey geride bırakmıştı. Bizim son anlatıcımız Onat'tı. Anlama konusunda fena değildi fakat nasıl bir anlatıcı olduğunu bilmiyordum. Yine de bizi öne geçirecek kadar skoru nasıl elde edebileceğimizi artık düşünmek istemiyordum. Bu ihtimal git gide olasılık dışı olmaya başlamıştı çünkü. Onat gayet sakin bir şekilde, kartları eline aldı ve kum saatinin çevrilmesini bekledi. Onu kontrol eden kişi Leyla Hanım'dı. Süre başladıktan sonra bir süre karta baktı ve bakışları direk bana odaklandı.

"Hani sen evin içerisinde onlarla dolaşırsın," dedi gözlerini kırpıştırarak. "Tüylü bir şey."

"Panduf?" Parmağını şıklattı ve kartı kenara bıraktı.

"Topla oynanan sporları sayın," dedi herkese tek tek bakarak. Osman, "Futbol, voleybol, basketbol," diye sayarken onu eliyle durdurdu ve devam etti. "Basketbolda çemberden dönen topu geri kazanmak olarak da tanımlarız."

"Rebound?" diye sordum emin olamayarak. Onat parmağını tekrar şıklatıp kartı yere bırakırken, Çağın, "Oha," diye mırıldandı.

"Senin en sevdiğin film değil de hani diğeri, onlardan biri?" dedi yine bakışlarını bana çevirerek.

"Friends?"

"Hah, friends hangi kategoriye girer?"

"Sit-com." Parmağını şıklatıp kartı bıraktı. "Ben Engin'e ne diyorum?"

"Garip?" Parmağını şıklattı. "Boğazımız ağrır nereye gideriz?"

"Doktora," dedi Yasemin benden hızlı davranarak. "Tamam, şimdi doktora gittin, doktorun üzerinde bir şey asılı olur."

"Steteskop!" diye yanıt verdi Yasemin heyecanlı bir sesle. Onat parmağını şıklattı ve yeni karta geçti. Bir süre düşüntükten sonra derin bir nefes aldı ve kum saatine baktı. Az bir süre kalmıştı. Bakışları bir kez daha bana yöneldi ve "Bazen saçlarınla oynuyorum ya, sen o zaman ne yapıyorsun?" diye sordu. Sesi biraz kısık çıkmıştı.

"Uyuyorum," dedim biraz çekinerek.

"Uyumak değil de, böyle yavaş yavaş kirpiklerin düşüyor. Nefeslerin yavaşlıyor. Yüzün durgunlaşıyor ama huzurlu görünüyorsun. Böyle..." Devam edecekken bir anda sustu ve dudaklarını birbirine bastırdı.

"Mayışmak mı?" diye sordu Osman araya girerek. Onat bu kez parmağını şıklatmadan kartı bir kenara koydu ve gözlerini parmaklarına çevirdi. Ben ise ona bakakalmıştım. Kelimeyi tanımlaması karşısında nutkum tutulmuştu. Onun gözünde, böyle göründüğümü bilmiyordum. Saçlarımla isteksiz bir şekilde oynadığını düşündüğüm için, beni izlediğini bile düşünmemiştim. Yanaklarım alev alev yanmaya başladığında yüzümü kapatma isteğiyle karşı karşıya geldim. Bir şekilde, bu anın etkisinden kurtulmaya ve az önce yaşananları yorumuma kapatmaya ihtiyacım vardı. Çünkü hissettiğim şeyi tanımlayamıyordum.

"Beş tane bilmişiz!" dedi Osman sevinçle bağırarak. "Durumu on iki yaptık! Sizi yendik!"

"Ama bu böyle olmaz," diye sitem etti Kemal Bey tekrar mızıkçılık yaparak. "Nazlı ve Onat'ın aynı takımda olması haksızlık."

"Evet, iki kişi oynadılar," dedi Yasemin soğuk bir sesle araya girerek.

"Sonuç olarak biz kazandık," diyen Osman itiraz kabul etmeyen bir sesle konuşmuştu. "Yemekler sizden."

Karşı takım bu sonuç karşısında itiraz etmeye devam ederken, sessizce onları izledim ve gülümsedim. Bu oyunu kazandığımıza inanamıyordum. Hepimiz çok iyi iş çıkarmıştık. Yasemin'in tüm mod düşürücü tavırlarına rağmen, gayet hakkımızla kazanmıştık. Ve çok eğlenmiştim. Yalnızca o iç gıdıklayıcı his içimden gitmek bilmiyordu. Ve Onat'a bakmamak için özellikle uğraşıyordum.

"Sırada twister var," dedi Kemal Bey, tabuyu toplayıp kutunun içine koyarken. "Kozlarımızı bir kez daha paylaşacağız."

Halının üzerinde oluşturduğumuz çemberi bozduk ve Kemal Bey daha önce oynamayanlara oyunun kurallarını anlatırken onu can kulağıyla dinlemeye başladım. Öncelikle oyun, üzerinde kırmızı, mavi, sarı ve yeşil dairelerin bulunduğu büyük bir alandan oluşuyordu. Kemal Bey bu rengarenk şeyi yere serdikten sonra, kutunun içerisinden bir çark çıkardı ve bir hakemin bu çarkı çevirerek, çarkın ibresinin durduğu yeri bize söylemesi gerektiğini anlattı. Çark ne söylüyorsa, ona göre şekil alacaktık. Tamamen fiziksel bir oyundu ve esnek olan kazanırdı.

İlk oyunda, bir önceki takımdan dört kişinin yarışmasında karar kılındı ve bu dört kişiyi seçmek üzere tartışma başladı. Her takım, ikişer oyuncu çıkaracaktı.

"Ben hakem olacağım," dedi Onat yerinden kıpırdamayarak. "Bu oyunu oynamak istemiyorum."

"Ben de istemiyorum," diyerek kestirip atan diğer kişi Yasemin'di.

"Ben de biraz dinleneceğim," dedi Leyla Hanım ve aradan çekildi. Beş kişi kalmıştık. Çağın izleyici olabileceğini belirttikten sonra, Kemal Bey, Ulaş, Osman ve ben kalmıştık. Üç erkek arasında tek kadın bendim.

"Çağın bizim gruba dahil olabilir," diye bir öneride bulundu Onat. "Nazlı'nın yerine."

"Çağın bizim grupta," dedi Kemal Bey. "İstersen sen oyna, Nazlı hakem olsun."

Onat oyun alanına bir bakış attı ve sessiz kaldı. Hiç onluk bir oyun olmadığı gayet ortadaydı. Aksine ben, ilk defa oynayacağım için heyecanlıydım. Son zamanlarda spor yaptığım için esneklik kazanmıştım ve iyi oynayacağımı düşünüyordum. Onat içini çekti ve çarkı eline aldı. Yasemin ise onun başında durup, ikinci hakemliği yapıyordu.

"Pekala, Kemal Bey, sağ ayağınızı mavilere koyacaksınız."

Kemal Bey mavi bir daire üzerine basıp tek ayak üzerinde beklemeye başladı. Onun ardından, Ulaş'ın mavi dairelere ayağını koymasını söyledi. Sıra bana geldiğinde, benim de sağ ayağımı kırmızıya koymamı belirtti. Oyun alanı üzerinde sol elini yere koyan tek kişi Osman'dı.

Bir sonraki elde, Kemal Bey ve Osman zor bir pozisyona girerken, Ulaş ve ben ikişer ayağımızı birbirinden uzağa basmış, ayakta dimdik duruyorduk.

"Kemal Bey, sağ eliniz sarıya," dedi Onat dümdüz bir sesle.

Kemal Bey elini sarı daireye koyamıyordu çünkü, sol eli oldukça geride, kırmızı bir dairedeydi. Ona en yakın sarı dairede ise Osman'ın ayağı vardı. Dengesini kaybederek yere düştüğünde, oyundan diskalifiye oldu ve üç kişi kaldık.

"Osman, sol ayağın yeşile."

Osman oldukça zor olan bu pozisyonu kurtarmayı başardı ve bir ayağı en köşedeyken, diğer ayağını Ulaş'ın ayağı üzerinden geçirerek yeşillerin üzerine bastı.

"Nazlı, sağ elin mavide."

Şimdiye kadar hep ayaklarımı kullanmıştım, şimdi ise hemen önümde bulunan mavi ve sarı dairelerden birine uzanmak benim için zor olmamıştı. Sağ elimi mavi daireye koyduğumda, sol ayağım yeşilde ve sağ ayağım kırmızıda olduğu için popomu biraz dışarı çıkararak eğilmek zorunda kalmıştım. Bu pozisyondan hiç memnun olmayarak olduğum yerde kaldım. Zor bir pozisyon olmasa da, hemen arkamdaki Ulaş'a popomu doğrulttuğumu düşünmek beni biraz endişelendirmişti.

Onat elindeki çarkı çevirdikten sonra bir süre sessiz kaldı ve tekrar çevirdi. "Neden onu söylemedin?" diye sordu Yasemin araya girerek.

Öne doğru eğik olmasından ötürü kan basıncıyla dolan başımı onlara doğru çevirdim ve Onat'ın sinirli bir şekilde çarka baktığını gördüm. "Yanlışlıkla çevirdim," diyerek omuz silkti ve tekrar çevirdi. Sonra bir süre daha sessiz kaldı. Yasemin, Onat'ın elinden çarkı çekip alırken şaşkınlıkla onları izledim.

"Ulaş, sol ayağın yeşilde," dedi Yasemin eğlendiğini belli eden bir sesle yeni talimatları verirken. Benim arkamda, mavide bulunan ayağını, hemen arkamda bulunan yeşil daireye koydu ve bedeninin bana iyice yaklaştığını hissettim. Henüz ayakta durduğu için, düşmemek üzere pozisyonunu koruyordu ve bana temas etmiyordu. "Osman, sol elini kırmızıya koyacaksın."

"Yok ebesinin nikahı," dedi Osman pozisyonun imkansızlığı karşısında. "Benden bu kadar."

Zar zor durduğu pozisyondan kurtularak kendini yere bıraktı ve oyun alanında yalnızca Ulaş ve ben kaldık. Bu oyunu da takımıma kazandırmak istediğim için, kafamı yere doğru tutmaktan pekmeze dönsem bile şikayet etmeden beklemeye devam ettim. "Nazlı, sol ayağın sarıda," dedi Yasemin çarkı çevirdikten sonra gülmesini bastıramayarak. Neden güldüğünü, pozisyonu denerken anlamıştım çünkü sol ayağımı sarıya uzattığımda, sol bacağım, Ulaş'ın yeşil daire üzerinde bulunan sol bacağıyla temas ediyordu şimdi. Ben ise hala yere eğilmiş vaziyetteydim çünkü sağ elim mavide duruyordu.

Yasemin çarkı bir kez daha çevirdi ve yüzüme düşen saçlarımın arasından ona baktım. Yüzüne yayılan sırıtış hiç de iç açıcı görünmüyordu.

"Ulaş, sol elin sarıda," dedi kelimelerin üzerine basa basa.

Ulaş, bir süre duraksadı ve sol elini nasıl sarı dairenin üzerine koyacağını düşündü. Benim sol ayağım sarıdaydı, geride sarı daire yoktu. Benim önümdeki sarı daireye uzanması gerekiyordu. Dikkatli bir şekilde üzerimden uzanarak sol elini sarı daireye koymaya çalışırken, bacağının yarısı, benim bacağım ile kalçam üzerine temas etti.

"Yeter," dedi Onat oturduğu yerden bir anda kalkarak. "Bu saçma sapan oyunu ne kadar daha oynayacaksınız?"

Ağzım bir karış açılırken, onun bu öfkeli haline bakakaldım. Ulaş, Onat'ın sözleri üzerine elini sarı dairenin üzerinden hemen çekti ve benden uzaklaştı. Ben de olduğum yerde kendimi yavaşça yere bıraktım ve uzun süre başımı eğerek durduğum için başımın hafifçe döndüğünü hissettim. Yine de Onat'ın sinirden kasılmış çenesini görebiliyordum. Onu bu kadar öfkelendiren şeyin ne olduğunu anlayamamıştım.

"Bu diskalifiye oluyorsunuz demektir," dedi Çağın oturduğu koltukta bacak bacak üstüne atıp arkasına yaslanarak. Yüzüne oturttuğu sırıtıştan keyfinin yerinde olduğu belliydi.

"Oluyoruz," dedi Onat ona dik dik bakarak.

"Kusura bakma," dedi Ulaş bana hitaben, özür dolu bir gülümsemeyle. Nazik olmaya çalıştığını biliyordum, onun bir suçu yoktu. Oyun bunu gerektirmişti. "Seni incittiysem-"

"Ne zaman yemek söylüyoruz?" diye kesti onun sözünü Onat. "Benim karnım acıkmaya başladı."

Çağın ve Osman birbirlerine bakıp bir kahkaha patlatırken, ben de oturduğum yerden kalkarak yere serili oyunu toplayıp kutuya koyma görevini üstlenmiştim. Belki de twister oynamayı kabul etmemeliydim. Şimdi düşününce, ilk defa girdiğim bir ortamdı ve belki Onat bu samimiyetten hoşlanmamış olabilirdi. Sonuçta buradaki herkes onun iş arkadaşıydı. Bana açık bir şekilde söylemese de, nasıl davranmam gerektiğini tahmin etmem gerekiyordu. Yasemin bu yüzden oynamayı istememişti muhtemelen. Oyunu daha önce oynamış olsaydım, ya da bir tahminim olsaydı belki ben de çekilirdim.

Oyun muhabbeti kapanıp yemek muhabbeti açıldığında, ortam tekrar eski şeklini almaya başlamıştı. Yemek yedikten sonra, akşam bir yerlere gitmek kararlaştırılırken, gideceğimiz yerin bir eğlence mekanı olabileceği ihtimali üzerinde durulmuştu. Koltukta sessizce otururken, aklıma bu ihtimale karşı Engin'in aldığı ve benim de yanımda getirdiğim elbise gelmişti. Dışarı eğlenmeye çıkarken onu giymeli miydim? Yoksa ilk önce herkesin nasıl hazırlanacağını bekleyip görerek ona göre mi hazırlanmalıydım? Bu sorular aklımı kurcalarken, herkes yemek istediği yemeği belirtiyordu.

Her şeye rağmen gün çok güzel başlamıştı ve öyle devam ediyordu. Bu nedenle kendimi ana bırakıp gülümseyerek onlara katıldım.

Gün daha yeni başlıyordu. 

Continue Reading

You'll Also Like

197K 22.4K 51
Seni unutursam ey Kudüs! Sağ elim hünerini yitirsin. Seni anmaz, Kudüs'ü en büyük sevincimden üstün tutmazsam, dilim damağıma yapışsın! | Tevrat...
56.9K 6.6K 38
✨Wattpad RomanceTR okuma listesinde. Biraz kendi hayatımı kattım. Biraz yaşayamadıklarımı biraz da yaşamak istediklerimi... Zor bir hayat yaşayan Me...
1.3M 100K 47
Gelecekten, geçmişe engebeli bir serüven! 27 yaşında olan Feride gittiği Topkapı Sarayında esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolur. Gözünü açtığında...
7K 721 8
Genç adamın bu topraklarda şahit olduğu yegâne gerçeklik, özgürlüğün ve aşkın savaşıydı.