KRALİÇE | MYG

By munaathia

229K 24.8K 18.7K

Ben Seon Ah... Sarayda kalmamak ve ailemin katilinin oğluyla evlenmek istemediğim için lanetlendim. Tanrı'nın... More

[1]
[2]
[3]
[4]
[5]
[6]
[7]
[8]
[9]
[10]
[ 11 ]
[ 12 ]
[ 13 ]
[ 14 ]
[ 15 ]
[ 17 ]
[ 18 ]
[ 19 ]
[ 20 ]
[ 21 ]
[ 22 ]
[ 23 ]
[ 24 ]
[ 25 ]
[ 26 ]
[ 27 ]
[ 28 ]
[ 29 ]
[ 30 ]
[ 31 ]
[ 32 ]
[ 33 ]
[ 34 ]
[ 35 ]
[ 36 ]
[ 37 ]
[ 38 ]
[ 39 ]
[ 40 ]
[ 41 ]
[ 42 ]
[ 43 ]
[ 44 ]
[ 45 ]
[ 46 ]
[ 47 ]
[ 48 ]
[ 49 ]
[ 50 ]
[ 51 ]
[ 52 ]
FİNAL
Teşekkürlerim En Kıymetlilere!
YAKINDA
KRALİÇE KİTAP BASIMI ERTELENDİ!

[ 16 ]

4.1K 466 280
By munaathia

"Ah, siz şey için buradasınız pardon." Adam oda kapısının önünde duran elektrikli süpürgeyi ve temizlik bezlerini görünce kendi kendine söylendi.

"İşinizi bölmedim umarım."

"Ne? Hayır zaten işim bitmişti." Beni evin çalışanı zannetmişti. İyi ki zannetmişti çünkü şu an hissettiğim bu korkuyla o yalanı bile düşünemezdim.

"Ne zamandan beri çalışıyorsunuz? En son çocukların temizlikçi almadığını duymuştum."

"Ben bilmiyorum..Sadece ge-geliyorum." Kekeleme Seon Ah!

"Şirket çalışanı mısınız? Yoksa şu bahsettikleri genç ve güzel temizlik görevlisi siz misiniz?" Anlamayarak adamın suratına bakmaya devam ettim.

"Yanlış anlamayın lütfen. Ayrıştırıcı olsun diye öyle söylenir genelde bu işte daha yaşlı insanlar çalışır da."

"Anlıyorum. Gitsem iyi olacak." Hemen kaçmak istiyordum. Daha fazla soru sormasına izin vermek istemiyordum. Birçok şeyi mahvetmek istemiyordum. Çocukların başını derde sokmak istemiyordum. Arkamı döndüğüm sırada konuşmaya devam etti.

"Genelde çocuklar gelmeden gider misiniz?"

"Evet. Hiç karşılaşmayız."

"Anlıyorum ama yine de elbiselerinize dikkat etmenizi tavsiye ederim. Burada 7 erkek yaşıyor." Onun söylemesiyle eğilip altımdaki şorta ve üstümdeki düşük kollu tişörte baktım.

"Haklısınız. Ben tek olduğu.."

"Tamam tamam sorun değil." Yapmacık bir gülümseme ve soğuk bakışlarını geçirdi yüzüne. Peki ya orta yaşlarda olan ama oldukça fit görünen bu adam da kimdi?

"Peki ya siz?"

"Ah ben çocukların stilistleriyim. Jimin'in kostümünde beden değişikliği olacaktı onu getirdim."

"İsterseniz ben bırakayım." Adamın elindeki çantaya uzandım panikle.

"Hayır, ben yerleştiririm. Siz işiniz bittiyse çıkın çocuklar gelebilir." Başımla selam verdim ve olabildiğim hızla uzaklaştım, o Jimin'in odasındayken temizlik malzemelerini toparladım. Sonrasında o salona geçince de sessizce Tae'nin odasına yöneldim. Bulabildiğim en mantıklı giysilerimi, çantamı ve ayakkabılarımı buldum. Devamını banyoda halledecektim.

Hazırlandığımda normal görünüyordum. Bu zamana aitmişim gibi. Banyodan çıkıp çıkışa doğru ilerlediğimde onu mutfakta bulmuştum.

"Sen yemeklerle de mi ilgileniyorsun?"

"Evet."

"Lezzetli görünüyorlar, biraz alabilir miyim?" Tezgahtan uzaklaştı ve masaya oturdu. Benim vermemi istiyordu harika!

Çabucak ona yemeklerini hazırladım ve önüne bıraktım. Ondan başka insanlarda gelecek miydi bilmiyordum. Hemen gitmek istiyordum Tanrım! Geri giden ayaklarım anahtarla açılan kapının sesiyle oldukları yere çakılmışlardı.

Lütfen çocuklar, lütfen eve Seon Ah diye bağırarak girmeyin! Size yalvarıyorum!

Mutfak kapısından öylece bakıp geçeceği sırada bizi görmesiyle kalakalmıştı Yoongi. Beyaz teni daha da beyazlaşmış, küçük gözleri büyümüştü. Adamı gördükten sonra bendeki gözlerini çekmekte zorlanmıştı.

"Yoongi, hoş geldin! Acıktın mı? Yemekler harika!" Yoongi'nin gözlerinde burada neler oluyor bakışları olsa da bozuntuya vermeyecek kadar zekiydi.

"Hayır, aç değilim." Ama geç anlayacak kadar da aptaldı.

"Efendim, ben bütün evi temizledim. Yemeklerinizi de hazırladım." Anlaması için konuya girmem gerekiyordu.

"Siz gelmeden çıkacaktım ama..."

"Evet evet ondan yemek hazırlamasını istedim benim yüzümden geç kaldı."

"S-sorun değil." Kekeliyordu. İçindeki korku biraz da olsa azalmış olmalıydı.

"O zaman ben gidiyorum. İyi günler." İkisinide selam verdim. Çıkışa yöneleceğim sırada çok konuşan ne olduğunu bilmediğim stilist bey beni yine yakaladı.

"Salonda size ait bir şey var, unutmayın." Umarım saçma sapan bir şey değildir. Titreyen ayaklarımla adım atmak zorken ben koşmak istiyordum. Hemen kurtulmak ve kurtarmak istiyordum. Salondaki tokamı aldıktan sonra bunun için bir engelim yoktu.

"Onu ilk defa mı gördün?"

"Evet hyung."

"Onu görünce kalakalmandan belliydi. Çok güzel değil mi?"

"Ha?"

"Şirketteki bazı çocukların ondan bahsettiğini duymuştum. Tek genç ve büyüleyici güzelliğe sahip temizlikçi bu olsa gerek."

"Öyle mi?" Adam kıkırdadı ama sonra sesi tekrardan ciddiyete büründü.

"Siz yine de karşılaşmamaya çalışın. Yöneticinin kulağına giderse iyi olmaz biliyorsun. Hele de dışarıdan birileri bunu görürse..."

"Hayır biz hiç karşılaşmıyoruz."

"Güzel." Onları dinlediğim kapının ardından çıktım.

"İyi günler." Tekrar onları eğilip selamladığımda ikiside başıyla onayladı. Yoongi'nin bakışları ise daha farklıydı. Bir şeyler söylemek istiyordu. Bir şeyleri engellemek istiyordu ama elinden hiçbir şey gelmiyordu.

Ayakkabılarımı giyip, kapıyı ardımdan çektiğimde beynim durmuş gibiydi. Ama çabucak çalışmalıydı değil mi evet hemen çalışmalıydı. Yapacağım ilk iş belliydi. Buradan hemen ayrılmak. Camdan izliyor olabilirdi, şüphelenmiş olabilirdi, apartmanı kontrol edebilirdi ya da benim yüzümden Yoongi'yi sorguya çekebilirdi.

Apartman kapısının önüne geldiğimde dışarıda felaket bir şekilde yağan yağmur felaketlerimin üzerine felaket katmıştı. Evet bir bu eksikti! Harika! Saçlarımı yüzüme getirmeye çalışarak, kapıdaki güvenliklerden yine sağlam bir şekilde kaçmayı başarmıştım. Kendimi ülkesinde deli gibi aranan bir vatan haini gibi hissediyordum. Sanki herkes beni görmeye çalışıyormuş, benim sırrımı öğrenmeye çalışıyormuş gibiydi.

Bu yağmura rağmen adımlarımı yavaşlatmadım. Hızla yağan yağmurun yüzüme çizikler atmasına izin vererek, hatta canımı yakmasına bile müsade ederek koşmaya devam ettim. Buradan hemen uzaklaşmalıydım. O adam çıktığında beni buralarda görmemeliydi ama yine de -en önemlisi- kaybolmamalıydım.

Öbür seferki geldiğim yeşilliklerle dolu mekana gelmiştim. Hissettiklerimden midir bilmem bu sefer gözüme o kadar güzel görünmemişti. Belki de boş olmasından kaynaklanıyordu. Diğer seferde birçok çocuk, genç, yaşlı insanlar görmüştüm. Şimdi ellerinde kendilerini yağmurdan koruyacak şeyleri taşıyan ve koşuşturan insanlardan başka kimse yoktu.

Sadece benimle birlikte ıslanan ağaçlar vardı.

Tanrım! Yine bir şeyleri mahvetmiştim değil mi? Yine benim yüzümden birilerinin hayatı çıkmaza yönelmişti. Yoongi en başından beri haklıydı. Bir gün elbet bu felaket başımıza gelecekti. Ve işte gelmişti de. En sonunda yakalanmıştım.

Onların üzülmesini asla istemiyordum. Onları zor duruma sokacak şeyler yapmak istemiyordum. Adam her ne kadar beni normal bir şekilde karşılamış olsa da yine de o ihtimal gözlerimi çoktan ıslatmış ve yağmur damlalarına karıştırmıştı.

Şiddetli yağan yağmur ve arada bir gelen göklerden seslerle korkum, üşümem daha da artıyordu. Ama şu an önemli kısım bu değildi. Tek derdim onlara zarar gelmemesi, onlara bir şey olmamasıydı.

Düşüncelerim, üzerime yağan yağmurun kesilmesiyle kesintiye uğradı. Kafamı kaldırmamla üstümde siyah bir kalkan görüyordum. Arkamı dönüp baktığımda ise küçük gözlerle bana bakan bir Min Yoongi.

"Yoongi.." Sesim titrememeliydi, en azından onun karşısında.

"O gitti." Beni almaya mı gelmişti? Buraya, benim için mi gelmişti?

"Burada olduğumu nereden biliyordun?"

"Öbür sefer görmüştüm." Söyledikten sonra duraksadı ve küçük gözleri afifçe açıldı. İçinden büyük ihtimal bunu söylememesi gerektiğini tekrarlıyordu.

"Adam bir şey dedi mi?" Deli gibi korkan kalbim biraz sessiz ol...

"Hayır, hiçbir şey anlamadı. Seni başkasıyla karıştırdı." Derin bir nefes çıkmıştı dudaklarımdan.

"Şükürler olsun." Kirpiklerimi mutlulukla kapattığımda gözyaşlarım aradan sıyrılıp, çeneme kadar akmıştı.

O ise sadece beni izliyordu.

"Hadi bekliyorum, söyle."

"Hı?"

"Bana kızmayacak mısın? Çocukların yanında yapma, şimdi söyle. Taehyung çok üzülüyor."

"Ha, evet...Hepsi senin yüzünden. Ben söylemiştim sana...." Kafam istemsizce eğilmiş, yerdeki yeşil otlara dikilmişti gözlerim. Suç işlemiş annesinin azaranı dinleyen çocuk gibi dinliyordum. O haklıydı, bu sefer karşı çıkmayacaktım. Söylediklerinden sonuna kadar haklıydı. Evden git dese bile ona cevap vermeye hakkım yoktu.

Çünkü artık en az onun kadar onlara zarar gelmesinden, onların acı çekmelerinden korkuyordum. Ve bu kalbimi ağrıtan düşünceler gözlerimi dolduruyor, duygularımı daha da derinleştiriyordu.

"Bir gün bizi bitireceğini söylemiştim. En sonunda oldu. Yaptığını beğendin mi? Bizim katilimiz olaca...Ağlama!" Son cümlesiyle birden kalkmıştı gözlerim ona doğru.

Ve bakışlarım buluştuğunda usulca aktı yanaklarımdan yaşlar... Ben ona bakıp ağlamaya, o ise sadece üzgün bir ifadeyle gözlerime bakmaya devam ediyordu.

"Bu kadar seviyor musun çocukları?" Kendini dahil etmemişti.

"Sizi bu kadar seviyorum." Ama o benim için dahildi. Senin de onlar gibi iyi olduğuna ama sadece bana göstermediğine emindim.

"Özür dilerim, sen haklıydın. Benim burada kalmamam gerekirdi."

"Bizi bu kadar önemsediğini bilmiyordum." Gerçekten şaşkındı. "Ben sadece ev için..." Evet önceden öyleydi belki de. Bu dünyadan korktuğum içindi. Ama artık size zarar gelme ihtimali benim için daha korkunç!

"Eve gidelim, yeterince ıslanmışsın." Derin bir nefes alıp, bu konulardan bahsetmek istemediğini anlatmış bana. Sessizce kafamı salladım. Yürümeye başladığımızda tek omuzum ve kafamın yarası şiddetle ıslanmaya devam ediyordu.

"Böyle olmayacak. Üç diyince koşacağız tamam mı?" Yine sessizce kafamla onayladım.

"Üç." Birden koşmasıyla yağmurun ortasında öylece kalakalmıştım.

"Hey! Baştan sayman gerekmiyor muydu?"

"Aptal mısın? Üç diyince dedim üçe kadar sayınca demedim." Yerinde durup, yağmurun sesini bastırmaya çalışarak bağırıyordu bana. Ayaklarımı yere vura vura yürüdüğümde anlamıştım bu gıcık huysuzla en fazla birkaç defa mantıklı konuşabiliyor ve ona sinir olmadan durabiliyordum. Sadece birkaç dakika!

"Üç diyince. Üç!" Bu sefer ben koşmuş ve tekrardan yağmurun altında kalmıştım. Onun gelmediğini fark edip sinirle döndüğümde durduğu yerde kahkaha atıp, hareket eden omzuları ve kafasıyla birlikte bana bakıyordu.

"Aptal mısın Min yoongi? Hani saymayacaktın?" Beni deli ediyordu. Düzeltmek için saçlarını sağ tarafa savurdu ve yanıma geldi.

"Bu sefer saymayacağım ve üç diyince koşacağız."

"Bir daha yaparsan seni öldürürüm."

"Fazla cesursun Seon Ah!"

"Bunu yaparım!"

Tüm vücudum sinirle dolduğunda asla beklemediğim bir şey yaptı ve 'üç' diyip sol elini omzuma yerleştirdi ve beni kendine çekip koşmaya başladı. Böylelikle ikimizde ıslanmıyorduk, kimse dışarıda kalmıyordu. Ama bu, ondan beklediğim bir hareket değildi.

Bu yağmurun altında koşarken fark etmiştim. Biraz önce bana ilk defa gülümsemişti Min Yoongi. Hatta kahkaha atmıştı. Bunu benim gözlerimin içine bakarak ilk defa yapmıştı. Bugün ki olanlar için kızmamıştı da. Bu olabilir miydi? Gerçekten sen de bana alışıyor ve beni kabulleniyor muydun Min Yoongi?

Yağmur sesinin ve yayılan toprak kokusunun eşliğinde, ayakkabılarımızı, kıyafetlerimizi ıslatarak koşmaya devam ettik. Çaktırmadan da olsa ona bakmak istediğimde hafif kıvrılan dudaklar bulmayı beklemiyordum. Hiç bana gülmeyen Min Yoongi'nin bir eli omzumda, yağmur altında koşarken yüzündeki hafif gülümsemeyi barındırmasını beklemiyordum. Sanırım şarkımda değişiklikler yapmam gerekiyordu.

Yolu ve güvenliği atlatıp apartmana girdiğimizde yağmur kalkanını hızla kapatmış ve elini omzumdan çekmişti. Kapının önüne kadar geldiğimizde bile hala konuşmamıştık. Anahtarını çıkardı ve sessizce kapıyı açtı.
İçeriden gelen sesler bir anda tüm binayı sarmaya yetmişti.

"Hyung! Seon Ah... Ah!" Tae telaşla kapıya koştuğunda beni görüp sıkıca sarılmıştı. Baştan aşağıya ıslak olmama rağmen.

"Onu yine evden attın sandım." Kollarının arasından çıkmama izin vermiyordu Tae.

"Siz neden evdesiniz? Yapacaklarınız yok muydu?"

"Stilistin eve geldiğini duyduk. Hepimiz buraya geldik ama evde kimse yoktu. Neler oldu?" Namjoon telaşla sorduğunda çocukların yüzüne tek tek bakabilmiştim. Hepsi oldukça telaşlanmış ve korkmuş görünüyordu.

"Anlamadı hiçbir şey. Onu temizlikçi zannetti."

"Ah Tanrım!" Elini kalbine götürüp derin bir oh çektiğinde diğer çocuklar kadar mutlu olmuştu Hoseok.

"Sizin dışarı da ne işiniz vardı peki?"

"O işinin bittiğini söyledi ve evden çıktı. Hyung gittikten sonra da gidip onu buldum ve geri getirdim işte."

"Ne? Vay canına! Bravo hyung!" Jimin ona sarılıp, kahkaha attığında pis pis sırıtmaya da devam ediyordu.

"Hayat böyledir işte. Evden attığını bir gün gidip bulur eve getirirsin." Jin'in kahkahaları da Jimin'kilere karıştırdığında Jungkook hepsinin arasından sıyrılarak yanıma gelmişti.

"Sen iyi misin?"

"Evet, sadece sizin için endişeliyim."

"Ah Seon!" Hepsi tatlı sesler çıkardığında hızlıca beni çekip göğsüne bastırmıştı Jungkook.

"Anladı ve başın belaya girdi diye çok korktum." Güzel parfümü tüm bedenimi sardığında gözlerimi kapatarak ben de kollarımı beline doladım.

"Ben iyiyim merak etme."

"Ov ov ov! Gitmeli miyiz?" Hoseok kıkırdayıp garip sesler çıkardığında Namjoon ve Tae aynı anda bağırmıştı.

"Saçmalama!"  Tanrım! O da neydi? Ve o bağırmalar sonrasında yavaşça gevşemişti Jungkook'un kolları.

"Çok ıslanmışsın, gidip üzerini değiştir." Namjoon, kaşlarını gerip bunları söyledikten sonra hızla mutfağa yönelmişti. O bana kızmış mıydı? Ama niye?

Onun sözünü dinleyip odaya yöneldiğimde birinin gözlerinin üzerimde olduğunun farkındaydım. Kapısını açmak üzere olan Min Yoongi, tekrardan beni baştan aşağıya süzdü ve nefret bakışlarını gönderip, gözlerini devirerek odasına girdi.

•        •

"Şirkette çalışan bir temizlik görevlisine benzetti neyse ki. Yoksa eminim daha fazla sorgulardı. Çünkü bizim eve temizlikçi gelmiyor, bunu şirkette biliyor."

"Ya birilerine bunu söylerse? Şikayet eder gibi değil de sohbet arasında?" Yoongi'nin açıklamasına sorusunu yönelten Taehyung olmuştu.

"Onu bu eve getirmeden önce, sen düşünecektin Tae!"

"Onu bulup eve getirince yumuşadığını sanmıştım." Ağzının içinde sessizce mırıldandı Tae ama o kadar da sessiz değildi, bunu ben bile odaya girmeden duyabiliyordum.

"Gelince söylemedim ama hyung, sen yine maskesiz dışarı çıktın? Ya birileri seni tanısaydı ve Seon Ah ile görselerdi?" Jimin haklıydı. Bu benim bile aklıma gelmemişti.

"Aklıma gelme...ah şey...maskemi bulamadım o sıra."

"Birileri hemen onu bulmak istemiş anlaşılan." Ve evde yankılanan Hoseok'un kahkahası.

"İtiraf et, sen de onu sevmeye başladın ve gitmesini istemiyorsun."

"Saçmalama hyung, o kadar da değil. Sadece onun yüzünden tekrardan Tae ile tartışmak istemiyorum o kadar."

Salona doğru yürüdüğümde bilerek ayağımı yere sürte sürte ilerliyordum. Geldiğimi anlamaları içindi. Hani bilsinler, ben geliyorum.

"Geldin mi? Otur buraya." Odaya girmemle Jungkook hemen ayaklanmış ve bir sandalye çekmişti. Krem sandalyeye oturduğumda şaşkınca ona bakıyordum, tüm çocuklarla birlikte.

"Saçlarını kurutmazsak hasta olursun." Eline aldığı bir havluyla tüm saçlarımı ovalarken sessizce kendimi ona bırakmaya devam ediyordum. O elindeki havluyla saçlarımı karıştırmaya, kurulamaya devam ederken odadan çıt çıkmıyordu.

Havluyu yüzümden çekip, eğilip bana baktığında yüzünde inanılmaz güzel bir gülümseme vardı. Yüzümdeki dağılmış saçların arasından görebiliyordum onu.

"Bebek gibisin." Gözlerini kısıp otuz iki diş gülümsediğinde o benden daha çok bir bebeğe benziyordu. Tüm mutluluğumla ona karşılık verip gülümsediğinde çocukların varlığını hatırlamıştım. Hepsi yerlerinde oturmuş, şaşkın ve sessiz bir vaziyette bizi izliyorlardı.

"Şimdi tamamen kurutalım." Kurutma makinasını çalıştırıp saçlarıma elini attığında her zamanki gibi ürpermiştim. Saçıma dokunulması beni hep bu hale sokuyordu.

"Ah özür dilerim."

"Sorun değil." Uzatarak tekrar özür dilediğinde sıcak havayı soğuk saçlarımın arasında gezdirmeye devam etti. Diken üstünde bu işlemin hemen bitmesini istiyordum.

Jungkook, saçlarımı kurutup, taradığında dünyanın en mutlu insanıydım. Benimle çok güzel ilgileniyordu. Ve bana verdiği değerin farkındaydım. Bilmeli ki, benim ona verdiğim değer onunkinden daha fazlaydı!

İşimiz bittiğinde bir film izler gibi bizi izleyen çocukların arasına karışmış, sohbete devam etmiştik. Jin ve Yoongi masayı hazırlarken diğerleri bana şirkette olanları ve yöneticilerin onlara pek güvenmese de yine de devam etme kararlarını kabul ettiklerini anlattılar. Hepsini sırayla tebrik edip, tekrar tekrar mutlu olduğumda, hala bu evde olduğum için bir kere daha şükretmiştim. Hepsi, çok iyi olduğu için!

Tüm bunlar olurken, yemek yerken, sonrasında sohbet ederken, birileri bir şeyler anlatıp dinletirken hepsinin gizlice fotoğrafını çekmiştim. Habersiz bir şekilde! Ah biri dışında, biliyorsunuz artık isim söylememe gerek yok. Gidene kadar bir sürü fotoğraf çekmek istiyordum. Onları her özlediğimde açıp bakmak istiyordum. Ve oraya gittiğimde bunların bir rüya olmayıp, gerçek olduğunu kendime kanıtlamak istiyordum.

Uyumak için koltuğa oturduğum sırada cam sehpada duran fotoğraf makineme uzanmıştım. Çektiklerime ve çocukların nasıl çıktıklarına bakmak istiyordum. Bakalım neler varmış burada?

"Başlangıç, inanılmaz güzel gülen bir adam!"

"İkincisi, yemek yerken bile sürekli konuşan!"

"Üçüncüsü, ah! Onu çektiğimi fark edip en güzel pozunu verip bu hali bile en yakışıklı olan!"

"Dördüncüsü...Her zaman havalı olan, yemekte bile!"

"Beşincisi, bebek gibi tatlı ve yanaklara sahip olduğu için sürekli sevme isteği barındıran!"

"Sonuncusu ve altıncısı, yemekte bile telefonundan ayrılmayan!"

Bir dakika bir dakika! Benim çektiklerim bitti! Ah Tanrım bu ne?

"Çok yakışıklı olmasına rağmen uzak durmam gereken adam." Sesin geldiği yere dönmemle bana bakan gözleriyle karşılaşmıştım.

"Kendimi çektim çünkü en çok beni özleyeceksin. Fotoğrafım yardımcı olur diye düşündüm." Fotoğraftaki aynı bozu verdi ve ilk önce gülümseyip sonra bakışları devirip kapının önünden uzaklaştı.

Sinirle kameraya döndüğümde elim sil tuşunun üstüne gelince duraksadım. Oysa biraz önce silmek istediğimden emindim. Gözlerimi kaldırıp, fotoğrafa biraz daha baktığımda söylediklerini hatırladım. Haklıydı.

"Çok yakışıklı olmasına rağmen uzak durmam gereken adam." Saçmaydı. Ondan deli gibi nefret ederken bir yandan da seviyordum. Ona gıcık olurken bir yandan da sevimli buluyordum. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de yakışıklı buluyordum.

Haklıydı, o benim uzak durmam gereken adamdı. Ondan nefret ediyordum, ondan gıcık alıyordum. Ama yine de...

Silmedim.

Continue Reading

You'll Also Like

476K 30.7K 44
[TAMAMLANDI] "Bu kokuya sahip olduğun sürece benden kaçamazsın Rose."
kral kim By Kookmin Jikook

Historical Fiction

4.4K 292 11
eski bir krallığı babasından sonra sürdüren kim uzun zaman sonra kendi halkında yeni birini fark etmişti ancak kral kimden haberi olmayan oduncu Jung...
217K 8.9K 38
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
35.9K 3.7K 25
jungkook, okul koridorlarında sürekli gördüğü pembe süveterli tatlı kızın ilgisini çekmeyi çok istiyordur. rosékook.